Seçim sonrası başlattıkları eleştiri-özeleştiri sürecine ilişkin Cengiz Çiçek gazetemize konuştu: ‘Şimdi ortada bir seçim başarısızlığı var; o vakit yine hep birlikte bunun sorumluluğunu üstümüze alma zamanıdır’
Ferhat Çelik
14 Mayıs seçimlerinin ardından muhalefet partileri eleştiri sürecine girerken Halkların Demokratik Partisi (HDP) seçimlere listesinden girdiği Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ile birlikte yeni örgütlenme sürecine girdi. Seçim sonuçları üzerinden kurulları, bileşenleri ve ittifak partileri ile toplantılar gerçekleştiren HDP ve Yeşil Sol Parti, halk buluşmaları ve toplantıları gerçekleştiriyor. Dosyamızın 3’üncü ve son bölümünde Halk toplantılarına katılan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü aynı zamanda Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek’le konuştuk.
- 14 Mayıs seçimlerini geride bıraktık. Sizce 14 Mayıs seçimlerinde Türkiye muhalefeti ne kazandı ne kaybetti?
Soruyu Cumhur İttifakı karşısında konumlanmış tüm muhalefet açısından yekpare yanıtlamak doğru olmayacaktır. Üçüncü Yol ısrarı olanlar açısından baktığımızda parlamentoda Kürt halkının, işçi sınıfının ve ezilenlerin sözünü söyleyebilmek ve bu sözü etkili kılabilmek için bile toplumsal mücadelenin ne denli zaruri olduğu ortaya çıktı. Parlamento merkezli bir kazanımın seçim gününe varmadan, sandık sonuçlarına gitmeden elde edileceği bugün bir ayna olarak karşımızda durmakta.
Toplumsal mücadeleden ya da sokak siyasetinden kast edilenin de yeniden konuşulması, ele alınması gerekmekte. Mahallelerde, köylerde, sitelerde, fabrikalarda, inşaatlarda konumlanmak, ilişkilenmek, yaşanan ortak sorunlar etrafında kalıcı-geçici birliktelikler kurmak, dönüştürücü, örgütleyici bir tarzın sahibi olmak, gerektiğinde de devrimci bir sokak tavrı almak gibi çoğaltılabilecek ve ortak akılla zenginleştirilebilecek bir politika anlayışından söz ediyorum. Sahada salt insanlara seslenen, kendisini alkışlatan ama gündelik hayatın içinde toplumsal sorunlarla hemhal olmayan, bunun sorumluluğunu almayan yönetici, temsilci karakterinden ve örgüt formundan hızla uzaklaşarak işe başlayabiliriz. Stratejik hedeflere ve bu hedefler etrafında toplumsal örgütlenme ve dönüşüme ancak hep beraber unuttuğumuz bu tarzı hatırlayarak ve hayata geçirerek ulaşabiliriz. İktidarın politikaları sonucu toplumdaki kültürel ve ideolojik kamplaşmayı, katılaşmayı da ancak bu pratik tarzla yumuşatabileceğimizi görmemiz gerekiyor. Toplumun siyasallaşması ve emekçi kitlelerin, yoksulların örgütlenmesi olmaksızın yürütülecek her türlü durağan, konfor alanının dışına çıkmayan ‘muhalif’ tavrın, yani sadece söyleme dayanan bir siyasi varoluşun kaybetmeye mahkum olduğunu görmeliyiz artık. Şimdi bu görebilme halini doğru değerlendirir ve bir hakikate çevirebilirsek, yani praksisi inşa edebilirsek, seçimdeki başarısızlığın gerçek nedenlerini de daha doğru tanımlamış ve çıkışı da buradan sağlamış oluruz.
Seçim sonuçları sadece seçim sürecindeki tercihler ya da eksikliklerle tahlil edilirse demokratik devrimci mücadelenin kendi hakikatinden kopan bir yanlışlığı hep birlikte örmüş oluruz. Asıl yenilgi de ancak bu durumda söz konusu olur. O nedenle yenilmedik, başarısızız; zafere gidecek yol da başarıyı nerelerde aramamızla doğrudan ilintili.
- Seçim sonuçlarını Kürtler açısında nasıl okumak ve ele almak gerekir? Sonuçlar Kürtler açısından nasıl bir yol gösteriyor?
