Kemal Can ile seçimlere iki gün kala siyasetin dilini, yürütülen kampanyayı ve milliyetçilik yarışını konuştuk: Kapılarının kapatılması gereken cehenneme ilişkin deneyim Kürt seçmende, HDP seçmeninde çok daha canlı. Çünkü Kürt seçmenin o cehennemin neye mal olduğu, kendisi için ne anlama geldiği konusundaki fikri daha somut
Nezahat Doğan
Türkiye ikinci kez sandık başına gidiyor. 28 Mayıs cumhurbaşkanlığı seçimleri artık bir referanduma dönüştü. AKP-MHP iktidarının dindar, muhafazakâr, milliyetçilik üzerine kurduğu bloku ile keskin bir milliyetçilik ve seküler milliyetçilik siyasetinin yarışına döndü. Bu süreçte “Erdoğan’ın Kürtleri Yeşil Sol Parti üzerinden kriminalize etmeye yönelik milliyetçi algı politikası, seçimi kazanmaya yönelik makyavelist bir politika mı, yoksa daha derin bir amacın aracı mı?” sorusu önem kazanıyor.
İktidar Kürtleri anahtar olmaktan çıkarmayı hedefleyen ve milliyetçiliği esas alan bir politika yürütürken, Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesi söylemini milliyetçilik üzerine yoğunlaştırması da dikkat çekiyor. Milliyetçilik siyasetini en etkili biçimde değerlendiren ve yorumlayan gazetecilerden Kemal Can’a göre, Kılıçdaroğlu’nun bu politikası, kendini mecbur hissettiği hamlenin hızlı sonuç alma ihtiyacına dayanıyor. Kemal Can, Kılıçdaroğlu’nun bu stratejisinin “eksiğini kolay etki yaratabileceği taraftan tamamlama, diğer kısmın da bu kararlılıkta devam edeceği ya da oradaki firenin daha az olacağı konusunda varsayım üzerine yürüdüğünü” dile getiriyor. Bu seçim öncesi belki de cennetin kapılarını açmadan önce, cehennemin kapılarını kapatmak gerekiyor. Kemal Can ile seçimlere iki gün kala siyasetin dilini, yürütülen kampanyayı ve milliyetçiliği konuştuk.
- 14 Mayıs geride bıraktık. Seçmen partilere ne mesaj verdi? Toplumun sorunları esas alınıp buna göre bir politika mı yürütüldü? Nasıl bir okuma yapmak lazım ve gerektiğince yapıldı mı?
14 Mayıs seçimlerinin bu iktidarın kaderini belirleyecek bir referandum ve en kritik seçim olarak kodlandığını biliyoruz. Bu seçimde ne muhalefet cephesinin politik aktörleri ne de seçmen asıl soru olarak bunu gündemine alamadı. Ya da iktidar denklemin burada kurulmasına izin vermeyecek bir kampanya yürüttü diyebiliriz. Muhalefet cephesinin neredeyse bütün aktörleri Erdoğan iktidarının devamıyla ilgili bir referandum durumunu, yani bugün ikinci tur için slogan haline gelen “karar ver” sorusunu seçmene taşımakta zorlandı.
- Neden ve nasıl zorlandı?
İki nedenle zorlandı. Birincisi, bütün aktörler gelecekteki pozisyonlarını ve güç paylaşımını merkeze alan bir siyaset yürüttüler. Muhalefet altılı masanın içinde, muhalefet ittifakları arasındaki ilişkide, bu seçimin anahtarı kim olacak tartışmalarında ve kazanacak aday mücadelesinde tüm aktörler bu seçimden sonrasını hesaplayarak pozisyon almaya çalıştılar. Seçmen de büyük ölçüde bundan etkilendi. İktidar ise daha homojen kampanya yürüttü. Bir taraftan muhalefetin bu zaafına doğru hamle yaptı ve kara propaganda kurdu. İkincisi de “benle tamam ya da devam kararını verin” sorusunu kendi tarafında hâkim kılabildi. Bence seçimin resmini oluşturan ana mesele buydu. Muhalefet cephesinde de özellikle “belirleyici aktör kim olacak” tartışmasındaki mücadele iktidar açısından onları kolay hedef haline getirdi. Gerek Muharrem İnce etrafında toplanan daha sonra da Sinan Oğan etrafında toplanan, bir kısım oyun katılım zafiyetiyle sandığa gitmemesi şeklinde de oluşan milliyetçi seçmen tepkisinin asıl meselesi “Kürtler mi belirleyici olacak, milliyetçiler mi belirli olacak, ya da HDP mi belirleyici olacak?” tartışmasına sıkıştı.
