Doğada isimlendirilen her şeyin, insanlık hafızasında bir öyküsü var. Yaşlı amcanın buza kesmiş Çıldır Gölü’nün üzerindeki kızağına bağlı atları dehlerken boşlukta savurduğu kamçısının şakırdayışında anlattığı efsane, ‘Çıldır Gölü’nün’ ve ‘Kal-Kaçış kalesinin’ ismine dair büyüleyici bir öyküydü. Ben öykülere böyle anlarda vuruldum işte.
‘Beyin duası kabul oluyor; çeşmeler çıldırasıya akıyor, su durulmuyor ve beyliğin kurulduğu çanaktaki her şeyi yutuyor. Çıldır ismi oradan geliyor’ diye başlıyor yaşlı amca. ‘Öyle bir su birikiyor ki bu göl Van Gölü’nden sonra bölgenin en büyük gölü oluyor.’
Çıldır bölgesinin medeniyete beşiklik etmesi Urarturlara kadar uzanıyor. Son dönem Doğu Ekspresi furyası ile turizmin cazibe noktalarından biri olan ‘Çıldır’ Gölü ve ötesindeki ‘Kal-Kaçış’ kalesi, yaşlı amcanın anlattığı efsanenin izlerini taşıyor.
Tarihi durakların birinde, bugünkü Çıldır Gölü’nün bulunduğu çanakta, bir beylik kuruluymuş. Beyin yiğit ve yakışıklı oğlu arkadaşları ile birlikte, o zaman sık ormanlar ve derin kanyonlarla kaplı, Çıldır’ın üst bölgesinde ava çıkmış. Gün geceye evirildiğinde arkadaşları onsuz dönmüş. Süvarisiz atını beyin kasrının kapısına çekip, küçük beyin bir alageyiğin büyüsüne kapılıp gözden kaybolduğunu söylemişler. Bey ahaliyle birlikte günlerce oğlunu aramasına rağmen, izine rastlayamamış; sanki kanyon beyin oğlunu yutmuşmuş. Beyin bir de oğlunun ikizi ve kardeşine ruhuyla bağlı bir kızı varmış. Kardeşinden geriye kalan atına bağlanmış, bir gün döner ve biner hissi ile kendisi bakıyormuş.
Bey, inandığı ve duyduğu tüm tanrılara yalvarıp yakarmış ‘oğlum gelsin de beyliğim yerle yeksan olsun’ demiş. Beyin oğlu sık orman ve derin kanyonda günlerce dolanıp durmuş, lakin yolunu düzeltememiş. Kanyonda akan derenin kıyısındaki dar bir koyakta, dinlenmek için soluklandığında, su sesi ve kuş cıvıltılarının sakinliğinde yorgun bedeni derin bir uykuya dalmış.
Kanyonun üst bölgesindeki yıldırım tepesinde kurulu kalede yaşayan Kal Beyi’nin güzeller güzeli kızı, nedimeleri ile suya indiğinde gördüğü ve kaleye davet ettiği beyin oğluna ilk bakışta sevdalanmış. Lakin beyin oğlunun tek derdi bir an önce beyliğine dönmekmiş. Kal Beyi’nin kızının dillere destan güzelliğine vurulup kalmaktan korktuğundan, duygularına karşılık vermiyormuş. Yüreğinin aklına hükmetmeye başladığını anladığında ise ‘Kal’ ‘den kaçmış. kalenin ‘Kal’ olan ismi o günden sonra ‘Kaçış’ olmuş.
Beyin kızı kardeşinin döndüğü haberini aldığında, kırk musluklu çeşmede atını suluyormuş. Mutluluktan muslukları kapatmadan kaçan kızın peşinden, kırk çeşmeden çıldırasıya akan su, çanağı doldurup her şeyi yutunca, işte bugünkü Çıldır Gölü oluşmuş.
Beyin oğlu beyliğine ulaşmış ulaşmasına da, Kal Beyi’nin kızı, kara sevda belasından yataklara düşmüş. Aylarca yemeden, içmeden beyin oğlunu sayıklamış. Ruhunu teslim etmeden önce, kendisini bırakıp giden beyin oğlu olur da dönerse, bir dikili taşını dahi bulmasın diye vasiyet etmiş. Babası vasiyeti üzerine, hem kaçış kalesinde, hem de şimdilerde ikisi de Gürcistan sınırında kalan diğer iki kalede mezarlar kazdırmış ve kızını bir gece yarısı defnedip üç ayrı kaledeki mezarları kapatmış. Kimsecikler beyin kızının mezarının hangi kalenin hangi yerinde olduğunu bilememiş. Ve baba bilinmesinin önüne geçmek için buna şahitlik eden adamlarını kendi elleri ile öldürmüş.
Êzidî inanışına göre hakaret ve küfür atfedilen ve hiçbir şekilde kalenin ruhu olan efsanesini çağrıştırmayan bugünkü ismini hiç anmadan, efsane kokan tarihten ismi ile bilir ‘Kal-Kaçış’ kalesini. Yolunuz düştüğünde, yalnızca Çıldır Gölü’nü değil, varın üç bin yıllık heybeti ile duran, üç yanı uçurum kaleyi de ziyaret edin ve bir süre kalın, beyin oğlunun kaçarken kendini bıraktığı kanyonu seyre dalın.
Efsane yatağı Çıldır Gölü seyrine gelenleri büyüleyen, müthiş bir doğa mucizesi yaşıyor. Aralık ayından başlayarak nisan ortalarına kadar tüm yüzeyi otuz santim kalınlığında buz tutuyor. Mayıs başında bile, gölün yüzeyinde yüzen buz adacıklarını görmek mümkün. Çevre köylerden kızakçılar, gelen misafirlerine gölün buz yüzeyinde kızak sefası yaşatıyorlar. Balıkçılık halen atadan kalma yöntemlerle yapılıyor; buzun yüzeyi birbirinden üç yüz, dört yüz metre uzak, bir metre çapında iki daire şeklinde kesiliyor. İki taraftan bağlı ağ göle indiriliyor. Bir gün sonra bir taraftan yavaş yavaş çekiliyor. Bol yağda çıtır çıtır kıvamda kızartılan sarı sazan balıklarının lezzetine doyum olmuyor.