Kürt siyasal hareketinin tarihsel mücadelesi ve bu mücadele birikiminin üstüne yeni birikimler, katkılar ve değerler katamayan demokratik siyasetin şapkayı ciddi bir şekilde önüne koyması gerekiyor. Kürt hareketinin uzunca süredir Çöktürme Planının doğrudan hedefinde olduğu gerçeğini ıskalamadan ve buna rağmen Kürt halkının önemli bir oranda siyasal tavrını koruduğunu da not etmek gerekiyor. Ancak bu artılar bizim yetineceğimiz şeyler olmamalı. Aradan geçen yıllar içerisinde iktidarın kültürel, sınıfsal, inançsal, sosyal ve siyasal kuşatma ve tasfiye konseptini boşa çıkaracak işlere odaklanmak ve karşı bir hamleyi gerçekleştirecek karakteri de ortaya çıkaramadığımız bir gerçek. Örneğin Batı illerinde yaşayan Kürtlerin partimize verdiği desteğin Kürdistan’da yaşayan Kürtlerden az olması üzerinde kafa yormalıyız, dersler çıkarmalıyız. Buradan iki sonuç, iki ders çıkarılabilir: birincisi Kürdistan’da devletin çıplak zor görüntüsü ve Kürt hareketinin birikimi belirli bir oranda Kürt halkının siyasal tavrındaki netliğini korurken görece zor aygıtlarının kendisini doğrudan hissettirmediği ve sistemsel çelişkilerin daha da inceltildiği Türkiye illerinde aynı tavır netliği görülmüyor. Birinci sonuca referansla ikincisi, o halde Kürdistan politikasını Türkiye sahasında da merkezine alan, bu politikayı Kürt emekçi sınıflara dokunan, batıdaki her sınıftan, katmandan Kürdü kültürel ve ulusal değerleriyle buluşturan bir mücadele hattına güçlü ihtiyaç var.
- Bu nasıl başarılacak?
İktidarın daralttığı siyaset alanı bizleri parlamento merkezli bir bakışa sürüklemiş görünüyor. Vekil adayı veya vekil olmanın bunca önem kazanması da bu daralan siyaset alanının sonuçlarından biri. Bu daralan politika alanı ve anlayışı, Kürt halk mücadelesinin devrimci karakteri ve deneyimleriyle de zihniyetsel bir çatışma halinde esasında. Belki yüksek sesle, karşı sözlerle ya da subjektif değil ancak yapılamayan, edilemeyenlerle ya da farklı anlayış ve tarzlarla kendisini bu devrimci geleneğe ve anlayışa dayatmakta. Devlet de kanser uru gibi gelişen bu anlayışı, özel savaş politikalarıyla da besleyerek günün sonunda Kürt özgürlük hareketini ideolojik ve siyasal mücadele kültürü itibariyle de kazanılmış mevzilerinden söküp atmaya çalışmakta. Günde yaşadığımızın kaba özeti budur. Daralan siyasal alan ve daralmaya karşı tedbirler üzerine düşünmememiz, dayandığımız yoksul ve emekçi halkla, toplumla doğrudan temas ve birlikte mücadelenin yerine ‘vekaleten’ mücadele anlayışının hakim olmasına neden oldu. Temsil edilenlerle, temsil ettiği iddiasında olanlar arasında açılan makas, seçim sonuçlarına da başarısızlık olarak elbette yansıdı.
Bununla birlikte özellikle Kürdistan’da gelişen kapitalist modernitenin yarattığı farklı sınıfların gerçekliği kavramak, yorumlamak ve pratik politikaya tercüme etmek zorundayız. Değişen insan ilişkileri, yaşam biçimleri ve gelecek beklentileri ile kapitalizmin Kürdistan’daki yeni biçimi doğru tahlil edilmeli. Kürdistan yoksullarıyla kader birliği, yoksulların bizzat öznesi olduğu bir politika alanı yaratılamadı. Yönetimlerimiz, kurumlarımız tabanla bakışarak değil, tabana bakarak bir siyasi hat kurma çabası içine girdi ve bakışmanın içinde taşıdığı birlikteliği ve özneleşmeyi es geçti ya da beceremedi. Temsil edilenin sözünü taşımak yerine, temsil edilen ‘yerine’ konuşma ve eyleme pratiği ikame edildi denilebilir. Dünden bugüne örgütlü olduğumuz, bireylerden çok halka dayanan gücümüzü yeniden keşfetmek zorundayız. Özcesi yeni durumun gerçeğini kavramak ve bu gerçeğin dilini ve eylemini kurmak kaçınılmaz bir görev olarak duruyor karşımızda.
- Seçimlerde yaşanan oy kaybı siyasi çizgiden mi kaynaklanıyor yoksa izlenen strateji yanlışlığından mı?
