ATK, tutsakların sağlık durumlarına dair raporlar hazırlayan bir kurumdan çok, Kürt tutsaklar için ölüm fermanı imzalayan bir yapı haline geldi. ATK raporu sonrası cezaevinde yaşamını yitiren her tutsak, ATK’nin bir cellat rolünde olduğunun kanıtıdır
Salihe Aydeniz
Geçen hafta tıpkı Garibe Gezer gibi Reber Soydan’ın da cezaevinde “intihar” ettiği haberini aldık. Bugün ise Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde 14 Mayıs’ta ameliyata alınan tutsak Ergün Akdoğan’ın yaşamını yitirdiği haberi geldi. Çok acı bir ezber, Reber’in intihar etmediğini de, Ergün’ün hastaneye ne koşullarda götürüldüğünü de, ailelere çektirilen eziyeti de artık haberini almadan biliyoruz.
Geçen haftalarda Meclis’teki bir konuşmamdan Albert Camus’nun çok sevdiğim sözüyle başlamıştım konuşmama. Buraya da uygun olacak bir söz: “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.”
Cezaevleri, bir ülkenin adalet anlayışının en yalın halini serer gözler önüne. Türkiye’de, özellikle Kürt tutsaklar için bu yansıma karanlık bir tablo koyuyor ortaya. Kürt tutsaklar, insanlık dışı koşullar altında yaşamlarını yitirirken, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) siyasi saiklerle verdiği “cezaevinde kalabilir” raporları, tecrit uygulamaları ve infazı yakılan tutsaklar, bu ülkenin vicdanına kazınan utanç verici lekelerden sadece birkaçı.
ATK, tutsakların sağlık durumlarına dair raporlar hazırlayan bir kurumdan çok, Kürt tutsaklar için ölüm fermanı imzalayan bir yapı haline geldi. ATK raporu sonrası cezaevinde yaşamını yitiren her tutsak, ATK’nin bir cellat rolünde olduğunun kanıtıdır. Ve bu celladın sahipleri de, kulağına fısıldayanı da ortadadır. Halkları, toplumu, cezaevlerini, temelde İmralı’yı mutlak sessizliğe gömmek isteyen bu zihniyet vicdanın temeline adeta dinamit döşüyor.
Tecridin vardığı boyut sadece fiziksel bir izolasyon değil, aynı zamanda psikolojik bir işkencedir. İmralı’dan tüm cezaevlerine yayılan tecrit koşullarında infaz yakmalar, sosyal izolasyon, yetersiz beslenme ve sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılma gibi uygulamalar insanlık dışı bir ceza sistemi yaratmıştır. Tecrit, insan onuruna ve haklarına açık bir saldırıdır. Bu işkenceye içeride ve dışarıda göz yumanlar, insanlık suçu işliyor.
Türkiye’de son dönemde hükümetin başlattığı sözde “yumuşama” süreci, Kürt halkına gelince sert bir duvara dönüşüyor. Bu yumuşama sürecinin Kürtlere yansıması, adeta bir aldatmaca olarak karşımıza çıkıyor. Kobani Kumpas Davası’nda verilen kararların yanı sıra Kürt tutsakların yaşam koşulları, sağlık hizmetlerine erişimleri ve tecrit uygulamaları konusunda hiçbir iyileşme söz konusu değil. Hatta tam tersine, baskılar ve hak ihlalleri artarak devam ediyor.
Kürt halkının talepleri ve haklarını bu sürecin dışında bırakmak, Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar iktidarın sonunu getirdi; ancak savaş tamtamları arasında kendi sonunu duyamayan iktidar emin adımlarla faşist uygulamalarına devam ederken, sonunu getirenin Kürt halkının kararlı direnişi olduğunu göremiyor. Kürt halkı, iktidarın savaş politikalarına rağmen Türkiye halklarının özgürlüğü ve demokrasisi için yürüttüğü mücadeleden asla geri adım atmadı, atmayacak.
Bu direnişin karşısında durmaya çalışmak nafile, çok geç olmadan cezaevlerindeki koşullar iyileştirilmeli. ATK raporları denetlenmeli, taraflı rapor veren sorumlular cezalandırılmalı, infazı dolan tutsaklar serbest bırakılmalı, sağlık ve beslenme koşulları düzenlenmelidir. Her şeyden önemlisi tecrit koşulları kesinkes kalkmalı, tecridin kaldırılması için boykot eylemi sürdüren tutsakların taleplerinin tamamı karşılanmalı, CPT son İmralı raporunu yayınlamalı ve Sayın Abdullah Öcalan ile fiziki özgürlük koşullarında müzakerenin yolu açılmalıdır. Aksi takdirde halihazırda yokuş aşağı giden ülkenin durumu çok daha zorlaşacak, toplumun nefes alabilecek alanı ve gayesi dahi kalmayacaktır.
Cezaevlerindeki Kürt tutsakların yaşamları ve karşılaştıkları ağır insan hakları ihlalleri, Türkiye’nin adalet sistemi üzerinde kara bir leke olarak durmaktadır. İnsan haklarına saygılı bir toplum inşa etmek için, bu ihlallere karşı durmak ve tutsakların sesini duyurmak hepimizin sorumluluğudur. Adalet Bakanlığı ve ilgili tüm kurumlar, bu utanç verici uygulamalara son vermek için acilen harekete geçmelidir.