Devlet Bahçeli’nin, TBMM’nin yeni yasama dönemi açılışında DEM Parti sıralarına yürüyüp el sıkışmasının üzerinden 15 gün geçti. Bu hamleye toplum ve siyasetin değişik zeminlerinde derin ve büyük anlamlar yüklendi. Ancak hala bir yorum ortaklığına ulaşılamadı ve Bahçeli, her söz alışında “ben bu eli neden sıktım” diyerek DEM Partililerle el sıkışmasını yeniden ve yeniden yorumlamaya devam ediyor.
O gün, 1 Ekim 2024’te, Bahçeli bunu neden yaptığını soran habercilere şöyle demişti: “Yeni bir döneme giriyoruz, Dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım.”
Millet Haber Ajansı Genel Yayın Yönetmeni Sinan Burhan ise 3 Ekim’de Bahçeli’nin kendisine verdiği demeçte şöyle dediğini açıkladı: “Sayın Cumhurbaşkanımızın yeni döneme işaret etmesi konuşmasında birlik ve beraberlikten bahsetmesi, Cumhur İttifakı olarak bana da verilmiş bir mesaj olarak değerlendirdim. O anda doğal olarak planlı ve kurgu bir biçimde değil Sayın Cumhurbaşkanımızın bu ifadelerinden sonra Cumhur İttifakı’nın bir bileşeni olarak harekete geçmemiz gerektiğini düşündüm ve DEM Partililerin elini sıktım.”
Erdoğan’ın konuşmasında, Bahçeli’nin mesaj olarak kabul etmesine yol açan şeyin şu bölüm olduğu ikisi tarafından doğrulandı: “‘Vaat edilmiş topraklar’ hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dinî bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır. […] İsrail’in, Filistin ve Lübnan’daki saldırılarını çok yakından takip ederken, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde, bölücü örgütü maşa olarak kullanmak suretiyle, nasıl birer küçük uydu yapı kurmak istediğini de çok net görüyoruz. […] Fitne girişimleri karşısında millet olarak, 85 milyon olarak ‘iç cephemizi’ sağlam tutmaya gayret ediyoruz. […] İsrail bölgeyi tehdit etmeyi sürdürdükçe Türkiye de bölge halklarının, özellikle milletimizin güvenliği için öncü olmaya, yapıcı, uzlaştırıcı, birleştirici olmaya ısrarla devam edecektir. […] Yanı başımızda sınırlar yeniden çizilmeye çalışılırken[…] Küresel sistem kökten sarsılırken Meclisimiz, vakar, sağduyu, uzlaşma içinde hem ülkemize hem de coğrafyamıza yol gösterici olacaktır. İktidar ve muhalefetiyle, Meclisimizin, milletimize güven, hasımlarımıza korku verecek bir atmosferde çalışması, özellikle böyle bir dönemde elzemdir. Meclisteki uyum, mutabakat, karşılıklı saygı çerçevesinde tartışma ve istişare, buradan sokağa yansıyacak, ülkenin huzur ve emniyetine kapı aralayacaktır.”
Bahçeli’yi DEM Parti sıralarının önüne sürükleyen tılsımlı formülün bu olduğu daha sonra da sırası geldikçe Cumhur İttifakı bileşenlerince tekrarlana geldi.
Erdoğan ve Bahçeli, DEM Parti’ye yönelik “barış” atağının nedeni ve içeriğinin muğlak kalmasına gösterdikleri azami itina ve medya kontrolünü elde bulundurma avantajıyla bir yandan kamusal söylem ve tahayyülün “Kürt Sorunu”nda yeni bir “çözüm süreci”ne evrilmesini teşvik ederken, öte yandan merkezi kaygılarının ülkedeki ihtilafların içinde bir çözüme evrileceği bir özgürlük momenti yaratmakla değil, bütün öznelerin rejimin arkasına dizildiği en geniş bir güvenlik mutabakatını kurmakla ilgili olduğunu vurgulamayı da sürdürdüler.
Nitekim, uyardığı heveslerin rejimin imkanlarını aşmakta olduğunu gözden kaçırmadığı imalarıyla dolu son grup konuşmasında Bahçeli, baklayı ağzından çıkardı: “[El sıkışmam] Türkiye’de birleşelim tebliğidir. Elimi vatan ve devlet için uzattığımı herkesin bilmesinde yarar olacaktır. Dolayısıyla elimizi bir süreç için değil, kardeşlik için uzatırız.”
Bahçeli burada da durmadı, 27 Temmuz 2011’den bu yana avukatlarıyla, 11 Eylül 2016’dan bu yana ailesiyle herhangi bir görüşme gerçekleştirilmesine izin verilmeyen, dış dünyadan mutlak olarak tecrit edilmiş ve İmralı Özel Tip Cezaevi’nde tek başına hapiste tutulmakta olan PKK lideri Abdullah Öcalan’a TBMM’den haber yolladı: “Örgütün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin.”
Bahçeli, PKK’nin önünde de üç seçenek olduğunu söyledi: “Terör eylemlerine koşulsuz olarak derhal son vermek, silahlarla dağdan inip Türkiye Cumhuriyeti devletine teslim olmak ve Türk adaletinin vereceği hükme razı olarak ceza çekmek.”
Bahçeli’nin konuşmasından çok önce, gelişmeleri değerlendiren KCK liderleri Besê Hozat, Cemil Bayık, Duran Kalkan, Murat Karayılan ve Mustafa Karasu, atılan adımların kendi açılarından bir karşılığı olmadığı, şartların da rejim açısından bir çözüme yönelmeyi gerektirmediğinden hareketle, gerçekleştirilen hamle ve jestlerin bir “beklenti” iklimi yaratmakla sınırlı olduğunu önce kendi mecralarından ifade etmişlerdi. KCK liderleri süreci, “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olur” deyişine uygun bir biçimde yorumlamışlardı ve yaklaşımları ve çözüm ve barış süreçlerinin muhataplarının neden dolaysızca çatışan taraflar olması gerektiğini anlamak bakımından anahtar değerindeydi.