Seçimlerde yaşadığımız oy kaybı üzerine hem merkezi düzeyde hem de yerellerde öz eleştiriyi esas alan ciddi ve kapsamlı tartışmalar yürütüyoruz. Bu tartışmalarda ulaştığımız düzey, gerçek anlamda fikriyatımıza ve mücadele geleneğimize yakışan bir düzeyde olmalı. Her birey ve kurum bunun tarihsel sorumluğuyla sürece katkı sunmalı. Seçimlerdeki oy kaybımız, demokratik ulus paradigması, toplumsal ittifak anlayışımız ve Üçüncü Yol mücadelesi gibi stratejik başlıklarımızdan kaynaklı değil, bilakis stratejiden kopuk, ondan uzaklaşan pratiklerin bir toplamı olduğunu net bir şekilde ifade etmeliyiz. Bu kapsamda, stratejik hattımızın doğru olduğunu ama stratejik hattımızı yıpratacak düzeyde taktik hatalar yaptığımızı ifade etmek gerekir. Şimdi buralara yoğunlaşmayan, kendi pratik mücadele zafiyetlerine odaklanmayan ve özeleştirisini doğru ve güçlü bir toplumsal örgütlenme programını oluşturup hayata geçiremediği için vermeyen yaklaşımlarla da karşı karşıyayız. Seçim başarısızlığını Sayın Öcalan’ın geliştirdiği paradigmaya mal eden, Kürt siyasal hareketinin tercihleriyle sınırlayan ancak bu paradigmanın gerektirdiği devrimci görevleriyle yüzleşmeyen kendisine yabancı tavır ve tutumlar da bu sonuçta pay sahibidir.
- Seçimlerde Yeşil Sol Parti yüzde 8,80 oranında bir oy aldı. 2015’ten sonraki seçim sonuçları göz önünde bulundurulduğunda giderek aşağıya doğru giden bir oy oranının olduğunu görebiliyoruz. Yaşanan bu düşüşün sebebi nedir?
Düşüşün ideolojik, politik, toplumsal ve örgütsel sebepleri var. Özellikle 2015 yılından bugüne ülke, bölge ve dünya dinamiklerindeki kapsamlı değişime uygun dönüşümü inşa edememiş, öngörülü politik değerlendirmeler yapıp buna uygun konum alamamış olmak diye özetleyebiliriz bu başarısızlığı. Dünya ölçeğinde gelişen birikim krizinde emperyalist ülkelerin an be an değişen yönelimlerinin Türkiye iktidarları açısından nasıl ele alındığını gözlemlemek ve buna uygun politika belirlemek hem de örgütsel olarak bu belirlediğimiz politikalara uygun konumlanmak gerekirdi. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Suriye başta olmak üzere bölge ülkeleri üzerinde geliştirdiği emperyal heveslerin de gerek Kürdistan’da gerekse de Türkiye tarafında toplum ve birey üzerinde yarattığı baskı, çözülme ve yoksullaşma üzerine yoğunlaşmak; cemaatler ve uzantısı politik hareketlerin yoksullar üzerinde geliştirdiği hegemonyaya karşı örgütlenmek en temel eksiklerimiz arasında. Bunun karşısında bileşen ve ittifak güçleri olarak ideolojik, politik ve toplumsal hegemonya kurmakta yaşadığımız dağınıklık ve daralma da belirleyici etkendir. Seçim sürecinde ittifak kurma biçimimizdeki, aday belirleme yöntemlerindeki, toplumsal temsiliyetlere yer açılmasındaki tutuculuğu ve dilimizdeki belirsizlikleri, başka nasıl açıklayabiliriz ki? O nedenle seçimler sadece seçim sürecindeki tercihlerimizle kaybedilmedi diyoruz. Sistem güçlerinin ideolojik, politik ve toplumsal saldırılarına ancak ve ancak aynı başlıklarda karşı hegemonya kurarak ve ezilenlerin mücadelesini bu hatta ortaklaştırarak oy düşüşünün belirleyicisi olan mücadele düşüşünün önüne geçebiliriz. Bu bağlamda HDK fikriyatından ve mücadele zemininden örgütlerin ve bireylerin uzunca süredir çekilmesi ve bu zeminde ısrar etmemesinin de bu sonucu belirleyen temel etkenlerden olduğunun altını çizmek gerek.
- HDP Eş Genel Başkanları da sonuçları başarısızlık olarak değerlendirdi ve özeleştiri yapacaklarını söyledi. Sizce bu özeleştiri ne ve nasıl olmalı?