- Bu şuna mı dönüştü. Kürtleri anahtar alandan çıkarıp orayı milliyetçiliği oturtmaya mı dönüştü?
Böyle bir reaksiyon oyunun biriktirilebildiğini birinci olarak sonuçlardan anlıyoruz. İktidarın tam da buraya yüklenerek gerekirse montaj kasetlerle bu soruyu muhalefet seçmeninin kafasında oluşturmaya çalışması da bunun göstergesi. Ama daha çarpıcı bir gösterge Sinan Oğan bu seçimin sonrasında aldıkları sonucu tarifinde ortaya çıkıyor: Birincisi “HDP’yi anahtar rolden indirdik, milliyetçileri anahtar role çıkardık” ifadesi, ikincisi “milliyetçi seçmeni görünür hale getirdik” sözü, üçüncüsü “bizim söylemlerimizi herkes herkesin kabul etmesini sağladık” cümlesi. Bu temel motivasyon… Diğer taraftan bu Ümit Özdağ’ın söyleminde, şu anda yapılan bağımsız değerlendirmelerde, milliyetçilik yükseliyor iddiasını desteklemek için benzer biçimde kullanılıyor.
- Milliyetçilik öne çıkarıldı şimdi de olabildiğince pompalanıyor mu?
Milliyetçiliğin şöyle bir özelliği var. Milliyetçilik zorda kalanın, kısa ve eksik kalanın hemen müracaat edip takviye almasına çok uygun bir siyasi alan. Hem sembolleri itibariyle, hem de taban dinamikleri nedeniyle. Bunun en çarpıcı örneğini Erdoğan 2015’de iktidarını kaybettiğinde hemen milliyetçi desteğe sarılmasında ve iktidarını kurtarmasında görüyoruz. Milliyetçilikte hem oradaki aktörlerin, hem de oradaki seçmenin özellikleri açısından kendini gösterme, cazip ortak olma ve belirleyici ortak haline gelme motivasyonu çok belirleyici. Oradaki aktörler genellikle böyle hareket ediyor. İkincisi taban rasyonel gerekçelerden çok duygusal semboller ya da kışkırtmalara daha açık. Çok kolay etki yaratıp o etkinin dönüşünü almak mümkün oluyor milliyetçi seçmende. Sonuçta iktidar tarafında da muhalefet tarafında da zora düşen, sıkışan, eksik ve kısa kalanın ilk sarıldığı yer milliyetçilik oluyor.
- Cumhur İttifakı’nda dindarlık, muhafazakârlık ve milliyetçilik tabanı var. Millet İttifakı’nın bloğunda da CHP dışında milliyetçilik ağırlığı var görünüyor. Her iki tarafta milliyetçiliğin yükseltildiği yerde İslamcılık dışına çıkıp milliyetçilik temeline mi oturuyor?
Milliyetçi yükselişten bahsediliyor ama sayısal olarak baktığımızda böyle bir tablo yok. Sadece geçtiğimiz seçimle bile kıyaslansa, kendisine milliyetçi diyen partilerin oyu üç aşağı beş yukarı aynı seviyelerde. Birinde yüzde 21, şimdi üç parti halinde yüzde 21,5 gibi.. MHP bir önceki seçimde yüzde 11 oy almıştı. O zaman da sürpriz bir sonuç olarak görülmüştü. Sayısal bir büyümeden bahsetmiyoruz. Ama buna karşılık yine yalnızca son seçimde ortaya çıkmayan ve bir süredir yürürlükte olan etkinlik, görünürlük ve belirleyicilik üstünlüğü var.
Hem iktidar hem muhalefet tarafında görünürlüğü artan, iddiası artan, belirleyiciliği olan ya da belirleyicilik talebi artan milliyetçiliğin olması tabii ki toplam olarak milliyetçiliği daha etkili ve görünür hale getirdi
- Peki, bu neden kaynaklanıyor?
