AKP G. Başkanı ve Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan yaptığı bir açıklamada devleti şirket gibi yöneteceklerine dair vurgular yapmıştı. Şirketlerin: Emeğe, toprağa ve doğaya nasıl baktıkları ise çok iyi biliniyor. Doğa onlar için bir hammadde deposu, toprak üzerine fabrika, konut vb. yerleştirecekleri bir alan ve aynı zamanda birikimlerine birikim katacakları bir üretim aracı, emek ise ‘katma değer’ oluşturacakları bir artı değer deposudur. Şirket gibi yönetilen devletin de aynı perspektifle hareket etmesi ise elbette beklenilmesi gereken bir şey.
İktidarın attığı adımlarda bu bağlamda ilerliyor. Türkiye coğrafyasının tamamı enerji, maden ve inşaat şirketleri için paylaştırılıyor. Bunun yanında tarım üretimleri bu alanlar için yok edilirken temel gıda ihtiyaçları dâhil her türden tarım ürünü ithalata bağlanıyor. Zaman zaman ve özellikle seçim dönemlerinde, örneğin çok zor durumda olan ve gün geçtikçe üretimden uzaklaşan çiftçilere bir takım vaatlerde bulunuyorlar. Bu vaatlerden birisi de sözleşmeli tarım yapan çiftçilere yüzde 30 tarım desteği vaadidir.
Tarımsal Destek Ödemeleri’ne ilişkin 26 Şubat 2018 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’na seçimden 2 gün önce eklenen 5/A maddesiyle, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca belirlenecek köylerden en fazla 300 yerleşimde ‘birlikte’ sözleşmeli üretim yapanlara mazot, gübre, yurtiçi sertifikalı tohum/fidan/fide ve standart fidan kullanımı gibi desteklere ek olarak yüzde 30 oranında ayrıca destek ödenmesi öngörülmüştü. Cumhurbaşkanlığının 379 sayılı Kararnamesiyle, sözleşmeli tarım yapan çiftçilere, ödeneceği vaat edilen yüzde 30 tarımsal destek ödemesi kaldırıldı.
IMF ve Dünya Bankası ile onlara bağlı kurumların, sermaye çıkarları için ortaya koyduğu politikalar sonucunda tüm dünyada küçük çiftçiliğin bitirilme adımları hızlandı ve büyüdü. Türkiye’de paralel politikalar sonucu yoksullaşan çiftçiler; tohum, ilaç, gübre gibi temel girdileri artık satın alamaz hale geldiler. Çiftçiler borçlarını ödeyemediği için bankalardan artık kredi de alamıyorlar. Bu durumda ise tarım şirketleri ile sözleşmeler yaparak, onların istekleri ve dayattıkları koşullara boyun eğerek üretimlerini sürdürmek zorunda kalıyorlar. Cumhurbaşkanlığının açıklamış olduğu son kararla destekten yoksun bırakılan çiftçiler şirketlerin kucağında birer köle olması sağlanarak çaresizliğe itildi.
Bu uygulamalar gerçekleşirken, Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan geçtiğimiz hafta tarım ihracatçısı olan şirketlere yılsonuna kadar 200 milyon dolarlık ek finansman sağlanacağını açıkladı. Öyle ya devlet şirket gibi yönetiliyorsa desteklerde şirketlere verilmeliydi. İktidarın seçim öncesi açıkladığı ve bugün yalan olduğu anlaşılan desteği niye ‘baldırı çıplaklara’ yapsın ki? Çiftçiye verileceği vaat edilen desteğin iki amacı vardı. Yapılacak seçimlerde oylarına talip olmak, bir diğeri ise çiftçilerin tepkilerini bastırmak ve şirketlerin yararına rahat bir ortamı sağlamaktı. Yani bu desteğin amacı asla çiftçileri desteklemek değildi. Bakan Pekcan’ın açıklaması sonrası her şey daha net görülebilir oldu.
Soğan üzerinden estirilen devlet terörüyle sağlanmak istenen şey yine şirket çıkarlarıydı. 30 ton soğan bulunan bir depoya baskın yapıp depocunun stokçulukla suçlanması ne kadar komik ise varmak istedikleri yer ise o kadar berrak. Son yıllarda ‘Lisanslı Depoculuk’ üzerinden tarımın tamamen sermaye kontrolüne verilme çabası sürüyor. Bu amaçla her türden tarımsal üretim sermaye çevrelerinin inşa ettiği depolarda toplanacak. Çiftçiye ise depoya alınan ürünün bir kısmı için ‘senet’ verilecek ve bu senedi çiftçi tefeciye ya da bankaya faiz karşılığı bozduracak. Ürün satıldığında ise satış fiyatı üzerinden depo giderleri de düşürülüp çiftçiye ‘eğer kalırsa’ kalan miktar yine senet olarak verilecek. Soğan terörünün birçok yönü elbette var ancak asıl amaçları soğanı da sermayenin inşa ettiği depolara hapsetmek hedefidir.