Veli Saçılık
Cizre HDP ilçe binasına bilmem kaçıncı kez polis baskını yapıldığı, kapı ve eşyaların kırıldığı ve dokuz ilçe yöneticisinin gözaltına alındığını duyduktan hemen sonra HDP Genel Merkezi, bir heyet oluşturarak Cizre’ye gitme kararı aldı. Heyete, HDP milletvekilleri Murat Çepni, Dilşat Canbaz, Kemal Bülbül ve HDP-MYK üyesi olarak ben dâhil oldum. Şırnak’a varıp, Cizre’ye doğru yola çıktığımızda kayyımlarla kıyılan Kürt halkının iradesinin yok sayıldığı bütün şehirlerde olduğu gibi, direklerde RTE resmi ve her köşe başında polis panzeri değişmeyen bir manzara olarak bizi karşıladı. Vahşet bodrumları günlerinden kalan, Cizre’nin ana caddeleri ve ara sokaklarında mermi ve roketatar delikleri hiç kapatılmamış. Devletin inşa ettiği TOKİ makyajına inat, yaşanan vahşetin unutulmaması için halk izleri silmemiş. Ankara, İstanbul, İzmir’in tersine Cizre’de zor aygıtlarıyla var olabilen devlet dışsal bir güç olmanın ötesine geçememiş görünüyor. Devleti dışsal haline getiren şey ise, devletin bitmeyen gözaltıları, tutuklamaları, baskıları, baskınları… ve tabi ki bitmek tükenmek bilmeyen direniş.
Heyetimiz, Cizre’ye varmadan önce HDP Şırnak Milletvekilleri Hasan Özgüneş ve Nuran İmir, HDP ilçe binasına yapılan baskından hemen sonra partiye sahip çıkmak için halkla birlikte nöbete başlamışlardı bile. Yaşlısıyla, genciyle yüzlerce insanın partiyi sahiplendiğine, gece-gündüz nöbette olduğuna heyet olarak tanık olduk. Gazeteciler eşliğinde baskın yapılan ilçe binamıza adım attığımızda bizi kırılmış kapılar karşıladı. HDP’nin %82 oy aldığı Cizre’de, korku iklimini devam ettirmek için kapı kırmak dışında Saray Rejimi bir çare bulamamıştı yine. Tek tek odaları ve katları gezdikçe, ilçe binamıza “adli bir işlem” yapılmadığını, vandal bir saldırı gerçekleştirildiğini gözlerimizle gördük. Deniz Poyraz’ın yere atılmış fotoğrafının üzerinde ayak izleri vardı. Deniz Poyraz’ı katleden faşist Onur Gencer ile ilçe binasına baskın düzenleyenlerin zihinsel ortaklığını o ayak izlerinde görmek mümkündü. Yere atılıp çiğnenen kitaplar arasında Victor Jara’nın kitabı üzerindeki postal izi, Cizre özelinde HDP’yi hedef alan fikri alt yapının, Şili diktatörü Pinochet’den, kitap yakan Kenan Evren’e ve AKP-MHP faşizmine uzanan köklerini açığa çıkaran bir izdi.
Hasar gören parti binasını dolduran annelerin ve halkın korkusuzca partiyi sahiplenişi ezen ile ezilenin asimetrik mücadelesinde egemenler açısından irade kırıcı bir durumdu. Adliye binası önünde kolluk güçleriyle yaşanan gerginlik sonrası parti binası önünde kurulan 400 kişilik yeryüzü sofrası ve ardından hep bir ağızdan söylenen şarkılar, marşlar “yerelde irade kırma, merkezde kapatma” saldırısına verilmiş güzel bir yanıt oldu. HEP’ten DEP’e, HADEP’e, HDP’ye kadar süren kapatılamayan mücadelenin dinamiklerine Cizre’de tanıklık etmek moral verdi bizlere. Gözaltına alınan dokuz parti yöneticisinin serbest bırakılması, tezgâhlanan komplonun boşa çıkarılmasında partiyi sahiplenen halkın katkısı büyük tabi ki.
Cizre halkına yaşatılan baskıları anlamak isteyenlerin şehirde bir tur atmaları yeterli. Parti önünde gerçekleşen buluşma sonrası gittiğim otelin oda kapısında ve duvarda gördüğüm kurşun delikleri benim için daha da çarpıcı oldu. Batı’da mantar tabancası patlasa travma yaşayan insanların tersine, Cizrelilerin olağanüstü koşullarda olağan hayat sürdürme başarısı gerçekten taktire şayan. Onca acıya rağmen kin biriktirmek yerine çözüm konuşuyor olmaktan geri durmamaları, tabana yayılmış politik bilinç, Kürtlerin eşitlik mücadelesinde büyük avantaj. Ancak, Saray Rejimi’nin zamana yayılmış sosyo-ekonomik cenderesinin asimilasyon için etkili bir yöntem olduğu gerçeğine dikkat etmek gerekiyor.
Sarayın hesaplarını ve asabını bozmaya devam eden HDP’ye yönelik baskılar, baskınlar seçim yaklaştıkça daha da artacak gibi görünüyor. Cizre’deki sahiplenme örneğinde olduğu gibi kitlesel bir sahiplenme elbette bu saldırıları boşa çıkarabilir. Benim Cizre gözlemlerimden çıkardığım sonuç; “HDP kapatılır mı?” sorusuyla zaman öldürmek yerine, HDP fikriyatının kapatılamayacağını Saraylılara göstermek için mücadele etmek gerek.
Orhan Doğan’ın mezar taşına nakşedilmiş insan olma inadı, vahşet bodrumlarındaki çığlıklar, Mem û Zîn’in aşkı, Mem û Zîn’in tezyin edilmiş mezarlarının başucunda onların kavuşmasına engel olan Bekir’in harap olmuş mezarı, kurşun yağmuruyla yaralanmış vakarıyla direnen şehir…
Cudi’nin gözleri Cizre’ye bakıyor, Dicle nehri gözyaşlarını bağrında taşıyor, “berxwedan jiyane” Cizre’de bir slogan değil, gerçeğin ta kendisi oluyor.