“Onu kaybettiğim için derinden üzgünüm. Hepimiz çok yetenekli ve çok harika birini kaybettik. Çin sineması onu çok özleyecek, aynı benim onu özleyeceğim gibi.”
FİLM 1 YÖNETMEN Çeviri: Tolga Er
Yapıtlarında ele aldığı felsefi temalarla bilinen Macar yönetmen Bela Tarr’ın bahsettiği isim Çinli yönetmen ve yazar Hu Bo. Adını “Huge Crack” ve “Bullfrog” adlı kitaplarla duyuran Hu Bo, 28 yaşına geldiğinde üç kısa metrajıyla dikkatleri üzerine çekmişti, ama onun asıl başyapıtı 2018 yapımı ilk uzun metrajı “An Elephant Sitting Still” oldu.
Dört karakteri merkezine alarak bir hikayeyi anlatan “An Elephant Sitting Still” adlı film, yönetmenin yazar kimliğini de kattığı sıradışı, ince sanatsal tercihlerle dolu, izleyici için dört saatlik soluksuz bir sinema deneyimi. İnşaat seslerinin yükseldiği, grinin, yalnızlığın esaretindeki bir Çin kentinde geçen 24 saati anlatan filmde, hayatı çıkmaza giren yılmış kişilerin hayatları anlatılıyor; eşiyle beraber olduğu en yakın arkadaşı intihar eden Yang Cheng (Zhang Yu), evde babası tarafından sürekli hor görülen, okuldaki bir zorbayı iterek yanlışlıkla yaralayan Wei Bu (Peng Yuchang), evde annesiyle sonu gelmeyen tartışmalar yaşayan Huang Ling (Wang Yuwen) ve ailesi tarafından huzurevine gönderilmeye çalışılan Wang Jin (Liu Congxi)…
Bu isimlerin hepsinin yolu Manzhouli adlı kentte, dünyadaki her bir zalimliğe kayıtsız kalarak gün boyu oturan bir filin izinde kesişiyor, bu mitin peşindeki hikaye de böylece bir mite dönüşüyor. Yönetmenin edebi yazınını sinema diline evrimleştirdiği eserinde, nihilist ve varoluşçu bir anlayış hakim. Burada her bir karakter, hayatlarını kökten değiştirecek her bir gelişmeye karşı kayıtsız. Öyle ki bizler bile hikayenin kilit anlarına doğrudan tanık olmuyoruz; dönüm noktası olabilecek olaylar cereyan ederken karakterler kimi zaman ekran-dışı alana hapsediliyor, kimi zaman da alan derinliği kullanılarak silüetlere evriliyor. İzleyiciyi son ana kadar diken üstünde tutan, her bir sahnesiyle yeni sorular sorduran “An Elephant Sitting Still”, henüz 29 yaşında yaşamına son veren yönetmen Hu Bo’nun ilk ve ne yazık ki son şaheseri. Aşağıdaki söyleşide ise yönetmen Hu Bo, edebiyat ve sinemayı karşılaştırıyor, Çin’deki genç neslin yüzleştiği sorunları irdeliyor ve kendisi için yaşamın ne anlama geldiğini anlatıyor.
Pekin Film Akademisi’nden yönetmenlik alanında mezun oldunuz. Film eğitiminden edindiğiniz deneyim bir şekilde yaratıcılığınızı etkiliyor mu? Yazmak ve film yapmak hayatınızda nasıl bir rol oynuyor?
Film ve edebiyatı birbirinden uzakta tutuyorum. Belli bir zaman dilimi içerisinde bu ikisinden yalnızca biriyle ilgilenebiliyorum, çünkü bunlar tamamıyla farklı sanat biçimleri. Hatta, bunları birbirinden daha da ayırmayı istiyorum, fakat bunun için yeterli bir beyine sahip değilim. Bir film yapmak çok zor. Meşakkatli birçok gereksinimi var ve genellikle bunlar yerine getirilemiyor. Böyle olduğunda yazmaktan başka yapacak bir şey yok. Yazmak neredeyse bedava bir araç ve ön koşula ihtiyacı yok. Günümüzde insanlar filmlerin cep telefonuyla çekilebileceğini dile getirmeyi seviyor, fakat bence bu yazmanın sadece numaralarla gerçekleştirilebileceğini söylemekle aynı şey.
Bazıları eserlerinizin ahlaki çöküş, keyifsizlik, umutsuzluk ve benzeri birçok olumsuz duyguyu yansıttığını savunuyor. Bu iddialar hakkında ne diyorsunuz?