İlginç olan, rejim kontrolü altındaki medyanın 40 yıldır süre giden çatışmanın dolaysız tarafı olanların süreci okuyuşları konusunda kamuoyunu bilgilendirmeye zerre kadar ilgi göstermemesi ama çatışmanın tarafı ve silahlı çatışmanın başlaması ve yürütülmesinde bir rol sahibi olmayan, çatışmanın seyri konusunda hiçbir kontrol gücü bulunmayanları güvenlik stratejilerinin muhatabı kılma gayretleriydi.
Bahçeli’nin DEM Parti’yle el sıkışırken son grup konuşmasında Öcalan’ı çatışmanın diğer kutbunda yer alanları “tasfiye”ye davet edişi, esasen rejimin “silahlı çatışmayı” sona erdirmekle değil, Kürt halkı ve Kürt siyasetini moral ve politik bir anafora sokarak selden kütük kapma hevesleriyle ilgili olduğu aşikar oldu.
Ancak gidişata bakınca evdeki hesabın çarşıya uymadığını görebiliyoruz. Bahçeli grup konuşmasında “güvenlik oyunu”nu üzerine kurmayı tasavvur ettiği DEM Parti’nin “iç cephe”ye dahil edilme girişimlerini suhuletle ötelemeyi başarmasından duyduğu kızgınlığı saklamaya gerek bile duymadı.
“Kürt kökenli kardeşlerimin bölücü terör örgütüyle hiçbir benzerliği irtibatı yoktur. Bu hususta DEM Parti’nin aklını başına alması, uzattığım eli sabote etmek amacıyla tahrip ortamını kamçılamaktan uzak durması herkesin hayrınadır” dedikten sonra DEM Parti’nin kapasitesini yasakladıkları Diyarbakır mitingiyle tartmaya kalktı: “Kürt kökenli kardeşlerim oyunu görmüştür. 13 Ekim Pazar günü Diyarbakır Yenişehir İstasyon Meydanı’nda düzenlenmek istenen kanunsuz ve korsan miting katılımının çok az olması buna rağmen marjinal bir grubun terör örgütü propagandası yaparak ülke ortamını germe teşebbüsleri hamdolsun ters tepmiştir. Türk -Kürt kardeştir, araya giren bozgunculuğa heveslenen kim varsa kanser hücresidir kahrolmaya mahkumdur” dedi ve DEM Parti’nin kendi kendisini Bahçeli’nin “iç cephe”sine atamayışını “ilkellik” olarak niteledi: “DEM Parti’nin iradesini İmralı’ya rehin bırakması siyasetin doğası ve ahlakıyla bağdaşmayan, hür ve bağımsız siyaset yapısıyla uyuşmayan ilkelliktir.”
İlkel olan “tavşana kaç tazıya tut siyasetiydi”. Ömrü on beş gün sürdü.
Bununla birlikte, olan biteni tarihin hiçbir zaman öngörülen planlara uygun olarak cereyan etmeyeceği yasallığı içinden okursak, Bahçeli için fiyasko olanın halk için bir imkan olmasının pekala imkan dahilinde olduğunu görebiliriz.
Engels, tarihin oluş diyalektiğini şöyle özetlemişti: “[…] tarih öyle bir biçimde yapılır ki, nihai sonuç her zaman, her biri öyle olmalarını yaşamdaki belirli koşullara borçlu olan birçok tekil irade arasındaki çatışmalardan doğar. Bu nedenle, kesişen sayısız kuvvet, bu kuvvetlerin oluşturduğu sonsuz bir paralelkenarlar dizisi, sonunda tek bir bileşkeye, [yani] tarihsel olaya yol açar. Bu da yine bir bütün olarak bilinçsizce ve iradeye bağlı olmayarak işleyen bir gücün ürünü olarak görülebilir. Çünkü her bir bireyin istediği diğer herkesçe engellenir ve ortaya çıkan şey kimsenin istemediği bir şey olur. Demek ki, tarih şimdiye kadar doğal bir süreç tarzında ilerlemiştir ve özünde aynı hareket yasalarına tabidir. Ama buradan bireylerin iradelerinin […] ancak toplam bir ortalama, ortak bir sonuç olarak iç içe geçtiği gerçeğinden yola çıkarak, sıfıra eşit oldukları sonucuna varılmamalıdır. Aksine, her biri ortaya çıkan şeye katkıda bulunur ve bu ölçüde ona dahil edilir.”
Evet, ortaya çıkan sonuç, Bahçeli’nin planına uymadı. Ortaya DEM Parti’nin ve iktidarın karşısındaki diğer güçlerin irade ve eylemi çıktı, demokratik kuvvetler güdülemedi ve kendi hükümlerini icra etti.
Bahçeli ve Erdoğan akıl dışı, gerçek dışı bir kuvvet tablosu değişimi okumasından Kürt halkının beklentilerini kendi siyasi ve askeri hesapları için istismar edebilecekleri, Kürt halkının rızasını halkın tarihsel haklarına karşı bir siyaseti tahkim için kullanabilecekleri hayaline kapılarak bir manada cini şişeden çıkarttılar. Ama çatışan güçlerin bileşkesi şimdi başka bir istikameti işaret ediyor.
Şimdi sıra devrimci siyasetin, kendi iradesinin de eseri olarak oluşan yeni siyasal iklimi demokratik bir çözümün zemini kılmak üzere iradesini siyasal gündeme taşımasında…