Cezayir’de bir şeyler oluyor. Yalnızca başkent Algiers’de değil, Bejaia, Oran, Batna ve Tizi Ouzou gibi ülkenin bütün büyük kentlerinde, sayıları milyonu bulan halk kitleleri sokakları ve meydanları dolduruyor. Ortalık durulsun umuduyla üniversite kampüsleri kapatılırken öğrenciler sokaklara akıyor. Stadyum önlerinde buluşan futbol taraftarları, maç yerine protesto yürüyüşüne gidiyorlar. “Genel Grev” çağrısı, işçi kitleleri ve emek örgütlerinden gün geçtikçe daha çok katılım görüyor. Cuma Namazı sonrası cemaat, camilerden alanlara koşuyor. Dükkanlar kepenk indirmiş; esnaf kent meydanlarında. Hakimler ve avukatlar adliye binalarından çıkarak cübbeleriyle sokağa katılıyor…
Üçüncü haftasını dolduran ve barışçı niteliği ile dikkat çeken dev gösteriler, somut siyasal sonuçlar almaya başladı. Başkan Buteflika, yeniden aday olmayacağını açıkladı; başbakan istifa etti. Ama bu kararların açıklanmasının ardından gerçekleşen ve rekor sayıda katılıma sahne olan 15 Mart Cuma protestoları, halkın taleplerinin artık siyasal makyaj hamleleriyle karşılanamayacak boyutlar kazandığının göstergesi.
Cezayir müesses nizamı, sağlık durumu zaten makamına uygun olmayan Buteflika’yı feda ederken nisanda yapılacak başkanlık seçimini de erteleme kararı almış bulunuyor. Üstelik henüz belirsiz olan yeni seçim tarihine kadar şimdiki Başkan görevde kalarak toplayacağı Ulusal Kongre ile birlikte reformlar yapacak. Protestocuların bu kararlar karşısındaki yorumu, iktidarın vakit kazanarak sokakların durulmasını beklediği yönünde.
Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) iktidarının bu kararı alırken, “Sarı Yelekliler” hareketi karşısında Fransa hükümetinin “bekle-gör” taktiğinden esinlendiği ortada; bir yandan reform sözleri vererek günü kurtarırken diğer yandan hareketin durulmasını beklemek. Batılı siyasal yorumcular, kanlı bir kurtuluş savaşıyla 1962’de Fransa’dan bağımsızlığını kazanmış olsa da hiçbir zaman kopmayan yakın ilişkilerine vurgu yaparak Cezayir’de başlayan protestoları Fransa’daki “Sarı Yelekliler” hareketinin uzantısı olarak görme eğiliminde. Ortadoğu kökenli yorumcular ise Cezayir’de yaşananları bir “geç kalmış Arap Baharı” olarak yorumlayarak 2011’de yükselen umutların hüsranla sonuçlanmış olduğunu hatırlatıyorlar.
Oysa tarihsel anlamda, Cezayir için artçı değil “öncü” nitelemesi daha uygun düşer. Yaşanan sürecin gecikmiş Arap Baharı ya da Sarı Yelekliler hareketinin uzantısı olmak yerine, küresel ölçekte yeni bir çağın kapılarını açmakta olma ihtimali daha yüksektir. Unutmayalım, Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere dünya ölçeğinde sömürge- sonrası çağın kapılarını açmıştı; Üçüncü Dünya başkaldırısının ilk kıvılcımıydı. Günümüzde Libya, Yemen ve Suriye’de yaşanmakta olan iç savaşlar ise 1991’de siyasal İslamcı FİS’in seçimleri kazanması sonucu Cezayir’in içine düştüğü on yıllık kanlı iç savaş sürecinde daha önce yaşanıp zaten tüketilmiş bulunuyor.
2000’li yılların hemen bütün protesto hareketlerinde gözlemlendiği üzere “geniş tabanlı ve spontane” biçimde, yatay iletişim ağlarıyla büyüyen hareket ise kendinden önce yaşananlardan çıkardığı derslerle donanmış görünüyor. Başarıya ulaşan ilk taleplerinin ardından yeni hedeflerini belirlemek için internet üzerinden oylama ile ortak karar aldıkları bir mekanizma oluşturmuşlar. Aynı mekanizma ile iktidar karşısında protestocuları temsil edecek bir komite oluşturulması da gündemde. Böylelikle, hareketin yatay, spontane ve katılımcı demokratik niteliği korunarak bir önderlik oluşuyor.
Cezayir’in iktidar bloğu, ordu, devlet partisi FLN ve bu güçlerle iç içe geçmiş bir enerji sektörü oligarşisinden oluşuyor. Değişim hareketi, bu elit içinde de bölünmeye yol açmış bulunuyor. Öğrenci dernekleri, sivil toplum örgütleri, Berberi ve Müslüman partiler ve radikal sol kadar, istifa eden milletvekilleri ve eski bakanlar, Kurtuluş Savaşı Gazileri Örgütü mensupları, belediye başkanları, bazı enerji sektörü şirketleri gibi elit unsurlar da iktidar bloğundan koparak protestolara katılma eğilimi gösteriyor. Ordu ise istikrarsızlaşma tehlikesine karşı uyarılar yapmakla birlikte müdahil olmama eğiliminde.
Türkiye’nin hemen tamamı saray kontrolündeki medyası, Venezuela örneğinin tersine Cezayir’i pek görmemeyi tercih ediyor. Akit gazetesi, Cezayir Adalet Bakanı’nın hakimlere sokağa çıkmamaları yönünde yaptığı uyarıyı haberleştiriyor. Bir Yeni Şafak yazarı, Cezayir’de gösteriler olduğunu belirtip hemen ardından “çok şükür ki Türkiye, Ortadoğu’nun en demokratik yönetimine sahip ülkesi” olduğundan, böyle şeylere memleketimizde mahal olmadığını belirtmek ihtiyacı hissediyor.
Oysa Cezayir sokaklarını ve meydanlarını yerinden oynatan hareketin sözcüleri, esin kaynakları olarak en çok 2013 Gezi Haziranı’ndan söz ediyorlar.