Stockholm. İsa Turan’ın bana ilettiği Yavuz Önen’in “Hayatı Sevdim” adlı kitabı bana yeni yıl armağanı gibi geldi.
İHD’den mücadele arkadaşım Emir Ali Türkmen, yayıncılığı başarılı bir biçimde devam ettiriyor. Uzun yıllar İletişim Yayınları’nın Ankara temsilciliğini yapması, ona bu alanda da sağlam bir zemin sağladı.
Cesaret ve onur diye tanımlıyorum kimi yaşam örneklerini. Zor zamanlarda bu ikisinin birlikteliği daha bir önem kazanıyor.
Hatta karşıtlarında bile bir saygı yaratıyor. Ayşe Nur’da olduğu gibi. Her ikisi de dik duruşları ile, sık sık yüz yüze geldikleri polis/adliye nezdinde bile Ayşe Hanım ve Yavuz Bey’diler.
Cesaret ve onur sınavından geçildi 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün karanlık günlerinde. Fatoş Güney’in anıları ile peş peşe okumam iyi oldu.
12 Mart’ta nasıl bir hayranlık uyandırıcı bir paralellik var. İnsan avına çıkılan balyoz günlerinde kolay mı kapı açmak devrimci gençlere?
Aynı zamanda bu, zor zamanlarda gerçek aydın olmanın sınavı bir anlamda.
12 Mart darbe günlerinde Ankara’da Mahirlere, Ertuğrullara Yavuz Önen kapı aralarken, İstanbul’da Güney çifti çatılarını açıyorlardı.
Ya da bir Murat Belge, Maltepe kaçgunundan sonra, Bebek’te koru içindeki evini açabiliyordu.
Cağaloğlu’nda May Yayınları’ndan arkadaşımız Mehmet İncili Mahirleri toparlamak üzere triporteri ile yola çıkıyordu da, Maltepe’de buluşulamıyordu.
Buluşulsa, kapı açmayı kabul edenler arasında Ayşe Nur ile Babür de vardı.
Yavuz Önen, 68’lilerin Yavuz Abisiydi. Üstelik 68’i bizzat Paris’te yaşamış.
Kökler ise Mezopotamya’nın derinliklerinde, Mardin /Midyat/Nusaybin hattında. Kürtlerle Süryaniler ile tanışıklık, kimileri gibi sonradan değil.
Tam bir çokkültürlülük karışımı örneği. Yerel diller yanında mükemmel bir Türkçe ve Fransızca. Üstüne bir de faal mimarlığı ekle, eşi Rezzan ile birlikte.
12 Eylül sonrası kimileri kaçacak delik arar, sistemle barışmağa çalışırken, kimileri de kurumların meşruluğunu ayakta tutma çabasındaydı.
Yavuz Önen Ankara’da meslek kurumlarını ayakta tutmaya çalışırken, Ayşe Nur İstanbul’da sol yayıncılık ve dağıtımcılığı ayakta tutma kavgasındaydı.
Hiçbiri de teşekkür beklemedi bu çabaları için.
Rezzan Önen ise, Demokrat gazetesinin kurumu Bassan’ı ayakta tutma kavgasına omuz verdi cesaretle Ahmet Yıldız, Gülten Akın, Emin Galip Sandalcı, Aslan Başer Kafaoğlu ile birlikte. Demokrat gazetesini kuran 36 aydından biriydi.
Hani derler ya, her başarılı adamın arkasında güçlü bir kadın vardır diye. Rezzan Öner, gözaltılar, hapislikler arasında çocuklarını dünyaya taşıdı, bir yandan da ortak harika bir mimarlık mesleğini sürdürürlerken.
12 Eylül sonrası yıkımdan sonra, demokratik toplumu hedef alan toparlanma kavgasında da büyük emek harcadı Yavuz Önen. ÖDP gibi ortak projelere omuz verdi. Keşke başarılı olsaydı.
Kürdoloji’nin bence dünya merkezi olan Paris Kürt Enstitüsü yönetiminde yer aldı.
Resimlere bakarken, TÖB-der yöneticisi, Demokrat gazetesi editörü İbrahim Sevimli’yi görmek de duydulandırdı beni. 12 Eylül cuntasını sembolik olarak yargılayan Hannover Tribünali’ni organize etmişti. Devrimçi İşçi dergisini canlandırmıştı Almanya’ya gider gitmez, dağılmayı engellemişti.
O da kanserden gitti Ayşe Nur gibi.
Ve elbette İnsan Hakları Vakfı. Hey gidi Helmut Oberdiek.
Devrimci İşçi’den arkadaşım Feyyaz Kerimo da az koşturmamıştı Vakıf için. Feyyaz Kerimo da benim gibi İÜ İktisat’tan mezun. Galiba o da benim gibi doktorayı tamamlayamayacak, bir sürü alanda koşturmaktan…
Sonuç olarak, Emirali’nin yazdığı gibi, “Önen’in anıları sadece kişisel bir tarihin anlatımı değil, Türkiye solunun ve toplumsal hareketlerinin de geniş bir kadrajdan betimi. Bir yönüyle, Türkiye’nin siyaset tarihi, sosyalizm, özgürlük ve barış için çarpan bir yüreğin kaleminden… 1940’lı yılların Midyat’ı…Süryaniler, Ermeniler, Kürtler, Araplar… Halkların renk cümbüşü… değişik diller masallar, kültürlerin vazgeçilmezi yemekler…”
***
(*) Yavuz Önen, “Hayatı Sevdim”, Dipnot Yayınları Ankara 2020.