1999 yılının Kasım ayında, Norveç̧’in başkenti Oslo’da medya çalışmalarına katılan gençler, medya mensupları ve çocuk hakları uzmanları bir araya gelerek, “Oslo Çağrısı” isimli bir metin hazırladı. Bir eylem çağrısı niteliği taşıyan “Oslo Çağrısı” hükûmetlere, çocuklarla etkileşimde olan kişi ve kurumlara, öğretmenlere, ebeveynlere, araştırmacılara, medya sektöründe çalışan kişilere, “çocuk hakları ve medya” konusunda neler yapmaları gerektiği hakkında fikir veriyordu. Çağrıda “medya profesyonellerinin etik kodlar dahilinde, çocukları dramatize etmeden, onları çeşitli klişeler altında habere yansıtmadan, çocukları küçük düşüren haber dilinden uzak durarak, çocuğun medyada nasıl temsil edildiğine önem verilmesi gerektiğine” vurgu yapılıyordu.
Medyada temsil kavramı, bir konunun ya da sorunun topluma nasıl anlatıldığı ve neden-sonuç̧ilişkisi bağına göre nasıl kurulduğuyla ilgili bir kavram olarak kabul edilmektedir. Medya kişiler, kurumlar, olaylar veya olgulara dair temsiller üretir. Bu temsiller gerçekliği dışlamıyor olsa bile gerçekliği her zaman “nötr” bir şekilde de anlatmaz. Zaman zaman gerçekliği öyle görmezden gelir ki, yepyeni bir gerçekliği topluma sunar ve o konuda en önemli yönlendirici oluverir.
Medyadaki temsil; temsil edilen özenin toplumda nasıl algılandığını, nasıl bir konuma sahip olduğunu yansıttığı gibi, söz konusu konumu ve algıyı pekiştirir ya da yepyeni bir algı ve konumun oluşmasını sağlar. Toplumdaki bu algı ve sahip olunan konum da o öznenin ya da özne grubunun tüm hayatını etkiler. Hak sahiplerinin medyada nasıl temsil edildiği, insan hakları hareketi açısından bu yüzden önem taşır.
Çocukların medyada nasıl temsil edildiği de aynı sebeple önemlidir. Çocukların medyada temsili, içinde bulunulan toplumun çocuklara ve çocukluk kavramına nasıl baktığını gösterirken çocukluk algısının, çocuğa yönelik tutumların oluşmasında da yönlendirici olur. Hatta yapılan çalışmalar bu temsilin sadece yetişkinlerin değil, çocukların da çocukluk algılarını şekillendirdiğinden söz eder. Yani çocukların medyada temsil edilme biçimleri, çocukların kendilerini algılama şeklini de yönlendirebilir.
Türkiye’deki medyada çocuğun temsil edilme biçimlerine baktığımızda, toplumun çocuk algısının yansıması net olarak görülebilir. Çocuk nüfusunun neredeyse ülke nüfusunun yüzde otuzuna denk geldiği Türkiye’de; çocuğun medyada yer alma oranı ne yazık ki nüfusla orantılı değil. Yani Türkiye’de çocuklar toplumda olduğu gibi medyada da görünmez durumda.
Görünür olduğunda ise ancak “nesneleştirilerek”, “mağdur” veya “yetişkinlerin şirin uzantıları” şeklinde gösterilerek yer buluyor. Çocuklar toplumda “güçsüz”, “masum”, “kolay incinebilir”, “acınası” varlıklar olarak algılandığı için de bir haberin daha fazla dikkat çekmesi, daha fazla duygusal tepki yaratması için sıklıkla haberin öznesi değil nesnesi olarak medyada yer buluyor. Çocukların haberi yapılan olayla gerçek ilişkisi, olayın onda yaratacağı etkiler, çocuğun düşünceleri, hissedecekleri önemsizleşiyor, özne oldukları görmezden geliniyor.
Birkaç gün önce, Kocaeli’den yine herkesin canını yakan, bu kadar can yakıcı olmasında, haberi yaptığı için gözaltına alınan muhabirin kullandığı dilin de payının olduğu bir olay medyada yer buldu.
“Oğluna pantolon alamayan baba intihar etti” başlığıyla yayımlanan bu haber hakkında, aynı başlıkla sosyal medyada binlerce kez paylaşım yapıldı. 43 yaşındaki İsmail Devrim’in intiharının anlatıldığı bu haber işsizliği, yoksulluğu, ödenemeyen ev kredilerini bir babanın oğluna almakta zorluk çektiği pantolonla anlatmış, böylece büyük bir duygusal tepki yaratmayı başarmıştı. Dedim ya başarmıştı ki, toplumda yaratacağı olası etkilerinden korkulduğu için olsa gerek, haberi yapan muhabir gözaltına alınmıştı.
Evet haber okuyanların çoğunu öfkelenme, üzülme, belki de eyleme geçme boyutuyla etkilemeyi başardı. Ancak bunu yaparken İsmail Devrim’in oğlu, onun babasını bu şekilde kaybetmiş olmasının yarattığı büyük acı, haberin başlığında yer aldığı cümlenin onda yaratacağı ve belki ömür boyu izinin silinemeyeceği etki görmezden gelindi. Tıpkı çocuğun kendisini suçlu hissetmesine sebep olabilecek haber başlığını (Oğluna pantolon alamayan baba intihar etti), çocuğu hiç düşünmeden yaygınlaştıran sosyal medya kullanıcıları gibi… Tıpkı pek çok ebeveynin, yetişkinin, toplumun ve devletin çocukların gerçek duygu ve gereksinimlerini, düşüncelerini, duygularını ve potansiyellerini görmezden geldiği gibi… Oysa Türkiye’nin de taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre “çocuk hakları hepimizin işi”. Bilmem siz ne dersiniz?…