Ceren Damar’ın bir öğrenci tarafından katledilmesini herkes durduğu zeminden yorumluyor. “Menfur saldırı” korosu olayı yine münferit ve sıradanlaştırırken, olayı cari siyasete malzeme yapanların fırsatçılığı gözden kaçırılacak dozda değildi. Ceren Damar’ı öldüren Hasan İsmail Hikmet’in suçuna “ortak” olan kolektif suçun ucu çok yere uzanıyor.
Demirel döneminde açılan, Arı Eğitim Kurumları’na ait Çankaya Üniversitesi açıklaması ile başlayalım. Utanmasalar “eğitim şart”a bağlayacaklar. Üniversite yönetimi cinayete giden sürece ilişkin hiçbir sorumluluk üstlenmeden “uzlaşma kültürü”ne vurgu yapıyor. O silahın ve bıçağın üniversiteye nasıl sokulduğunun araştırılacağına dair tek bir açıklama yapmıyor. Ait olduğu sistemin dili ile “eğitim şehidi” kamuflajını giyiniyor.
Oysa Ceren Damar’ın öğrencileri Hasan İsmail Hikmet’in bıçak taşıdığını, okul kantininde sık sık olay çıkardığını söylüyor. Daha can alıcı nokta ise bu öğrencinin üniversite yönetimine defalarca şikayet edildiğinin ifade edilmesi. Özel üniversitelerin “müşteri öğrenci” anlayışının bu cinayette hiç mi payı yok? Yeni rektörün 27 Aralık’ta atandığı bilgisinden yola çıkarsak, şikayetleri görünmez kılan eski rektörün hiç mi payı yok?
Cinayet sonrası “Me too” diyebileceğimiz pek çok paylaşımda, “patronlaşmış” öğrenci profilinin ne kadar yaygınlaştığı görülüyor. Kamu üniversitelerindeki hoyratlık da aşağı kalır değil.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde 4 kişiyi silahla öldüren araştırma görevlisi Volkan Bayar’la ilgili defalarca şikâyette bulunulduğu ortaya çıkmamış mıydı? Prof. Ayşe Aypay ne demişti: “1,5 yıldır defalarca dilekçe verdik. Hep üzerini örttüler. Volkan’ı korumanın bedelini kim ödeyecek. Benim eşim Volkan Bayar’ın iftiraları yüzünden işinden atıldı. 5,5 ay hapis yattı. YÖK ve rektörlük Volkan Bayar’ı sonuna kadar korudu.”
Giresun Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olan bir kadının, Ceren Damar’ın öldürülmesinin ardından paylaştıklarını okuyalım: “Ben de araştırma görevlisiyim, olan bitene hiç şaşırmadım. Şımartılarak yetiştirilmiş bir nesil var, saygısızlar, her şeyi kendilerine hak görüyorlar. İstisnalar elbette var ancak bizler fakültelerde sürekli tehdit altında yaşıyoruz. Zamanında beni de rehin almıştı bir öğrenci.”
Marmara Üniversitesi’nde çalışan bir akademisyen de “KHK’lı hocalarımızı uğurlarken basın açıklamamıza üç kere saldırı olmuştu öğrencilerden; taşla, şişeyle… Kampüs içinde linçten otobüslerle uzaklaştırılarak kurtulmuştuk. Bir güvenliğin sözünü unutamam: Güvenliğe güvenmeyin hocam.” Güvenliğin her şeyi çözeceğine inanç, solcu öğrencilere yönelik saldırılarda kullanılan aletlerin okullara nasıl sokulduğunu bilmek istemedi. Uzun yıllar “karşıt görüşlü öğrenciler” masalına inandı. Bir polisin Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde solcu öğrencilere saldıran sağcı öğrencileri karşısına alıp “herkes aklını başına toplasın” nasihatlerini hatırlatmak istiyorum.
Korku ile meşrulaştırılan aşırı güvenlik rejiminin esiri olan üniversiteleri güvenlik sektörünün pazarı haline getiren, x-ray cihazlarından medet uman “huzur” arayışının bu cinayette hiç mi payı yok? Cat Güvenlik’ten hizmet alan Çankaya Üniversitesi’ne bıçak ve silahların nasıl sokulduğunu bakalım aydınlatabilecekler mi?
Yine Ankara Üniversitesi’nde hocaların cübbelerini postalları ile ayakları altına alan, “Senden hoca olmaz” değerlendirmesini kendinde hak gören polisin güç devşirdiği, entelektüel birikime saldıran “mankurt” söyleminin hiç mi payı yok?
Gelelim cinayetin en kritik noktasına.
Hasan İsmail Hikmet, Ceren Damar’ı önce dövüyor, iki kez ateşlediği silahı ile göğsünü hedef alıyor, sonra da defalarca bıçaklıyor. Kadın cinayetlerinden, trans cinayetlerinden çok iyi bildiğimiz bu dozu yüksek cinayetin faili erkek bir öğrenci. Sorgusunda kullandığı, “Beni tersledi, kendime hâkim olamadım” ifadesinde buram buram kokan erkekliğin hiç mi payı yok? Bal gibi de var. Bir kadının iradesine, karşı çıkışına tahammül edemeyen şey ego ile açıklanamaz.
Ceren Damar, kadınların takibi olmasa “intihar” ile üzeri örtülecek Şule Çet davasının ilk duruşmasına da katılacakmış. Olmadı.