Bu iddiaları kim dile getiriyorsa ondan her gün uyandıktan sonra, yatağa gitmeden veya işteki su sebilinden bir bardak su almadan önce derinlemesine düşünmesini isteyin; o zaman hayata yalnızca pembe gözlüklerle baktığını bilecektir. Tek yaptığı twit paylaşmak, kalıplara göre yaşamak veya başkalarına hava atmak için fırsat kollarken cep telefonunda yüzlerce fotoğraf istiflemek. Ben bu davranışların yanlış olduğunu söylemiyorum. Fakat hakikaten değerli olan şeyler bu dünyanın çatlaklarında yatar ve bu karamsar olmadığınızda da geçerli. Eğer bunu anlarsa yaşamın sahip olduğu düzenden dolayı hayrete düşebilir.
Sizin için ideal bir hayat nedir?
Ben 28 yaşındayım. Ergenken ideal bir hayatı arzulardım. Artık bunu böyle görmüyorum. Öyle bir ideal hayat yok. Olay sadece ne türde pişmanlıklarla yaşamaya istekli olacağınızı seçmek.
‘Huge Crack’ kitabında sizi en tatmin eden öykü ne oldu ve neden?
“An Elephant Sitting Still”. O benim bu yıl Eylül ayında yazdığım son hikaye. Onu bitirdikten sonra yaratıcılık uğraşında bir aşamayı tamamladığımı hissettim. Benim için bu hikaye çok büyük bir öneme sahip. Beni tamamıyla kendimi olumsuzlar duruma getirdi ve böylece beni diğer insanların hikayelerini yazmaya devam etmekten kurtardı.
‘Huge Crack’teki birçok hikaye insanlarda çok realist izler bırakıyor. Bunlardan gerçeğe dayalı olanlar veya sizin deneyiminizin parçası olanlar var mı?
Her bir hikayenin gerçeğe dayanan bir kökeni var ve bu kökenlerden her biri gerçek detaylarla bezeli gerçek duygusal gelişmeleri takip ediyor. Bunları gerçek hikayeler olarak görebilirsiniz ve bence bunların gerçek hayatta yaşanması fazlasıyla olası, fakat gerçekte yaşananlar yazdıklarımdan daha güçlüdür.
‘Bu umarım gençlik hakkında film olmaz’
‘Huge Crack’ten (Geniş Çatlak) hikayeleri filme uyarlamayı düşünüyor musunuz? Bunun için kendiniz yazıp yönetmeyi mi yoksa başka bir yönetmen ile birlikte çalışmayı mı düşünürsünüz?
Filmi edebiyattan ayırırım ve romanlarımdan birini uyarlamayı düşünmüyorum. Eğer birisi “Huge Crack”i uyarlamayı düşünürse, bu umarım gençlik hakkında bir film olmaz. Çünkü kitap gençlik hakkında değil, daha çok Çin’deki üniversite öğrencilerinden ilk iki sınıfında olanlar hakkında. İnsanlar çoğu zaman beyaz yakalar, alt sınıf, kazanılmış hak, girişimciler ile birlikte etiketlenen diğer sosyal gruplar hakkında konuşur ve ergenlik yıllarını kolektif ve gösterişli bir kavramla, gençlikle geçirir. Böylesine bir tanım yanlış. Tüm gün boyunca yurtta takılmak ve video oyunları oynamak, pervasız hayatlar sürdürmek ve amaçsız randevulara çıkmak dışında hiçbir şey yapmayan Çinli genç yetişkinlerden oluşan bu devasa grubun gençliği yok.
Hayatları daha çok daha karmaşık şeylerle dolu; Camus’nun “Yabancı” sındaki kadar karmaşık. Mesela, bu insanlar materyalist sorunlarla ilgilenmiyor ve genelde gruptaki yaşça daha büyük olanlar her şeyi eleştirmeyi seviyor. Fakat insanlar madde hakkında endişelenmeden bir yaşam sürdürebilir mi? Sınıf ayrımı onlarca yıl önce yoktu. Buna rağmen bugünün gençlerinin zihni, üniversite kapılarından girdikleri ilk günden başlayarak muazzam ağırlıkta bir yükün altında. Bisiklet sürülen çağda böyle bir şey var mıydı? Bu nedenle çağımızın genç insanlarının kendi hayatlarına zarar vermeyeceklerini umuyorum, çünkü ormanda et yiyen vahşilerin veya savaş alanında hayatını kaybetmekte olan bir askerin karşılaştığı boşluk hissi, çoğu kez bugün karşılaştıkları boşluk hissinden çok farklı değil.