Bu hikayeyi okudum bir yerde. Unutmadım. Ama kim yazmıştı da ben okudum hatırlamıyorum. Yazandan özür dileyerek sizlere aktarmak istiyorum. Doğan, yırtıcı ve etçil, tavuk ise evcilleştirilmiş kanatlılardandır. Doğan cüsse itibarıyla tavuktan daha ufaktır. Fakat doğan, kendinden çok büyük olan tavuğu yakalayabilir ve boğabilir. Ancak doğan, tavuğun yardımı olmadan onu kaçırmayı, boğmak üzere tenha bir yere götürmeyi asla başaramaz.
Nasıl?
Şöyle ki; tavuk, doğan tarafından boğazından yakalandığı an boğulma ve can tehlikesini hisseder. İşte o andan itibaren tavuk, doğandan kurtulmak için var gücüyle kanatlarını çırpar. Kanat çırparak aslında kurtulayım derken, doğanın onu kaçırabilmesine yardımcı olur. Kanat çırparak kurtulmaya çalışan tavuğun uçuşuna doğan, sadece yön verir. Yani tavuğun son yolculuğu doğan ile tavuğun birlikte kanat çırpmasıyla gerçekleşir.
Çiftçilerin son yolculuğu…
Çiftçilerin borçlanması, borcunu ödeyemeyecek duruma sürüklenmesi, en nihayetinde toprağını kaybedip çiftçiliği bırakması/doğan ve tavuk hikayesi ile çok benzer. Şöyle ki; çiftçi çok, şirketler ise iki elin parmakları kadar az.
Ancak çiftçilerin üretim girdilerine şirketler tarafından sürekli zam yapılır. Çiftçilerin ürettiği ürünlerin fiyatı düşük, maliyetler seviyesinde veya altında belirlenir. Bu politika sonucu çiftçi borçlanır. Borcunu ödemek için üretime devam etmesi gerekir. Üretime devam edebilmesi için de bankadan kredi alır. Kredi sonrası üretime devam eden çiftçinin üretim girdilerinin fiyatı artarken, ürün fiyatları yerinde saymaya devam eder. Durum böyle olunca hasat sonrası çiftçi, hem eski borcunu hem krediyi ödeyemez olur. Sonuç, çiftçi toprağından olur ve mesleği olan çiftçiliği terk etmek zorunda bırakılır. Burada can derdine düşen çiftçidir. Ancak doğanın (şirketlerin) kanat çırpıcısı hükümetler, boğulan ise (batan) çiftçidir.