Andrey Platanov’un Metis Yayınları’ndan yayımlanan son kitabını okuyorum. Platanov bütün metinlerinde insan hayatlarının her yerde, her durumda, her zaman büyük olabileceğini anlatır. Dünyayı değiştirmek isteyenlerin, devrimcilerin çok iyi bellemesi gerekir bunu. Dünyayı değiştirmenin düzeni değiştirmek olmadığını, sonsuz ölçüde karmaşık bir şeyden bahsettiğimizi, buna karşılık iletişim ve örgütlenmede kullandığımız dilin her insanın içindeki büyük insana seslenmek yerine, sık sık düştüğü sığlık ve yavanlığı not edip geçelim.
Kitaba dönersek, kitabın adı Saklı İnsan. Kitapta Topraktaki Çiçek, ismini taşıyan bir öykü var. Öykü eski Sovyetler Birliği’nde geçiyor. Annesi kolhozda, babası savaşta olan Afonya, gününü genellikle uyuyarak geçiren dedesi Tit’le birlikte tarlaları gezmeye çıkıyor. Tit dede Afonya’ya, kumun içinden bitmiş bir çiçek gösteriyor. İnce kumun içinde köklenip büyümüş mavi bir çiçek. Dedeye göre bu çiçek en aziz emekçidir, çünkü ölü taş ve kumdan hayat çıkarır.
Dede evine gider, Afonya tarlada kalır, çiçekler ona tozdan nasıl doğduklarını söylemezler. Afonya şöyle söyler sonra dedesine “Onlar sessiz yaşıyor, onlardan öğrenmek lazım, bütün çiçeklerin susup da bildikleri ne acaba?”
Okur okumaz taşın ölü kabul edilmesine itiraz ediyorum, çünkü birikmiş toz değil, birikmiş zamandır taş. İşaret ettiği ölümden çok sonsuzluktur. Kolayca söyleniveren, “Dağı taşı bombaladılar, kimse ölmedi” cümlesinin yeterince iç ferahlığı yaratamamasının, hatta dehşetin devam etmesinin nedeni yalnızca yaban hayatın yok edilmesi değil, dağın taşın, dağda taşta birikmiş aslında hayatımıza ait, bize ait olan varlığın yaralanmasıdır.
Ama ben bunu bir yana bırakıp, öykünün izinden gidiyorum, öyküyü okuyan ya da dinleyen öyküye inanmazsa öykü olmaz. Taşı ölü kabul edince, kaldırımda veya duvar dibinde betonun arasından bitiveren bir çiçeğin yarattığı sevinci ve şaşkınlığı anımsıyorum. Taş ölü değilse bile beton herhalde ölüdür diyorum. Olmayacak, hayal edilemeyecek bir yerden çıkıveren bir sarılık, bir yeşillik, akıl sır ermez bir güzellik.
Mavi çiçeğin yaptığını yapmak, ölümden hayat yaratmak zor iş. Ölüm çok, dört yanımızda ölüm, bombalar, kimyasallar, operasyonlar. Kaybettiklerimiz gömülü içimizde, yas evlerinde ölülerle birbirimize bakıyor ve hayatta kalmanın ne demek olduğunu düşünüyoruz. İnsan kalabilmek için mücadeleye sarılıyoruz. Ölülerimizi hayatımıza katıyoruz.
Bunca adaletsiz ve bunca güzel olan dünyayı değiştirmeye uğraşıyoruz. Eşit ve özgür yaşamak istiyoruz, barış istiyoruz. Aslında bundan çok fazlasını istiyoruz. Dünyanın her yerinde iktidarlar, egemenler dünyanın zenginliğini beş on kişide toplayıp bize ölümü, hapishaneyi, yoksulluğu, savaşları ve göçü bırakıyorlar. Penceresiz odalarla yirmi kişi-otuz kişi çalışıyoruz, sadece açlıktan ölmemek, barınabilmek için ömrümüzü tüketiyoruz. Beton yığınlarına hapsoluyoruz.
Dünyayı değiştirmek zor iş, bunun için çiçeklerin bildiğini öğrenmek, dört bir yanımızı saran ölümden hayat çıkarmayı bilebilmek gerek, tıpkı kumun içinde biten mavi çiçek gibi.
Çiçeklerin bildiğini bize kim anlatabilir? Akla hemen edebiyat ( sanat) geliyor. Ama edebiyat çiçeklerin sesi olamaz, yoksulların, dilsizlerin, taşın sesi olamaz. Sadece bu dilsizliği işaret edebilir, dilsizliğin adını koyar, çiçeğin çiçek, taşın taş olduğunu gösterir. Bu son derece zor bir iştir. Sanmayın ki edebiyat bunu kelimelerle yapar.
Çiçeklerin bildiğini nasıl öğrenebiliriz? Bence bunun yolu, bütün varlığını dünyaya açmak, dünyaya açılan kapı değil, dünyanın ta kendisi olmaktır. Dünyanın sonsuz karmaşasını, iliklerinde hissetmek ve bundan zerre kadar korkmamaktır. Basitlikten değil, karmaşıklıktan yana olmaktır. Siyaset her ne kadar bir tür kavramlar ve hedeflere indirgeme faaliyeti olsa da kendinden taşma, kendinden kaçma cesaretini göstermelidir. Ölümden hayat çıkarmak, en küçük imkânı sezebilmek, büyütebilmek, imkân yoksa imkân, yol yoksa, yol olmak demektir.
Ölümden hayat yaratmak, ölümün diline hapsolmamak, hayatın dilini kuşanmaktır. Hayatın dilinde çiçeklerin sessizliği de vardır, yoksulların suskunluğu da, sözcüklerden arınmış dünyanın hakikati de.
Belki o zaman çiçekler de bize bildiklerini anlatır, kim bilir belki bizim de onlara anlatacaklarımız olur.