Baroların düzenlemesi, Ayasofya müzesinin camiye dönüştürülmesi, sosyal medyanın kısıtlanması, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılma çabası ve daha yeni adımlarla devam edecek olan iktidarın İslami cepheleşme siyaseti, Türkiye’yi tarihin karanlık dehlizlerine doğru çekiyor. Polisin, jandarmanın, memurun “Ben devletim” diyerek yaptığı keyfi uygulamalara göz yumuluyorsa, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Kürtler, Ezidiler, Aleviler “vatan haini” olarak görülüyorsa, Sivas, Roboski, Ankara, Suruç gibi katliamların ve binlerce faili meçhul cinayetlerin üstü örtülüyorsa, siyasal diyalog arayışlarına karşı iktidar duyarsızlık gösteriyorsa, totaliter bir rejimin varlığından söz ediyoruz demektir.
Bir toplumda farklı kimliklerin, fikirlerin, inançların, geleneklerin ve yaşam biçimlerinin olması toplumsal zenginliği ve çok renkliliği; toplumsal farklılıkların meşruiyetinin koşulsuz kabul edilmesi ise demokratik kültürün ve ilişkilerin gelişmişlik düzeyini gösterir. Bu bağlamda diyalog ve uzlaşma kültürü toplumsal ilişkilerin vazgeçilmez öğeleridir. Eğitim ve kültür birikiminin yanında insanın bireysel gelişimi için de gerekli olan diyalog ve uzlaşma kültürü toplumsal ilişkilerde kumpası, komployu, takiyeyi değil, hümanizmi, hoşgörüyü, basireti ve sorumluluk bilincini öngörür.
Uzmanlar kendi iç dünyası ile uzlaşma sorunu yaşayanların kendi dışındakilerle, özellikle de dışladığı ve reddettiği kişilerle uzlaşması mümkün olmuyor. Bir insanın reddettiği bir şeyi ötekinin üzerine yükleyerek psikolojik bir savunma mekanizması geliştirmesi hem kendi gerçekleriyle yüzleşmesini hem de siyasal ve toplumsal hayatın gerçeklerini görmesini engelliyor. Bu durum salt bireyler ve bireysel ilişkilerde değil, kamusal alanın kurallarını belirleyen ve sıkı bir şekilde denetleyen siyasal iktidarın, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel tutumları için de geçerliliğini koruyor. Siyasal iktidarların, ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel ve inançsal sorunlara ve farklılıklara karşı gösterdiği baskı, sömürü ve tahakküm sosyolojik travmaya yol açıyor.
Bu toplumsal travma hali, Cumhuriyet’e geçiş sürecinde çok kimlikli, çok kültürlü ve çok inançlı Osmanlı toplumundan tekçiliğin geçerli olduğu üniter yapılanma ile başladı. Egemen ulus ve devlet ilişkilerinin dayatıldığı uzun bir dönem boyunca Kemalist hükümetler “özdeş toplum” yaratma amacıyla askeri ve sivil elitlerle toplumu sıkı bir şekilde denetleyerek tek adamlık/tek şeflik geleneğini sürdürdü. Tek parti diktatörlüğünden çok partili hayata geçilmesi sürecinde Kapıkulu geleneğini sürdüren askeri ve sivil bürokrasi, CHP’nin desteğinde DP’yi bir darbe ile iktidardan uzaklaştırarak Türkiye’de askeri müdahaleler dönemini başlattı.
Tarihi boyunca bürokratik bir elit tarafından yönetilen CHP, merkezci, otoriter ve seçkinci politik tutumunu sürdürerek devletin, ordunun ve sermayenin icazetine göre yol aldı. Doğurganlığını sürdürerek bölünüp parçalanmasına rağmen, ideolojik, siyasal ve örgütsel düzeyde sistem partilerinin “atası” haline geldi. Bu bağlamda milli ve yerli söylemi tüm tarihi boyunca CHP’nin politikalarına yön vererek Türkiye’nin tüm ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel politikalarına kaynaklık etti. Sivas Kongre kararlarının bir maddesinde, “Kuvayı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak esastır” ilkesi sonraki süreçte Türk milliyetçiliğine dönüşerek devletin resmi ideolojisi haline geldi. Misakı milli ve Kuvayı milliye geleneğini devam ettirerek 12 Eylül’den sonra Türk-İslam Sentezi’nin devletin resmi ideoloji haline gelmesine de katkıda bulundu.
Baykal’la birlikte aslına rücu ederek 1930’lu yıllarına dönüş yapan CHP, MHP ile “yerli ve milli mutabakat” kulvarında yürürken bu çizgide yoluna devem eden Kılıçdaroğlu, 2015 seçimlerinden sonra AKP ile koalisyon arayışına girdi. Kılıçdaroğlu,15 Temmuz darbe girişiminin ardından “Yenikapı Ruhu” kervanına katılarak AKP-MHP mutabakatının peşinden sürüklendi. Bu dönemde tek adam rejimine geçiş sürecini yöneten Bahçeli’nin AKP ile başlattığı Türk-İslam milliyetçiliği ittifakı CHP’nin açmaza düşmesine neden olmuştu. 31 Mart yerel seçimlerindeki nispi başarıyı izlediği sağ politikalara bağlayan Kılıçdaroğlu, uyarıları dikkate olmayarak partinin ulusal ve sol kanatlarıyla çatışmaya başlayınca CHP, yeni bir saflaşma ve ayrışma sürecine girdi.