Ne içerdekiler kahraman – Ne de dışardakiler korkak… H.H. Korkmazgil
Cezaevi direnişleri ve açlık grevleri üzerine söz söylemek zordur. Ölümle zulüm, esaretle cesaret arasındaki ince çizgide kitabın orta yerinden konuşmak olmaz. Geçmiş cezaevi deneyimim ve açlık grevleri tanıklığım nedeniyle tecride karşı ölüm sınırında süren açlık grevi üzerine hariçten gazel okuma cesaretini kendimde buluyorum. Siyasal koşullar, dönemler değişse de cezaevlerindeki baskılar ve baskılara karşı tepkiler benzer biçimde sürüyor ve sürecek.
“Sürecek” dememin nedeni durumu kanıksamış olmam nedeniyle değil. Türkiye gibi yasa ve anayasanın bir süslü metin olmaktan öte geçemediği ülkede, cezaevlerinde temel haklar için verilen mücadele ve elde edilen haklar sahilde kuma yazı yazmak gibidir. Yasalarda ayan beyan yazan temel haklar için ölesiye mücadele vermek zorunda kalırsınız ve kısmen devlete geri adım attırırsınız ama geri çekilen zulüm dalgası gücünü toplayıp tekrar kıyıdaki kumlara yazılan kazanılmış hakları siler. Yasalarını uygulamaya söz veren devlet asla sözünü uzun süreli tutmaz. Bu nedenle siyasi tutukluların ömrü, cezaevinde direnmekle geçer.
Direnmek sonuçsuzdur demiyorum, aksine direnmek içerde diri kalmanın ve dışarda direnç yaratmanın bir aracadır. Unutulmaması gereken şey; cezaevinde son kavga ve nihai zafer diye bir şey olmadığıdır.
Mevcut açlık grevinin tek bir talebi var. İmralı’da A. Öcalan’a uygulanan mutlak tecridin kaldırılması. Leyla Güven açlık grevine başlarken bu talebi dile getirdi. Mesele A. Öcalan olunca tabi çok kişi devletin hışmına uğramamak için suskunluğu tercih etti. Yasalar ve insan hakları kuralları pozitif uygulamalar dışında ayrımcılık taşımaz. Benim, sizin ya da herhangi bir insanın tecrit altında tutulması yasadışı ve insan haklarına aykırıysa bu doğal olarak A. Öcalan’ı da kapsar. Hiçbir siyasi paydaşlığımız olmayan ve hatta siyasi hasımlarımız saydığımız Taliban ve El Kaide tutuklularına çok uzaklarda olan Guantanamo’da uygulanan tecride söyleyecek sözümüz varken, İmralı ve F tiplerinde uygulanan tecride karşı da elbet gözümüzü kapayamayız. Leyla Güven’in “İmralı’da tecride son verilsin” talebi kimilerine göre sahiplenilmesi zor bir talepmiş gibi gelse de tecridin Ali’ye-Veli’ye mi, Ayşe’ye-Fatma’ya mı uygulandığına bakılmadan toplamında suç olduğunu söylemek insanlık görevidir.
Soru: Açlık grevi intihar mıdır?
Cevap: “Dünyayı sevenler veli değildir, canından geçenler deli değildir”
Açlık grevleri her gündeme geldiğinde bu tartışmaya girmek zorunda kalıyoruz. Cezaevinde ve dışarda açlık grevi eylemi yapan eylemciler arasında “ölürüm de dönmem” diyeni çok gördüm ama ölmek isteyen tek bir eylemci görmedim. “Ölümü kutsamak” vb. suçlamalar haksızlığa karşı bedenini ortaya koyan ve elinde başka hiçbir şeyi olmayan insanlara büyük haksızlık. Açlık grevi ve ölüm oruçlarını illa bir kaba koyacaksak intihar değil “feda” kavramı daha doğru bir kavram olur. Koğuşu dağıtmak için içeri giren jandarmaya karşı etten duvar örüldüğüne tanık oldum. Elinde vücudu dışında direnecek bir şeyi olmayanların “etten duvar” olması abes bir davranış biçimi değildir, abes olan dışarda olup cezaevindeki işkenceye seyirci kalmaktır. Açlık grevi kimseye önerilecek, tavsiye edilecek bir eylem biçimi değildir. Açlık grevi yapana açlık grevine devam etmelisin, haklısın da denilmez ya da açlık grevini derhal bırakın çağrısı da yapılmaz. Yapılması gereken en doğru şey açlık grevine sebep olan işkence, tecrit vb. gibi temel insan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılması için tavır belirlemektir.
Açlık grevini devam ettiren tutuklulara tek bir sorum var: Sizin için kazanım nedir? AKP açlık grevinin büyümemesi için Leyla Güven’i tahliye etti, İmralı’da aile ve avukat görüşü yaptırarak tecrit görüntüsünü güya ortadan kaldıracak taktiksel hamleler yaptı. Tecridi kaldırmak gibi samimi bir adım olmadığı ortada ama cezaevi tarihini incelediğimizde siyasi güç dengeleri sokakta dengelenmediği sürece devletlerin samimi olduğu görülmemiştir. Açlık grevi gündemli ortaya çıkan sokak hareketleri ve AKP’nin iki adım ileri, bir adım geri taktiksel hamlelerini ve F tiplerine karşı başlatılan ölüm oruçlarına karşı uyguladığı yol ve yöntemler ışığında açlık grevini sürdürenler yeni durumu tekrar değerlendiremez mi? Fiili ve iradi kazanım elde edildiği gün gibi ortadadır.
Açlık grevleri sürerken en çok yüreklerimizi ezen görüntü cezaevi önlerinde anlara yapılan saldırılar. Benim kolum koparıldığı gün Burdur cezaevi önünde annemi yerlerde sürüklemişler, bir basın toplantısında “ben o günden beri hiç etek giymedim” demişti. Annelere yapılanlar ve bizim kahredici sessizliğimiz sürüp gidiyor. 12 Eylül faşizminin cezaevi işkencelerine karşı TBMM kapısı önünde polis tarafından coplanarak öldürülen Didar Şensoy’dan bugüne anneler direniyor. Siyasette ölüm bir yok oluş değildir. Bazen bir çığlık veya karşı duruş bir elin parmak sayısı kadar bile yokken birden bire milyonları zalime karşı mücadeleye katabilir. Diyarbakır işkencelerini yapanlar gibi, bugünün muktedirlerinin de bir taraftan öldürdüklerinin ardından sevinirken diğer taraftan “Bu ne zor bilmece: Öldürdükçe çoğalıyor adamlar-Ben tükenmekteyim öldürdükçe…” dediklerini duyar gibiyim ama biz ölüm haberleri duymak istemiyoruz artık.