27 yıldır cezaevinde olan ve akciğerlerinde tümör, epilepsi ve kemik kanseri teşhisi konulmasına rağmen tahliye edilmeyen ağır hasta tutuklulardan Halil Güneş, ‘içeri’den koronavirüsü değerlendirdi
Halil Güneş*
Dünyayı etkisi altına alan KOVID-19 küresel salgını sonucunda binlerce insan yaşamını yitirirken ve önlenemez bir hal alırken Türkiye 11 Mart tarihinde resmi olarak ilk KOVID-19 açıklamasını yaptı. 11 Mart’tan bu yana artan vaka sayısı ile dünyada virüsün en hızlı yayıldığı ülkelerden biri oldu. Türkiye’nin Adalet Bakanlığı KOVID-19 salgının başlamasıyla birlikte, cezaevlerine yapılan tüm açık ve kapalı aile ziyaretlerini nisan ayının ortasına dek durdurdu ve bu sürenin gerektiğinde daha da uzatılabileceğini açıkladı. Nitekim öyle de oldu. Cezaevi yönetimleri, aile ziyaretlerinin kısıtlanmasını telafi etmek amacıyla, mahpusların aileleri ile 10 dakika fazladan telefon görüşmesi yapmalarına izin veriyor. Adalet Bakanı ayrıca yeni mahpusların tamamının cezaevine kabul edilmeden evvel tıbbi taramadan geçirileceklerini ve 14 gün karantina altında tutulacaklarını, cezaevi personeline de eldiven ve maske dağıtılacağını açıkladı. Uzun zamandır Türkiye’deki cezaevleri ile ilgili bir endişe kaynağı olan aşırı kalabalık, KOVİD-19’un yayılmasını engellemek için gerekli toplumsal mesafenin uygulanmasını imkansız kıldığını ve alınan önlemlerin ölümlerin önünü alamayacağını gözler önüne seriyor.
Böylesi kaygı verici bir dönemde cezaevlerinde virüsün yayılma riskini önlemek adına atılan adım ise tam bir başarısızlığın telafi edilemez hamlesidir. Kanun tasarısı Meclis’te onaylatılıp 90 bin adli mahkûm salıverilerek yerine “Terör Yasası” kapsamında yeni tutuklamaların da işareti verildi. Kanun tasarısında ise “Terörle Mücadele Yasası” kapsamındaki suçlar için getirilen genel istisna, bu suçlardan hüküm giymiş bütün mahpusları kapsıyor ve yargılaması süren veya henüz başlamamış durumdaki tutuklulardan hiç bahsetmediği gibi, kronik sağlık sorunları nedeniyle KOVİD-19 karşısında ölümcül risk altında bulunan tutuklulara veya hükümlülere de bir ayrıcalık tanımıyor. Diğer yandan siyasi tutuklular için ise başta “Terör Suçları” olmak üzere en ağır suçlardan hüküm giymiş tutukluları, sağlık sorunları bulunsa da veya hapishane koşullarında kendilerine bakabilecek durumda olmasalar da dolayısıyla KOVİD-19 karşısında ölümcül risk altında bulunsalar dahi kapsam dışı bırakıldı.
Nasıl ki Hz. İsa’dan önce ve sonra diye kodlama yapıldıysa , inancım odur ki dünya hali açısından yaşadığımız günler de böylesi bir milat olacak ve koronavirüsten önce ve sonra diye yapılacak tüm değerlendirmeler. Biz halk olarak Araf’ta varlık-yokluk tahterevallisinde isek; insanlık da her gün her açıdan bir bütün sistem olarak virüs öncesi ve sonrası olarak çözümlenecek. Gözle görülmeyen, elle tutulmayan bir virüsün sekiz (8) milyar insanın psikolojisiyle böyle oynamasını doğanın uyarısı ve öfkesi olarak belirtebiliriz, değil mi? İşte doğanın ekolojik dengesinin insan eliyle bozulmasına doğanın basit bir cevabı… Ve beşbin yıldır kendini tahkim eden devletli sistemlerin içine düştüğü acz ve çaresizlik! Korona ile yatıyor, korona ile kalkıyor “koca” insanlık… Uzaya açılan, Ay’a, Mars’a giden, en yıkıcı nükleer kimyasal bombalar yapan, denizin yüzlerce metre altındaki balığın gözlerini görüntüleyen bilim, bir virüs karşısında tam panik halinde ve çözüm için aylar, yıllar öngörüsünde bulunuyor. Bu çelişkinin kendisi bile insanın ne kadar zayıf ve doğasını tanımadığının ifadesi değil mi? Kastım; yalnız ulus devletlerin değil, sistemin bütününün sorgulanacağının ipuçlarının yeteri kadar olduğudur. Kendini yapay krizlerle tahkim edip sürdüren sistemin böylesi gerçek-küçük bir kriz karşısında neredeyse iflasını açıklayacak hale gelmesi onun zayıflığını da ele veriyor işte!
Biz içeridekilere dönük tanım ise apayrı bir konu; Çünkü, “En dezavantajlı kesimin en üst risk grubunu” oluşturduğunuzu belirtiyor Tv kanallarındaki programlara katılan profesör ünvanlı akademisyenler… Çözüm mü? Görüşleri, iletişimi vb. yılların birikimini ortadan kaldırmaktan başka bir önlem yok. Elbette ki sistemin en zayıf halkasındaki konumumuzun bilincinde ve farkındalık içindeyiz. Hem en zayıf hem de en güçlü pozisyonda olduğumuzu belirtmeye gerek bile kalmıyor.
Ama şu günlerde bir virüs bir başına yakın yüzyıla yayılacak öyle ani, hızına yetişilmez değişimlere yol açıyor ki, mevcut insanlık daha şimdiden beş bin yıllık sınıflı-devletli sistemin tüm çürümüşlüğünün, çaresizliğinin üzerine çöküşüne tanıklık ediyor. Bizlerin farkındalığıyla elde ettiği bilinç düzeyi çok daha soğukkanlılıkla sorunun kaynağını tespitte ve doğrultumuzun rasyonalitesinde adeta insanlığı buluşturuyor.
Çok ciddi bir demagojiyi ve çarpıtmayı de belirtmek istiyorum. Tüm otoriteler liberal kalemşörler ”Virüsün herkese eşit davrandığı” gibi bir fikri günde yüz defa tekrar ederek, bilinç bulandırmaya devam ediyorlar. İşte falan ülkede bir Bakan, filan ülkede bir ünlü (futbolcu, aktiris vb) hatta kraliyet ailesinde bile pozitif vakalar olduğunu belirterek gerçekleri gözlerden kaçırmaya, bilinçleri muğlaklaştırmaya çalışıyorlar. İlan edilen finansal önlemler de egemenliklerini tahkim etmenin ötesine geçmiyor. Eşitsizler arasındaki uçurumlar dünya ölçeğinde çok daha derinleştiriliyor. Ve bu gündem artık bir durum olmaktan çıkıp bir sürece evrildi. Elbette ki biz kendi varlık sorunumuzu bu toz, gaz virüs kaosuna teslim edemeyiz.
* Hasta tutsaklardan olan Halil Güneş, akciğerlerinde onlarca tümör, epilepsi ve kemik kanseri teşhisi konulmasına rağmen tahliye edilmeyen ağır hastalar arasında bulunuyor. 27 yıldır Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde olan hasta tutsak Halil Güneş, KOVİD- 19 salgınını cezaevinde koşullarında ulaştırdığı mektupla değerlendirdi.