Burada iki neden var. Birincisi 2015’de Erdoğan’ın iktidarını kurtarmak için milliyetçiler ve Bahçeli ile kurduğu yeni ittifak. Bu yeni ittifakta senelerdir konuştuğumuz gibi milliyetçilik oransal olarak çok daha büyük etki sahibi. Yani oy yüzdesinin çok üzerinde politik etkinlik ve belirleyicilik kazanmış durumda. Neredeyse iktidarın siyasi rotasını ve ideolojik çizgilerini tamamen milliyetçilik belirliyorlar. Bu seçimlerde de Erdoğan, kendi kampanyasını yapmaktan çok neredeyse MHP’ye çalışan milliyetçi bir kampanya yürüttü. Oradaki refleksi, kendisinden kaçan oyun MHP tarafından tutulması arzusuydu. Belki de MHP’nin kendi adıyla seçime girmesinde çok da büyük reaksiyon göstermemesinin nedeni buydu. O zaman “Erdoğan neden bunu kabul ediyor?” sorusu tartışılıyordu. İşte bu sorunun yanıtında tam da bu refleksin ve öngörünün payı olabilir. Bu yüzden milliyetçiliğin senelerdir iktidar tarafında kendi oy oranın üstünde bir belirleyicilik kazandığını ve bunun devam ettiğini görüyoruz. 2017’den sonra benzer tablo muhalefet kanadında da ortaya çıktı. İyi Parti MHP’den ayrılıp muhalefet bloğunun önemli bir aktörü haline geldiğinde, 2019’da bu sayede bir yerel seçim galibiyeti alındıktan sonra da muhalefette de milliyetçiliğin ağırlıklı ve belirleyici olma isteği temel sütün haline geldi. Hem iktidar hem muhalefet tarafında görünürlüğü artan, iddiası artan, belirleyiciliği olan ya da belirleyicilik talebi artan bir milliyetçiliğin olması, tabii ki toplam olarak da milliyetçiliği daha etkili ve görünür hale getirdi. Ama bu halen homojen bir yapı oluşturmuyor. Bu yüzde yirmiyi tek blok olarak göremiyoruz. Bu parçalı yapısı yüzünden yeni belirleyici aktörün milliyetçilik olduğunu söylemek de çok doğru değil. Ama yakın dönemin siyasi pozisyonlarında sonuç almaya niyet eden herkesin de milliyetçi bir ortak almak ihtiyacının olduğunu görüyoruz. Milliyetçilik kendi başına bir alternatiften çok birilerini belirleyen, birileri üzerinde etkili olan siyasi rol edinmiş durumda.
- Milliyetçiliğin bu rolünün, bölünmüşlüğünün ve kendi içindeki rekabet halinin seçmene yansıması ve okuması ne oluyor?
Milliyetçilik homojen iddia ve politik rota göstermediği, ortak bir program halinde buluşmadığı, tek bir siyasi aktörde toplaşan eğilim haline gelmediği için o parçalı yapı her yerde kendini gösteriyor. Bunu milliyetçilik yorumunda gösteriyor, kiminle birlikte davranacağı kararlarında gösteriyor. O milliyetçi toplam oyun parçalılığını bir tarafa bırakalım, sadece 14 Mayıs’ta tepki olarak Sinan Oğan’ın etrafında toplanan oyun bile tek bir gövde olmadığını hemen gördük. Mesela Sinan Oğan çıktı iktidarı destekledi. Ümit Özdağ ise Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıkladı. Burada bile değil yüzde 20’nin tek blok halinde davranmasını, yüzde 5’in bile tek blok halinde davranamadığını gördük.
- Peki, milliyetçilikteki bu parçalanmışlığın nedeni nedir?
