Aklımıza gelebilecek her konuda, her sorunda işçi ve emekçileri adeta siyaset dışına iterek ya da onlar için siyaseti sadece seçim sandığıyla sınırlayarak kendisine kurtarıcı misyonu yükleyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “bekleyin” diyerek beklentileri kışkırttığı vizyon belgesi, önceki gün şatafatlı, bir o kadar da sıkıcı bir etkinlikle açıklandı. CHP’nin ekonomi alanındaki “açılımlarını”, gelecek vizyonunu ortaya koyan belgenin açıklanmasına, doğal olarak “iktidara geliyoruz” vurgusu eşlik etti. Şapkadan çıkansa birçok kişinin de belirttiği gibi neoliberal dönüşüm programı ya da TÜSİD kriterleri oldu. Yeni Derviş ise Jeremy Rifkin!
Bu program, yine aynı mantıktan beslenen Dünya Bankası formülleri kıvamında kenar süsleriyle takdim edildi. Tarım işçisi ya da evde hasta ve yaşlı bakımıyla ilgilenen kadınlara emeklilik hakkı tanınması gibi kadınları merkeze koyan formüller bunlar. Bugün Dünya Bankası da üç aşağı beş yukarı kadınların merkezde olduğu benzer projelerle çıkıyor. Hedefler de çakışıyor: Yoksulluk yönetiminin dümenine kadınları oturtmak. “Fazla kazanandan fazla vergi almak” gibi bir formülasyon da vizyon belgesinin ruhunu kurtarmaya yetmiyor.
Programın hepsini izlememekle birlikte neoliberal aklın teknokrat yönetişim biçimleri ve ruhunun hemen her konuda galebe çaldığını görmek zor değil. Kılıçdaroğlu bu aklı, “Yeni sistemi bugün açıklıyorum. Bugün siyaset üstü beyin takımıyla tanışacaksınız. Dünyadan ve Türkiye’den itibarlı 70 kişiden oluşan bir ekipten söz ediyoruz” sözleriyle özetledi. Meramı açık: “AKP beceriksiz, liyakatsiz kadrolar ve yönetim anlayışıyla her şeyi mahvetti, biz liyakat sahibi, uzman, siyaset üstü 70 beyinle bu işi düzlüğe çıkaracağız!”!
“Endüstri 4.0”, “dijital yeşil dönüşüm”, “temiz para, temiz toplum, temiz enerji, tertemiz bir gelecek” klişelerinin dönüp durduğu programda bunlar için sermayenin nereden bulunacağına yanıt da Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Londra’da, ABD’de “temiz para” arayışına çıkan Kılıçdaroğlu, vizyon belgesinde vadedilen büyük teknolojik yatırımlar (!) için de aynı duruşunu yineleyerek uluslararasından “ulusalına” tüm sermaye kesimlerine vermek istediği mesajı yineledi: “İktidarımızın ilk üç yılında yüz milyar dolar yatırım gelecek. Ben bu parayı kesinlikle getireceğim. Dünyanın bağımsız varlık fonlarından da 75 milyar dolar yatırım alacağız. Temiz ve sürdürebilir fonlardan en az 150 milyar dolar yatırım getireceğiz”
“İkinci Yüzyıla Çağrı” başlığı taşıyan bu programın tepeden tırnağa kaba-determinist ve her konuyu ekonomiye indirgeyen ruhu, Türkiye’deki temel demokratik meselelerin hiçbirine değinmemesiyle özellikle dikkat çekti. Siyaseti sadece düzeltilmiş parlamenter sisteme, AB kriterlerine indirgeyen bu yaklaşım, en basit demokratik talebin bile devrimin konusu haline geldiği bu koşullarda suya sabuna dokunmayacağını bir kez daha ilan etmiş oldu. Kürt sorunu gibi faşist taşlaşmanın nirengi noktasını oluşturan tarihsel bir sorunda neoliberal sermayenin seçkin temsilcilerinden bir Babacan kadar bile olunamayacak bir sefalet sergilendi.