HDP ve Yeşil Sol Parti’nin geleneği öz eleştiriyi esas alan bir mirasa sahip. Her seçim süreci bizler için bir örgütlenme dönemi her seçim sonucu bizler açısından yenilenme, hamle zamanıdır. Bu yönüyle özeleştiri kaçınılmaz devrimci bir sorumluluktur. Özeleştiriyi sadece seçim dönemi ve sonuçları üzerinden değerlendirmiyoruz. Az öncede bahsettiğim gibi uzun bir dönemin biriktirdiklerini sağduyulu, kararlı, ortak aklı esas alan ve elbette ideolojik, politik, toplumsal ve örgütsel boyutlarını masaya yatıran bir tarzda gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Yeni dönemin örgütsel modelini, çalışma tarzını, yönetici, öncü profilini/anlayışını ve toplumsal hedeflerini güncellemek buradan hareketle geçmişin ya da yetmezliklerimizin özeleştirisini vermek birey, bileşen ve kurumlar olarak hepimizin sorumluluğundadır.
- Ekonomik krizden tutalım toplum üzerindeki baskılara kadar Türkiye’nin durumu malum. Bu tabloya rağmen AKP yüzde 35 oy alabildi. Bütün bu şeylere rağmen AKP’nin bu oy oranı almasını nasıl açıklıyorsunuz?
Millet İttifakı’nın temel sorunlarından biri ekonomik krizin otomatik olarak iktidar değişimini getireceğine olan inancıydı. Ne ekonomik krizin ne de baskıların otomatik olarak bir iktidar değişimine neden olmadığını hep birlikte deneyimledik. Böyle bir toplumsal-siyasal yasa yok.
Bir yandan krizin toplumsal etkilerini görüp örgütlemek ve krize gerçekçi çözümler üretmek diğer yandan ise baskılara karşı ortak direniş alanları yaratmak ve baskıya maruz kalanlarla duygu ve emek ortaklığı sağlamak gerekirdi. Bunlar yapılmadığı için AKP’nin oyu dramatik olarak düşse de %35 civarında kaldı. Dolayısıyla bu oy oranını başarı kabul etsek bile, bu başarı AKP’ye ait değil, muhalefetin başarısızlığına dairdir. Elbette bunları söylerken iktidar blokunun devletin olanaklarını seferber etmesini, kara propaganda ve özel savaş politikalarını, siyasal mühendislik müdahalelerini göz ardı etmiyoruz. Bu yönüyle kaybederken “kazanmış”, iktidar karşısında kazanırken “kaybetmiş” muhalefet de bunun muhasebesini her açıdan mutlaka yapmalı.
- Son sözünüz?
Son dönemde karşımıza çıkan tabloyu gerek Kürdistan’da gerek Türkiye’de devrimci geleneklerin, mücadelelerin hakikat zemininde tartışabildiğimiz oranda sağlıklı sonuçlar çıkarabileceğiz. Çünkü unutmayalım ki karşımızdaki güçler de aynı hakikat zemininden bizi ele alıyor. Demokratik siyaseti, HDP’yi, Yeşil Sol Parti’yi; bileşenlerini, ittifak güçlerini ve HDK-DTK’yi sadece görülen yüzleriyle değil geçmişindeki izlerde, mayalandığı devrimci zeminlerde, etrafını saran halk gerçekliğinde aramak, buralardan tariflemek, yönümüzü bulmakta bize kutup yıldızı işlevi gördürecektir. O nedenle tartışmalarımızı ve yeni yol arayışlarımızı bu özgüvenle, cesaretle ele almalı, kesinlikle bu süreci bizi içe büzüştüren değil dışa açan, güçlendiren bir tarzla inşa etmeliyiz. Son yıllardaki seçim başarılarının haklı gururunu doğal olarak hep birlikte yaşadık. Şimdi ortada bir seçim başarısızlığı var; o vakit yine hep birlikte bunun sorumluluğunu üstümüze alma zamanıdır. Bulunduğumuz her yerden bu demokratik devrimci sorumlulukla sürece yüklendiğimiz takdirde gerçek bir özeleştiri vermiş olacağız. Hakikati bükmeden, hakikate saygılı olarak; hiçbir sorunu hasır altı etmeden kendimizle yüzleşerek ama sürecin sonunda yoldaşlığımızı, yürüyüşümüzü daha fazla sahici kılarak bize yakışanı yapacağız. Yarını da bugünden kazanacağımız bilinciyle görevlerimize yükleneceğiz ve mutlaka başaracağız.