Bunun iki nedeni var. Birincisi milliyetçiliğin yükseliyor ya da belirleyiciliğin artıyor görüntüsünden her bir aktör başka ortaklarla politik sonuçlar almaya çalışıyor. Çıkar ve hesap dağınıklığı var. İkincisi, bu milliyetçiliğin görünürlüğün ya da etkinliğinin bir takım problemler konusunda çok etkili çözüm önerileri geliştirmesinden, çok kuvvetli program veya kadro iddiaları ortaya koymasından değil; tam tersine çeşitli reaksiyon ve tepki öbeklerini kolay toparlayabilmesinden kaynaklanması. O denenle büyük ölçüde negatif pozisyonlarla etkinlik kazanıyor. Mesela MHP iktidarın kırmızı çizgileriyle, yapamayacaklarının çerçevesini çizerek bir etkinlik kuruyor. İyi Parti pozitif merkeze açılma iddiasıyla başlayıp bunun altını dolduramadığı için mecburen milliyetçi partiler arasında kalmak gibi bir kadere mahkûm oldu. Çünkü muhalefet cephesi enerjisini milliyetçi tabanı başka türlü düşünmeye ikna etmek yerine milliyetçi hassasiyetlerin muhalefet tarafında da hâkim kılmaya harcadı. Bu diğer aktörler için de geçerli; muhalefet içindeki muhafazakâr partiler de benzer biçimde davrandılar. Onlar da kendi temsil ettiklerini iddia ettikleri çevrelerin hassasiyetlerini muhalefet ortalamasında hâkim kılmaya çalıştılar. Kendi çevrelerini muhalefetin başka türlü bir gelecek tasavvuruna ikna etmeye enerji harcamadılar. Bütün bunlar yüzünden milliyetçiliğin etkinlik arttırmasına rağmen bir alternatif pozisyon edinemediğini, hep kuvvetli ana aktörlerin üzerinde etkili olan ortak pozisyonuna oynadığını görüyoruz.
- 14 Mayıs sonrasında milliyetçiliği tartışıyoruz. Bu seçmene ne mesaj veriyor? Kemal Kılıçdaroğlu’nun dilini milliyetçilik eksenine kaydırması Kürtlere nasıl etki eder?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendini mecbur hissettiği hamlenin hızlı sonuç alma ihtiyacıyla ilgisi var. Eksiğini kolay etki yaratabileceği taraftan tamamlama, diğer kısmın da bu kararlılıkta devam edeceği ya da oradaki firenin daha az olacağı konusunda varsayım üzerine yürüdüğünü düşünebiliriz. Şimdi yaptığı şeyin gerekçesi var: Birincisi milliyetçi seçmenin, özellikle ilk kez oy kullanan genç ve daha tepkisel olan, çok örgütlü olmayan, dağınık ve bağımsız olan seçmenin bu kendini gösterme, kendini hesaba katma ihtiyacına cevap vermek… “Tamam, sizi gördük, anladık, sizi dikkate alıyoruz” diyerek oradaki rezervi almayı hesaplıyor. İkincisi, bu seçmene bu mesajı vererek, bazı sembol noktalarda onların dikkate alındığını düşünebilecekleri bazı hamleler yaparak onlardan bir kısım rezervi kaldırmayı hesaplıyor. Buna ek olarak bir şey daha söylüyor; o da “karar ver” sloganı. Ayrıca onlara da sorumluluklarını hatırlatan çıkış ekliyor, “Tamam, ama siz de bu mevcut durumla ilgili temel kararlarınızı bu görünürlük meselesinden başka zeminde bir daha gözden geçirin” mesajı gönderiyor. Birinci seçimin kampanyası daha çok geleceğe dönük pozitif bir kampanyaydı. Kapısı açılabilecek cennete dair bir takım tasvirleri içeren ve o fikrin pozitif etkisiyle motive olacak seçmeni hareketlendirme amacındaydı. Şimdi ikinci turun karakteri ise tam tersi kapılarının kapatılması gereken cehennemi anlatan bir kampanya. Bu da negatif bir kampanya.
