Yetmiş dokuz yıllık zaman diliminin yetmiş beş yılını hatırlıyorum. İkinci Dünya Savaşı içinde doğmuş olmakla birlikte savaş yıllarını hatırlamam mümkün değil tabii. Hatırladığım üç çeyrek asırda ise meydana gelen değişikliklerin zaman zaman beni çok şaşırttığı olmuştur ama hiçbir dönem bu dönemde olduğu kadar şaşırmadığımı itiraf etmeliyim.
Merhum Özal çağ atlamaktan söz ettiği zaman Türkiye’de asıl çağ atlayanların ben ve benim gibiler olduğunu söylerdim. Hititlinin tarlasında, Hititlinin kara sabanı ve çarığıyla ve onun tekniğiyle çift süren ben, şimdi yirminci yüzyılın çağ değiştiren aygıtı bilgisayarı kullandığımı söylüyordum.
Aslında binlerce yıldan beri bazan ani biçimde ve hızlı olmakla birlikte toplum, yavaş yavaş değişmekteydi. Tabii değişimin öncüsü şehir halkıydı. Köyler çok yavaş değişiyor, kasabaların da oldum olası alışamadığım kendine has bir kültürü oluşmuştu.
Çalışma hayatında ister imece usulü olsun, ister ücretle olsun çalıştıran, çalışanının tütün dahil tüm günlük yiyecek ihtiyacını karşılardı. Kendi evindeki günlük yiyecek rejjmini onun için değiştirir, iyi yemek vermeye çalışırdı. İyi yemek dediğim de yazın ayranlı çorbanın, kışın tarhana çorbasının ötesinde verilen tereyağlı bulgur pilavı… Evin sahibi, hatırlı misafiri yoksa çobanı veya hizmetkârı ile aynı sofrada oturur, aynı kaptan yerdi. Şimdi gördüklerime ise şaşırdığımı söylemeliyim. Başka köylerden gelen inşaat işçileri, tarım işçileri, ustalar kendi yemeklerini beraberinde getiriyorlar. Grup halinde ortak çalışanların semaverleri var ve sabah kahvaltılarını işyerinde demledikleri çaylarla yapıyorlar.
Özellikle dışarıdan gelmiş mülteci işçilerin ücretleri çok düşük ve hiçbir güvenceleri yok. Çobanlıkta en çok beğeniyi Afganistanlılar alıyor. Suriyelilerin hem ücretleri onlardan daha düşük hem de daha ağır işlerde çalışıyorlar. Sigorta tabii hiçbirinde yok. Yerli işçiler bile sigortasız çalışmaktalar.
En çok ücreti ev temizliğine giden kadınlar alıyor. Evin türüne, büyüklüğüne, işin kısa sürede bitmesine bakılmaksızın günlük iki yüz liraya gidiyorlar. Onlar da genelde şehirde oturduklarından taksi ile geliş gidiş ücretlerini ayrıca alıyorlar. Bu ücret de iki yönlü olarak yüz ile üç yüz lira arasında değişmekte. Tabii bunları, genelde yurt dışında çalışanlar, yaz dönemi boyuncu köye gelenler getiriyor. Eskiden komşusunun kışlık ekmek ihtiyacını karşılamak için ona yardıma giden kadınlar, şimdi teşt (büyük leğen) başına ücret alıyorlar.
Değişim süreci de nitelik yönünden farklı aşamalardan geçti. Ellili yıllarda gittiğim Elbistan orta okulunun üç yüze yakın öğrencisinin ancak yüzde on kadarı köylerden gelenlerdi. Halbuki Elbistan nüfusunun yüzde seksenden fazlası köylerde yaşardı. Gerek Elbistan’da gerek liseyi okuduğum Malatya’da biz köyden gelenler Türk, Kürt, Çerkes, Çeçen, Alevi, Sünni ayrımı gözetmeksizin şehir merkezinde oturanlardan ayrı gezerdik. Elbistan’da aynı sınıfta olduğumuz bir esnafın oğlu, bana ve şehre çok yakın bir Sünni Türk köyünden olan arkadaşıma “pis köylüler” demişti. Benim diklenme teşebbüsüme karşı o arkadaşım beni tutarak “yaa, boş ver, bunlar zaten biz köylüleri beğenmezler” diye uzaklaştırmıştı.
On dokuzuncu yüzyıl sonlarından itibaren Kürtlerde başlayan kültürel çalışmalar ve hak arama mücadelesi, cumhuriyetin ilk yıllarında şiddetle bastırılmış, kırklı ve ellili yıllarda tamamen durmuştu. İkinici büyük savaş sonrası Dünyadaki köklü değişimler ve 1960 darbesinden sonra gelen 1961 Anayasası’nın görece özgür döneminden sonra yeniden hareketlenen Kürt çalışmalarını, o güne kadar sesi soluğu çıkmayan Aleviler izledi. Tabii bu da toplumlar arası ayrışmaya yol açtı.
Başlangıçta siyasi partiler içinde her toplumdan insanlar vardı. 1950 seçimlerind Maraş’ta, Malatya’da Kürtlerin ve Alevilerin çok önemli bölümü Demokrat Parti’ye oy vermişlerdi. CHP’de Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünnniler bir arada çalışıyorlardı. Dinin siyasete alet edilmeye başlamasıyla 1954 seçimleriyle kısmen başlayan kümelenmeler, 1957 seçimleriyle açıkça ortaya çıktı. 1960 darbesi Demokrat Parti iktidarının hukuksuzluklarına karşı yapılmış olmakla birlikte iş başına gelenlerin ilk işlerinden biri, “55 ağa” diye 55 Kürt kanaat önderini Sivas’ta kampa almak oldu.
Alevilerin sol partilerde toplanması, özellikle Türkiye İşçi Partisi’ninin bu dönemdeki özgürlükçü söylemleri sonucunda hızlandı.
Geldiğimiz noktada CHP’ye “Alevi Partisi”, HDP’ye “Kürt Partisi” deniyor. Seksenlerin sonunda solcu bir gazetecinin -ki sevdiğim ve önem verdiğim bir dost- CHP’nin Alevi yöneticilerini kastederek “Türkiye partisi mi?” sorusunu bana iletenlere “Peki, ANAP mı Türkiye partisi, kaç Alevi var, Refah mı, kaç Alevi var, MHP mi, kaç Kürt, kaç Alevi var?” diye sormuştum.
Şimdi de soruyorum, CHP’nin Alevilerden aldığı oy oranı ile milletvekili sayısı aynı mı, HDP’nin Kürtlerden aldığı oy oranı ile Kürt milletvekili oranı aynı mı?
Sonuç olarak toplumun önemli ölçüde kabuk değiştirdiğini, korona salgının ise bu değişimi çok daha hızlandırdığını, iliklerime kadar hissettim. Koronanın sağlık alanında yaptığı tahribatın ise toplumsal alandaki tahribatının yanında devede kulak olduğunu görüyorum. Bu salgından sonra yeni bir toplum düzenine şiddetle ihtiyaç olduğu aşikâr..