Stockholm. İlhami Yazgan’ın son kitabı (*) beni alıp 19 yaşıma götürdü. 1967 Kasımı, İTÜ Öğrenci Birliği öncülüğünde düzenlenen Ankara Uzun Yürüyüşü’ne İktisatlı öğrenciler olarak katılıyoruz. Paralı üniversite eğitimine karşı bir yürüyüş… Geçilen yerlerde bazen miting düzenleyerek… Başımda “kalpağım”… Yürürken, sınıf arkadaşım Selahattin Okur, cebinden, matbaadan yeni çıkmış Regis Debray’ın “Devrimde Devrim” (**) kitabını çıkarıyor. Ankara’da Toplum Yayınları editörü Remzi İnanç yayınlamış. Taze mürekkep kokuyor.
Neler yayınlamıştı ki Amedli Remzi İnanç ilk? Sadece Debray olsa! Mehmet Emin Bozarslan mı, Ho Chi Minh mi (ondan hapis yattı zaten 12 Mart döneminde), Ataol Behramoğlu mu, Kemal Burkay mı, hangi birini saysam?
Kitabevi geldiğimizde, Ankara’da en fazla soluklandığımız yerlerden biriydi. Kimlerle tanışıp buluşmadık ki orada?
Daha o zaman henüz Che’nin bir kitabı Türkçeye tercüme edilmemişti. Ama Debray tercüme edilmişti. Can Yücel, 1967 yılında Moo ile ortak kitap olarak, Payel Yayınları için “Gerilla Harbini” tercüme etmişti. Zaten bu yüzden Can Yücel 12 Mart döneminde hapis yatacaktı. İlk kapsamlı olarak ANT Dergisi’nde yer almıştı Che. ANT, 1968 yılında kitap yayınına başlayınca, sıralamıştı elbette peş peşe Che’nin kitaplarını. Payel, Habora da katılmıştı kervana. Ankara’da Zülfü Livaneli “Siyasal Yazıları” yayınlamıştı. 70’lerin sonunda Ankara’da Teori Yayınları “Gençlik Üzerine” yazılarını yayınlayacaktı. “Bolivya Günlüğü”, başka bir uzun hikaye başka bir yazıya… Cevdet Aşkın hapisten çıktıktan sonra 1990 yılında Che’nin “Mektuplar”ını tercüme edecekti Belge Yayınları için. Ve sonra bütün yapıtları ile YAR Yayınları bayrağı devralacaktı.
Nisan 1967 tarihinde, Life dergisi, Bolivya’da askeriye tarafından tutuklanan Debray ile bir söyleşi yayınlamıştı. ANT bu söyleşiyi Che’nin öldürülmesinden 3 gün sonra yayınladı. 21 Ekim sayısında ise İnci’nin yaptığı kapak “İhtilalci Che Nasıl Öldürüldü?”ydü.
Debray Küba Devrimi’nin yöntemlerini bütün dünyaya yaydı diyebiliriz. Türkiye’de gençlik hareketine de… Solun 2 kanadı, ODTÜ’de sosyalist devrim mi, milli demokratik devrim mi diye birbirine girerken, THKO’nun fitili ateşleyen Sinan Cemgil, Dağlılar adlı bu grubu ile bu tartışmaya bulaşmıyor, yüzünü Latin Amerika’da yükselen yeni dalgaya çeviriyor, DÖB’lü Deniz Gezmiş’in desteğini de almayı başarıyordu.
Hüzünlü bir yol ayrımı olmuştu bu DÖB içinde, Cihan Alptekin de Deniz ile birlikte davranmıştı. Mihri abi son bir kez Deniz’i ikna etmeye çalışmış ama başaramamıştı. Öte yandan DDKO’dan da Ömer Ayna katılmıştı onlara.
Sadece onlar mı, 1968 global patlaması ile, dünya gençliği içinde büyük yansıması olmuştu bu görüşlerin. İşte bunlardan biri de, İlhami Yazgan’ın üzerine ışık tutmaya çalıştığı Monika Ertl’di. Bir ayağı Almanya’da, bir ayağı Bolivya’da olması, Almanya’da ona daha büyük bir ilginin yönelmesine neden oldu daha sonra. Ama hala sırlarla dolu, tam illegal çalışmadan…
Alman 68’i aslında, hala Nazi Almanyası’nın tortularını taşıyan Almanya’da büyük bir kırılmaya yol açtı. Alman 68’inin tek ürünün Baader/Meinhof’nun RAF örgütü olduğu, ezilip geçildiği düşünülmemeli.