- Cenneti vaat ederken cehennemin kapıları kapatmaya dönen bir kampanyada cenneti umut eden seçmenin tavrı ne olur? Bir hayal kırıklığı olmaz mı? Özellikle Kürt seçmen açısından…
Bu dışarıdan bakıldığında haklı olarak bir rota değişikliği, tavır değişikliği anlamına geliyor, fakat taktik bir hamle olarak, aslında “karar verin” sorusu, daha önce kararını vermiş olanların büyük ölçüde sadık kalacakları varsayımına dayanıyor. Çünkü o kapılarının kapatılması gereken cehenneme ilişkin deneyim mesela Kürt seçmende, HDP seçmeninde çok daha canlı. Çünkü Kürt seçmenin o cehennemin neye mal olduğunu, ne yarattığını, kendisi için ne anlama geldiği konusundaki fikri daha somut. Bu taraftakiler ise aslında oranın neye mal olduğuyla ilgili fazla bir deneyime sahip değil. Bu nedenle kendisine birinci turda destek verenlerin bu manevraya rağmen asıl karar noktasından sapmayacakları varsayımıyla ilerliyor. Bence bu rota değişikliği ilk turda Kılıçdaroğu’na destek veren çevreleri yeni bir tepki dalgasına sürüklemez ama bazıları açısından heves düşmesine neden olabilir. Cennet fikrine verilmiş oylar açısından, başka bir Türkiye’nin mümkün olduğu fikrindeki hevesi biraz düşürebilir. Burada her alanda kazanç mümkün olmadığı için bir risk analizi yapılıp, mevcudu mümkün olduğunca koruyup onun üzerine eksiği tamamlama hesabı yapılıyor.
- Burada yine Kürtler anahtar rolde olmuyor mu? Bu göz önünde bulunduruluyor mu? Ve ona göre bir siyaset dili oluşturuyor mu?
Tabi ki Kürt seçmen kilit noktada oluyor. Orada belki şöyle bir sınırda davranılıyor; birkaç sembolik hamleyi, mesela işi göçmenler meselesine sıkıştırarak yürütmek istiyor. Göçmenler konusunda sol seçmenin ya da HDP seçmeninin bir rezervi var… Ama birinci öncelikli reaksiyonun orada oluşmayacağını, milliyetçileri oradan razı etmenin o kadar zarar vermeyeceğini var sayıyor. İlk turun beklendiği gibi sonuç vermemesi, meclis çoğunluğunun Cumhur İttifakında kalması aslında bu kritik kader seçimi tablosunu daha da belirginleştirdi. Bunun için mutlaka değişim gerekli. “Önce değişerek başlama” fikrinin güçlenmesine güveniyor. Ya da ona güvenmek isteyerek yürütülen bir kampanya olduğunu düşünüyorum.
- 28 Mayıs seçimlerine giderken Cumhur İttifakı kara propagandayı sürdürüyor. Montajı, kurguyu itiraf ediyor ama aynı şekilde devam ediyor. Sandığa gitmeyen on milyon seçmen var. Seçim sonrasını nasıl görüyorsun, ne olabilir, nasıl bir resim var?
Matematik olarak birinci tur için yapılan öngörülerde beklentileri yükselten bir takım araştırmalar, saha gözlemleri, siyasetçilerin iddiaları gibi teste muhtaç bir takım noktalar vardı. Şimdi gene sandık güvenliğiyle ilgili şaibeler nedeniyle rezerv bakılması gereken bir seçim var. İlk seçim sonucunun veri kabul edildiği matematikte birinci belirleyici faktör, her iki taraf için de birinci turda oy aldığı seçmenini firesiz taşımanın bir avantaj sağlayacağı meselesi. Bunun için de elbette HDP seçmeninin Kılıçdaroğlu’na verdiği desteğin devam etmesi hatta biraz daha arttırılarak sağlanması. Oradaki bir takım sandık başı problemlerinin de çözülerek sandıktan sonrasında da o oyun korunması. Diğer tarafta oy vermeyen üçüncü adaya oy vererek reaksiyonunu göstermiş, ya da rehavetten, tepkiden ya da başka nedenlerle oy verme reaksiyonunu kaybetmiş seçmeni “karar ver” kampanyasıyla ekstra bir motivasyonla sandığa taşımak. Bunu yaparken, teşkilat bazında da seçmen taşımak, şehirlerarası transfer sağlamak, sandık organizasyonlarını yapmak. Öte taraftan iktidarın bazı parçalarının, mesela MHP ve Yeniden Refah Partisi gibi birinci turda kendi partileri için gösterdikleri performansı Erdoğan için tekrarlamayacakları, tekrarlamayabilecekleri konusundaki beklentiye güvenmek. Bütün bunlarla matematiksel olarak tablonun değişme ihtimali var. Muhalefetin ilk turda yaptığı hataları azaltarak ve kendi seçmeninin “bu son şans ve kararınızı yansıtmalıyız” motivasyonunu arttırarak firesiz sandığa gitmesi. Diğer tarafta milliyetçilik ataklarıyla reaksiyon oyu olabilecek, iktidara da bazı açılardan mesafeli olduğu bilinen bir grup oyu ikna etmek. Bunlar eğer matematiksel sonuçlar doğurursa zor ama imkânsız olmayan bir matematik tablo var. Bunun siyasi sonuçlar açısından değerlendirildiğinde ise bu sonuç alındıktan sonra hem birinci turun, hem ikinci turun hem bundan sonrasının kapsamlı bir hesaplaşma dönemi açacağını da öngörmemiz lazım. Çünkü bir sürü açıdan kazanılsa da kaybedilse de bu seçimin tartışması kendisinden daha uzun sürecek.