KHK’lıların görevlerine geri dönecekleri, İstanbul Sözleşmesi’nin getirileceği ya da Boğaziçi’nin ve tüm üniversitelerin özgürleştirileceği vaatleri hoş bir seda olmanın ötesinde bir etki yaratmadı.
Sözün kısası, CHP iyi ki vizyon belgesini açıkladı da nasıl bir misyonu temsil ettiğini bizzat kendisi göstermiş oldu.
CHP’nin liyakat sahibi isimlerinin hiçbirinin aklına gelmemiş olabilir. Bugün 2000’lerin başında Kemal Derviş’in aynı törensellikle açıkladığı, dümene oturan AKP’nin de büyük bir iştahla uyguladığı IMF programlarının nesnel zemini kalmamıştır. Tarihi ikinci kez aynı şekilde tekrarlayabileceğini sanmak koşulları az çok anlayabilen biri açısından budalalıkla özdeştir. Marks bunu şöyle anlatır: “Hegel, bir yerde şöyle bir gözlemde bulunur: Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.”
Fakat CHP bunu bilmemezlikten yapmıyor. Tarihsel misyonuna da uygun olarak her açıdan krizle debelenen sistemi restore ederek kurtarabileceğini en başta sermaye kesimlerine göstermek için yapıyor. Ta ABD’den emperyalist tekellerin CEO’sunu getirip uzman kişi olarak PR çalışması yapmak da bozuk düzenin sorumluluğunu AKP’nin liyakatsizliği, yolsuzlukları, beceriksizlikleriyle açıklamak ve alternatiflerini de bunlar üzerinden belirlemek de esasında işçi ve emekçilerin sorgulamaya başlayan bilincini de dumura uğratmak amacını taşıyor.
Yoksa CHP de koşulların ne dünyada ne de Türkiye’de bugün tekrarını yaptığı Derviş reçeteleriyle hatta nispi demokratik açılımlara giden AKP’nin ilk dönemiyle hiçbir benzerliğinin olmadığını pekâlâ biliyor.
Sistemin restorasyonu için çırpınıp duran CHP’nin bunu bilmediğini farzedelim… Ola ki o salonda sık sık tekrarlanan iddia gerçekleşip “iktidara” geldiğinde bu işin o kadar kolay olmadığını hızla anlayacaktır. Keza AKP’nin Derviş programının dümenine oturduğu koşullar ile bugünkü dünya her açıdan bambaşka özellikler taşıyor. Bir kere emperyalist kapitalizm dünya düzeyinde sürece yayılmış ve giderek akutlaşan bir krizle debeleniyor. Bu krizi daha da ağırlaştıran sayısız faktör devreye giriyor. Emperyalistler arasındaki rekabet ve hegemonya savaşları görünür şekilde kızışmış durumda. Bırakalım CHP’yi, bu sistemin tepesinde olanların bile iflas eden neoliberalizm yerine neyi koyacaklarını bilemedikleri bir dönem bu. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun “mutlaka bulacağım” dediği o para da 2000’lerin başındaki kadar kolay bulunamıyor. Hepsinin toplamı olarak ne burada ne de dünyada işçi ve emekçiler eski işçi ve emekçiler değil. Hemen her yerde isyanlar, ayaklanma ve bizzat Avrupa metropollerinde yaygınlaşan grevler var.
Kılıçdaroğlu ve CHP’nin de aklını başına getirecek olan bu gerçeklerdir.
Hangi düzen partisi sistemi kurtarmak için kıvranırsa kıvransın ne sandıkla ne de başka hokkabazlıklarla dikiş tutmaz bir hal var karşımızda. Devrim dışında bir çarenin olmadığı bir hal bu. İnsanlığı da kendisiyle birlikte uçuruma sürükleyen bu düzenin kendi çürümüşlüğü haykırıyor bu gerçeği!