Uzun yıllardır ilk kez, herhangi bir vazifem olmaksızın kendi evceğizimde çekirdek çitleyerek bir nevi ‘demokrasi şöleni’ yaşamak istediydim, olmadı. Bütün hayalim, akşamdan sonra televizyonun karşısına oturup rakamlara bakınmak, manzara belli olunca da klavyenin başına geçip çok bilmiş bir edayla analizler döktürmekti; yurdumun köşe yazarına bunu bile çok gördüler! Gece saat 03.00, çekirdekler bitmiş, bakkallar kapalı, Anadolu Ajansı sessiz ve stres bin beş yüz!
Hala da sağda solda dalavereler sürüyor ama artık durumda büyük değişiklikler olacağını sanmıyorum. Şimdi artık ‘analizler’ zamanı. Benim en çok tuttuğum da, “Seçmen ne meşaz verdi” sorusuyla başlayan o müthiş çözümlemelerdir. Seçmen diye çok ayaklı, çok kollu ama tek beyinli bir yaratık var, her seçimde “hele dur ben şunun kulağını çekeyim, şunun ensesine şaplak atayım” diye plan yapıyor ve harekete geçiyor. En çok da yenilenler seviyor bu analiz türünü; onlara ‘aslında iyiyiz ama seçmen de bizi uyarıyor’ şeklinde bir rahatlama dozu sağlıyor.
Neyse işte. Bir sürü çözümleme yapılacak, biz de yapacağız, siyaset de yapacak; kendi başına kötü bir şey değil bu. Geçen akşamın gözle görünür birkaç sonucunu yazmaya gerek yok, herkesin görebildiği şeyler bunlar. HDP’nin uyguladığı stratejiyle Türkiye siyasetindeki konumunun altını bir kez daha çizmesi, kayyum bölgelerindeki halkın iradesinin büyük çoğunlukla yeniden ortaya çıkması, AKP’nin metropollerde ciddi yıkıma uğraması, vb…
Bütün bu çok geniş kapsamlı konular üzerine tabii ki herkes yazıp çizecek, durumu anlamaya çalışacağız. Ancak bu yazı itibarıyla ben, kendimi başka bir konuyla sınırlı tutmak istiyorum: HDP-CHP ilişkisi… Biraz iddialı olabilir ama bana göre, CHP’ye oy veren yurttaşları korkudan felç etmek için uzun süredir AKP tarafından özel olarak şişirilen şu ‘HDP sendromu’ bu seçimde, en azından metropollerde, boylu boyunca çökmüştür. HDP ile herhangi bir biçimde temas kurulursa CHP’nin maazallah göbeğinden çatlayıp bin parçaya bölüneceği, milyonlarca CHP’linin yeniçeri misali Genel Merkez kapısına dayanıp ‘kelle isterük’ diye haykıracağı yolundaki bütün o efsanelerin tabanda ciddi bir karşılığı olmadığı artık ortadadır. Anlaşılmaktadır ki, özellikle büyük şehirlerde CHP’ye oy veren insanların hatırı sayılır bir çoğunluğu, belli bir siyasi zekaya sahiptir. Aynı zekanın CHP yönetiminde mevcut olmadığı kesin olsa da, daha aşağıda, yani mahallelerde, kahvelerde, evlerde yaşayan ve Türkiye’deki bu soluk aldırmaz atmosferin artık değişmesini isteyen insanlar, zaten komşuları, arkadaşları olan Kürtlerle hiç de öyle büyük problemler yaşamamaktadırlar. Bu insanların büyük çoğunluğu, zaman zaman HDP’ye oy vermekte bir beis görmediği gibi, HDP’nin de kendilerine destek vermesinden rahatsız filan değildir. Kendi dar dünyalarında yaşayan fanatik ulusalcılardan değil, gerçek, somut insanlardan, sandık başlarında gece yarılarına kadar koşuştururken HDP’lilerle kardeşçe ilişki kuran mahallemizin insanlarından, Ahmet’ten, Ayşe’den söz ediyorum.
Önümüzdeki günlerde memleketin nereye doğru gideceğini, bu seçim sonuçlarının nelere yol açacağını bilmiyoruz. ‘Dört buçuk yıl daha buradayız’ gibi laflar edilse de, bu ülkede neyin ne kadar süreceğini kimse tahmin edemez. O yüzden, artık meseleleri altı ayda bir yapılan seçimlerin ötesinde bir yerde, sokaklarda, mahallelerde, evlerde düşünmek, seçmen-sandık ilişkisinden ötede halk-devrimciler ilişkisi olarak kurgulamak gerekiyor. Bunu yaparken de, ‘armudun sapı-üzümün çöpü’ gibi bir yerden ilerleyemeyiz artık. Bu ülkede, bu şehirde iyi insanlar var; daha aydınlık bir Türkiye’de yaşamak isteyen bu insanlar, zaman zaman çeşitli öcülerle korkutulmaya çalışılsalar da el yordamıyla bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlar. Bu iyi bir şey. Gezi’de, yüzbinlerce iyi insanın, pırıl pırıl zekaya sahip gencecik çocukların, kadınların, amcaların, teyzelerin bu şehrin sokaklarında yaşadığını ve fakat bizim onlarla hiç tanışmadığımızı hayretler içerisinde gördük. Belki de Gezi’den öğrendiğimiz en önemli şey, ne kadar kapalı devre bir hayat yaşadığımız, kendi toprağımızın derinlerindeki cevheri ne kadar az tanıdığımızdı.
Şimdi, çekirdek zamanı bitti. Oraya, daha derine inme zamanlarındayız. Ve bunu steril bir siyaset anlayışıyla, enfeksiyon korkusuyla yapamayız artık.