Türkiye’nin en eski ve devletin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’ne “Kurultaylar Partisi” demek hiç de aykırı kaçmaz. Çok partili hayata geçtiğimizden bu yana göstermelik demokrasimizde bütün partilerin anası olan ve ana olmak hoşuna gitmiş olacak ki bir türlü anamuhalefet olmaktan kurutulamayan CHP, bilmem kaçıncı olağanüstü kurultaya gitmekle karşı karşıya.
Muharrem İnce taraftarlarının seçimli kurultay için başladıkları imza toplama işi iki gün önce bitti. İnce taraftarları gerekli imza sayısına ulaştıklarını ve yarın için CHP genel merkezine başvuracaklarını söylüyorlar. Genel merkez taraftarları ise buna bir yandan şüphe ile bakıyorlar ve bir yandan da delegelere, imzalarını geri çekmeleri yönünde baskı yaptıkları söyleniyor. Her neyse, dananın kuyruğu bir iki gün içinde kopar ve kurultayın yapılıp yapılmayacağı belli olur.
İşin asıl önemli yanı, kurultayın CHP’ye ve siyasete ne getireceği.
Türkiye siyasi partilerinin en önemli özelliği, siyasetçilerin siyaseti bir “meslek” ve partiyi bir “geçim kapısı” olarak görmeleri. Necmiye Alpay, Türkiye siyaseti ve partileri üzerine yazdığı kitabında, bunlara “Partici” diyor. Zaten kitabın adı da PARTİCİ. Parti üyesinin çoğunun belli bir işi, mesleği yok, işi gücü parti ile uğraşmak, çeşitli yollarla kazanç elde etmek. Park bahçe düzenlemeleri, park olacak sokakları yandaşlara dağıtmak, ihaleler, ehliyetine bakılmaksızın işe almalar, hasılı ister genelde, ister yerelde iktidarı ele geçiren kendini ve yandaşını zengin etmeye çalışır.
Tüm partiler için geçerli olan bu tesbiti yaptıktan sonra tekrar konumuza, CHP olağanüstü kurultayına dönersek edilecek bir çuval laf var.
Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Yukarıdaki partili/partici profiline bakarsak bu kurultayın ne CHP’ye, ne ülkeye ne de siyasete bir katkı sağlayacağına inanıyorum. Ali gitmiş, Veli gelmiş, Kemal gitmiş, Muharrem gelmiş; değişen bir şey olmayacak. İki tarafın da ülke çıkarları ve Türkiye’yi uçurumun kenarına götürmekte olan Tek Adam Rejimi’ne ilişkin incir çekirdeğini dolduracak bir sözü, bir düşüncesi yok. Seçimden önce elli bin avukatla YSK’nin kapısında nöbet tutmalardan, dünyayı seçimi şaibeli hale getirenlerin başına dar etmekten, seçimin meşruiyetini kaybettiğinden dem vuranların seçim gecesi hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam etmeleri karşısında bunlardan doğru düzgün bir muhalefet beklemek safdillik olur.
CHP, sosyal demokrat bir parti olduğunu, adını dillendirmeden ve ne olduğunu tam anlat(a)madıkları Ortanın Solu hareketinden beri ileri sürmekte. Buna karşılık hem devletçi, hem milliyetçi olmakla da gurur duymakta, altı oka sıkı sıkıya sarılmakta. Sosyal demokrasinin temel ilkelerini bir yana bırakıp dinci ve milliyetçi söylemlerle sağdan oy devşireceğini sanıyor.
Ülkenin en temel sorununun Kürt sorunu olduğunu unutup ekonomi ve güvenlik tedbirleri ile sorunu çözeceğini sanmakta, yurt dışına asker gönderme tezkerelerine sahip çıkarak iktidarın savaşçı politikalarına alet olmakta.
Ülkenin ikinci büyük inancına sahip Alevilerin, laik ve demokratik hiçbir ülkede benzerine asla rastlanamayacak olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı el üstünde tutmakta, anadilde eğitimi ağzına almamakta.
CHP, yargının esir alındığını, talimatla karar verdiğini genel başkanın ağzından sık sık dile getirmektedir. Trump rahip Brunson’ın tahliye edilmemesi halinde Türkiye’ye yaptırım uygulayacağını söyleyince ateş püskürdü. Trump ve ABD’ye verdi veriştirdi. Eğer yargı Türkiye’de gerçekten bağımsız olsaydı Trump veya başka biri böyle bir talepte bulunabilir miydi?
Seçimden önce Muharrem İnce, kendisini cumhurbaşkanı adayı yapan Kılıçdaroğlu’na karşı aday olmayacağını, onun karşısına çıkmayacağını defalarca söylemesine rağmen daha seçimin kesin sonuçları bile açıklanmadan ailece buluştukları yemekte koltuğu kendisine bırakmasını istedi ve bunu hemen deklare etti. Kılıçdaroğlu ekibi ise delegelerin 625 imzayı bulmaması için canhıraş bir şekilde çalışıyor.
Yerel seçimlere on ay gibi kısa bir zaman kalmışken bir demokrasi cephesi oluşturup yerelde iktidara sahip olmaya çalışmak varken, ülkenin en eski partisinin kendi içinde kavgaya tutuşması partiye de ülkeye de hiçbir yarar getirmez, bundan sadece Recep Tayyip Erdoğan ve partisi yararlanır. 16 Nisan referandumunda AKP’nin iktidarda olduğu başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin büyük bölümünde HAYIR cephesinin kazanmasının yarattığı umut dalgası da bu yolla kırılır.