Sık sık cezaevlerinde ‘konuk’ edilen eski komünistlerin anılarını okumamış olabilirsiniz; ancak “Keşanlı Ali Destanı”, “Tatar Ramazan” gibi tiyatro oyunu ya da filmleri seyretmiş olanınız çoktur sanırım.
Eskiden devlet hapse attığı kişilere yemek vermezdi. Ya aileniz size bir şekilde yemek getirirdi ya da cezaevinde bulunan zengin kişinin sofrasına sığınırdınız. Kimi zamanlar Kızılay’ın yiyecek dağıttığı da olurdu.
Biraz da “sosyal-hukuk devletini” amaçlayan 1961 Anayasa’sının etkisiyle olsa gerek, 1960’lı yıllardan itibaren devlet, hapse attığı kişilere yemek vermeye başladı. Ancak devletin vermekle yükümlü olduğu yemek olayı, o günden bu yana tartışma konusudur. Hükümetler, her yıl hazırladıkları bütçede, her bakanlığa belli bir ödenek ayırır. İşte bu bütçede Adalet Bakanlığı’nın harcama kalemlerinden birisi de “günlük iaşe bedeli” miktarıdır. Belirlenen miktar, mahpus sayısı üzerinden cezaevlerine aktarılır.
Cezaevi idareleri, bu parayla her bir mahpusa günde bir ekmek verecek ve üç öğün yemek çıkaracaktır. Her yıl bir miktar arttırılan bu para, bu yıl için sadece 7,5 liradır. Ancak bu kadarcık parayla meyvesi-tatlısı içinde üç öğün yemek çıkarabilen her idare, adeta mucize yaratmakta.
Ancak yıllardır dile getirilen ve benim de artık bizzat şahit olduğum bir sorunumuz var: Bu yemeklere sindirim sistemimiz bir türlü uyum sağlayamıyor. Kullanılan ya da bilerek konulan hangi madde bağırsaklarımızı harekete geçiriyor bilemiyoruz. Ama bu soruna müdahil olmak istiyoruz. Neden mi?
Müdahil olmalıyız; çünkü devletin-hükümetin bütçesi bizim ödediğimiz vergilerden oluşuyor. Vergi mükellefi olmasanız bile, satın aldığınız her maddede vergi ödüyoruz. Hele, hele sigara ve içki içiyorsanız; arabanız varsa, vergi şampiyonu sizsiniz…
Bu genel ve belki ‘soyut’ durum ama böylesi dolaylı etkilenmenin ötesinde bir realite söz konusu. Cezaevinde kullandığınız elektriği hemen; yediğiniz yemeği ise bir süre sonra (vasiniz üzerinden) devlete geri ödemek zorundayız. Parasını ödeyip yediğimiz bu yemeklerdeki sorunu öğrenmek ve çözümünü istemek en doğal hakkımız.
Vurgulamakta yarar var: çıkarılan yemeklerde kullanılan gıda malzemesine, verilen tatlı ve meyvelere baktığımızda, burada yolsuzluğun ‘y’si bile söz konusu olamaz. Gerçekten cezaevi idaresi (belki de açık cezaevi ürünlerinin yardımıyla) adeta mucize yaratıyor.
Ancak sonuçta yemekler ile sindirim sistemimiz arasındaki uyum müzakereleri bir türlü olumlu sonuca ulaşamıyor! En halisane duygularımla soruyorum: Peki ama ne yapmalı?Görüş ve önerilerinizi bana yazarsanız sevinirim. Herhalde ‘yeni adresimi’ biliyorsunuzdur.