Ve 68 kuşağının sağladığı bu kırılmanın, Bolivya’da yaşayan Alman kolonisine de yansıması kaçınılmazdı. Bu koloni Barbie gibi Gestapo kasaplarından, Yahudi kaçkınlara uzanan birçok renkliliği de barındırıyordu içinde. İşte Monika’nın babası da Almanya’da Nazi döneminin etkisini taşıyan o dönemin genç kuşağındandı. Yani sıradan memleketim insanı gibi. Sıradan Nazi Almanyası dönemi insanı. Ailenin Alman Katolik olma özelliği de gözden uzak tutulmamalı. Bu birkaç şiirine de yansıyordu. Alman kolonisindeki bu zıt unsurların, Monika’nın elit tabakadan kopuşunda etkili olduğu söylenebilir.
Monika, ELN’ye Che’nin ölümünden sonra katıldı. Bir şiirinde, “Bana sen öğrettin / insanın tanrı olduğunu /Golgota Tepesi’ndeki haydutlar gibi / solunda duran alçaklar da /birer tanrıydı”…
Che’nin ölümünden sonra hareketi toparlamaya çalışan İnti Peredo’nun döneminde katıldı harekete. Onun ölümünden sonra, şöyle yansıtmıştı yaşadığı: “İnti asla ölmedi / O uykularına kabus gibi çökerken/ Bolivya halkının kalbinde yaşamaya devam ediyor/ Talihsiz bir Eylül günü / Çarmıha gerili İsa misali / elinde mavzeri ile İnti / Bolivya halkına selam duruyor.”
Sinanlar, Kaypakkayalar da yaşadı öncü savaşı ve bedelini ödedi, bir başka yöresinde dünya dağlarının. Ama boşuna mıydı? Hayır. Che bugün aziz konumunda Bolivya’da. Dağlı, madenci, yerli halk kitlesi aldı mesajı. Trump’ın arkaladığı darbeyi geri püskürttüler Ekim ayındaki seçimlerde. Yine bir Ekim ayı!
Onun için bu halk Ermeni halkına yönelik soykırım ile hemen empati kurabildi; başka bir yerli halkın imhası anlatılınca. Ve kendini Nagorna Karabağ/Artsaghlılara yakın hissetti. Bolivya nere Hayastan nere?
Bizde de, Sinanların, Mahirlerin, İbrahimlerin anısı 1974 sonrası, egemenlerin deyimi ile “hortlayınca” dehşete düşmediler mi? Onlar da halk nezdinde azizleştirilmediler mi? Her yerde görülür olmadılar mı?
Monika, Che’nin ellerini kesen zabite, sözde “diplomat”a Nemesis’i uyguladı. Aynı Talat’inki gibi…
Alman Monika’yı Bolivya kasaplarına, Lyon kasabı Alman Klaus Barbie teslim etti. Faşizmin dini imanı yoktur!
Ama sabırlı olmak lazım bazen adaletin tecellisi için. Nemesis olmadan da mümkün bazen. Bu da benden kitaba bir ek: Barbie, 1983 yılında Fransa’nın talebi üzerine Fransa’ya iade olundu, insanlığa karşı Fransa’da işlediği suçlardan dolayı. Ve hapiste öldü. Hani bizdekilerin tersine…
Küçük bir ayrıntı: o dönem Mitterand devlet başkanıydı. Peki, danışmanı kimdi? Regis Debray! Barbie’nın cezasızlığını engellemeyi başarmıştı Debray. İntikamı böyle olmuştu, Monika’nın kellesini veren Barbie’den!
Teşekkürler Kürt halkının ve diğer halkların dostu İlhami Yazgan.
(*) İlhami Yazgan, Monica Ertl / Che’nin İntikamını Alan Kadın, Ceylan Yayınları Eylül 2020 İstanbul.
(**) Régis Debray, Devrimde Devrim, Türkçesi: R. Güngör, Toplum Yayınları, 1967 Ankara.