Veli Saçılık
Nupelda ve Ayaz küçük bedenlerinin ağırlığının aksine sırtımıza dünyanın acı yükünü bırakıp gittiler. Dersim’de patlayan kahrolası mayın, bomba (her neyse) onları aramızdan aldı götürdü. Onların güzelim fotoğraflarını, anne-balarının diz çökmüş halde kederli haykırış halini görüp kahrolmamak mümkün mü? Savaş, çocuklarımızı, sevdiklerimizi, aramızdan aldıkça, biz yalnızca duvara çentik atar gibi, yeni isimler ekliyoruz savaşın kurbanlarına. Çocukların ölüm haberi geldiği ilk anda “kimin bombası?” sorusuyla ilgilenen ve çocukların ölü bedenlerini karşı propagandanın parçası haline getirmeye çalışan militarist vicdansızlık bize uzak olsun. Annelerinin dizinin dibinde olması gereken çocuk bedenlerinin bir tabutun içinde olmasını asla kabul etmemeli insanlık. Savaş ortamını yaratan iklimi, kışlalara çevrilen şehirleri, mayınlarla çevrilmiş doğayı kader olarak göremeyiz. Nupelda – Ayaz şahsında ölü çocukların acısını yüreğimizde hissederek, her türlü kutsal davanın da ötesinde çocuk ölülerine yenilerinin eklenmemesi için, inadına barışı savunursak, insanlaşma sürecinde ilerlemek mümkün olacak.
Nupelda ve Ayaz’ın aramızdan ayrılmış olması ve ayrılış biçimi, kalbimizi sıkıştırıyor, nefesimizi daraltıyor. Belki de bir çocuğun ölümüne üzülmek, başka çocukların öldürülmeyeceği yarınlar için mücadele etmek olmalı. Egemen militarist zihniyetin ölü bedenleri kin ve öfkenin aracı haline getirmek için nasıl bir “psikolojik harp” yürüttüğünün yakın tanığıyız. Berkin Elvan’a edilen hakaretlere her gün tanık oluyoruz. Evladını gaz bombasına kurban vermiş olan Gülsüm Elvan’ın miting meydanında yuhalatıldığını gördük. Ölü bir çocuğun karşısına başka ölü çocuğun bedenini koyan resmi trolleri her gün görüyoruz. Uğur Kaymaz, Enes Ata, Ceylan Önkol, Berkin… dediğimizde karşımıza askerler tarafından çatışma bölgesine götürülen Eren Bülbül’ü, Yasin Börü’yü koydular. Kısa sayılmayacak siyasi geçmişimde solcuların, sosyalistlerin, Kürt yurtseverlerin olay biçimi ne olursa olsun çocuk ölümüne, insan ölümüne sevindiklerine tanık olmadım. Eren Bülbül, Yasin Börü ya da bir başka çocuğun ardından edilmiş nahoş bir sözcük duymadım, sosyal medya ortamında saklı kimliklerle yazanlar dahil muhaliflerin ölü çocukların anısına kötü bir söz edildiğine de denk gelmedim.
Nupelda ve Ayaz’ın ölüm haberinin geldiği ilk saniyede barış mücadelesini verenleri gayrı meşru duruma düşürmek için “teröröö” yaygarası yapanlar çocuk ölümlerinden savaş rantı yaratanlardır. Halkların eşit, özgür birlikteliğine inanan barışseverler bombanın, mayının kime ait olduğundan ziyade ortaya çıkardığı dehşetin bir kez daha yaşanmaması için mücadele ediyorlar. Ankara Gar Meydanı’nda katledilen dokuz yaşındaki Veysel Atılgan ve babasının parçalanmış bedeninin üzerine gaz bombası atanlar, tazyikli su sıkanlar, anıttaki fotoğraflarını karalayanlar, karalayanların kimliğini saklamak için mobese kayıtlarını silenler, timsah gözyaşlarıyla barışseverleri çocuk ölümüyle suçluyorlar.
Evet, savaşı durduramadığımız için ben, biz, hepimiz suçluyuz! Mayınları temizletemediğimiz için, çocuk ölümlerini durduramadığımız için, özgür ve eşit bir gelecek yaratamadığımız için suçluyuz. İkiyüzlü militaristlerin yaptığı gibi sorumluluğu başkasına iteleyip, aradan sıyrılmaya çabalamıyor hiçbir barışsever. “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereken yapılacaktır” diyenlerin tarafında olmak vicdanı olan kimseye yakışmaz zaten. Çocuk istismarına karşı etkin çalışmalar yürüten Gündem Çocuk Derneği’ni OHAL kararnamesiyle kapatanların, “çocuklar ölmesin” dediği için Ayşe Öğretmen’i tutuklayanların, Aladağ’da kaçak yurtta yanarak can veren çocukları unutturmaya çalışanların, Ensar Vakfı rezaletine sebep verenlerin, Kobaneli çocuklara oyuncak götüren gençlerin Suruç’ta katline yol verenlerin çocuklar üzerinden söyleyebileceği bir şey olamaz. “Amasız, fakatsız” çocuklara yönelik her türlü şiddete karşı çıkmak, çocuklara yönelik istismarın, şiddetin ortadan kaldırılması için mücadele etmek boynumuzun borcudur.
Yakın geçmişte katledilen çocukların bazılarının isimlerini buraya yazıyorum. Nazım’ın “büyümez ölü çocuklar” demesi boşuna değil. Onlar hiç büyümeyecek, onlar büyümedikçe insanlığımız küçülecek, onların küçük bedenlerinin manevi ağırlığı yaşayan çocuklara barışı hediye edeceğimiz güne kadar belimizi bükecek.
Enes Ata, Mahsun Mızrak, Ceylan Önkol, Cemile Çağırga, Muhammet Yıldırım, Furkan Yıldırım, Mazlum Akay, Doğan Teyboğa, Umut Furkan Akçil, Ahmet İmre, Enver Turan, Canan Saldık, Birem Basan, Oğuzcan Akyürek, İzzettin Boz, Mehmet Nuri, Uğur Kaymaz, Mehmet Nuri, Nihat Kazanhan, Zilan Demir, Şilan Demir, Mizgin Demir, Evin Dilan Demir, Nazar Çetinkaya, Nazlı Çetinkaya, Abdullah Çetinkaya, Hasan Marangoz, Emrah Fidan, Mehmet Akbulut, Abdullah Duran, İsmail Erkek, Fatih Tekin, Ahmet Araç, Mahsum Mızrak, Emrah, Mizgin Özbek, Orhan Güleç, Yusuf Aydınalp, Süleyman Şengül, Yahya Menekşe, Abdülsamet Erip, Songül Karatogül, Maziye Aslan, Celal Encü, Erkan Encü, Mehmet Encü, Şervan Encü, Cemal Encü, Şıvan Encü, Bilal Encü, Mahsum Encü, Salih Encü, Serhat Encü,Savaş Encü, Çetin Encü, Bedran Encü, Aslan Encü, Orhan Encü, Fadıl Encü, Vedat Encü, Cihan Encü, Erkan Encü…