Erdoğan kazanırsa, kendisini kaybetme sınırına taşıyan, kazanmasını sağlayan dinamikleri durdurabilen, hatta bu anlamda kaybetmesine neden olanlara ilişkin bir rövanşist hevesinin de olacağını unutmamak gerekir
- Erdoğan kazanırsa ne olur?
Erdoğan kazanırsa şimdiye kadar ne oluyorsa aynısı olur ve daha fazlası olur. Meclis ağırlığının siyasi yelpazedeki yerleşimi açısından çok belirleyici olan; milliyetçilikte ve muhafazakârlıkta giderek kendi sağına, kendi ucuna doğru yaslanan, kadın haklarının gündemden kaldırılmasını talep eden, Yeniden Refah Partisi, HÜDA-PAR gibi yeni ortaklarla iyice dinsel taassubun uca doğru yöneleceği bir tablo var. Bu iktidarın ana gövdesi haline geliyor ve Meclis’te önemli bir yer tutuyor. Yasalardan belki gündeme gelecek Anayasa değişikliğine kadar pek çok şeyde belirleyici oluyor. Diğer tarafta milliyetçi ağırlık ve belirleyicilik önemli bir gövde haline geliyor. O da kendi sağına doğru savruluyor, çünkü bu seçimde İyi Parti’nin merkeze açılma iddiaları da önemli ölçüde zaafa uğradı, gücünü kaybetmiş gibi görünüyor. Sağ siyaset cephesinden baktığımızda, ittifak yapılabilir ve demokrasi yönünde müttefik sayılabilecek bir merkez oluşmadığını görüyoruz. Sağa yatan, ağırlık merkezini iyice sağa kaydıran ve oradaki sağ iddiaların son derece katılaştığı, koyulaştığı bir tablo var. Siyasi ağırlık bu anlamda birinci turda negatif oluştu. Bunun üzerine, bütün bu aktörlerin isteğiyle iktidarını devam ettirmiş ve onlara karşı oldukça zayıf olan bir Erdoğan ile devam edileceğini de unutmamak lazım. Bunların yanı sıra, Erdoğan’ın kendisini kaybetme sınırına taşıyan, ilk turda hep alışık olduğu gibi kazanmasını sağlayan dinamikleri durdurabilen, hatta bu anlamda kaybetmesine neden olanlara ilişkin bir rövanşist hevesinin de olacağı; bunun en başında da Kürtlerin yer alacağını unutmamak gerekir. Bütün bunları beraber düşündüğümüzde, medyayı, yürütülen kara propagandanın seviyesini gördüğümüzde, Erdoğan’ın daha iyimser bir yola gireceği, daha kucaklayıcı, merkeze yakın tutumlar alacağını beklemek için hiçbir nedenimiz yok!
- Kılıçdaroğlu kazanırsa ne olur?
Kılıçdaroğlu’nun kazandığı seçenekte en azından meclis tablosunu dengeleyecek bir kuvvetli yürütme söz konusu. Orada da kolay olmayan bir süreç var: Birincisi bu meclis tablosu önemli bir engelleyici faktör olacak. İkincisi bu iktidarın 20 yılda, özellikle son 10 yılda devlet içinde kadrolaşması ve etkinliği önemli ölçüde engelleyici bir diğer faktörü oluşturacak. Üçüncüsü zorluk ise çok kuvvetli ihtimalle sert bir ekonomik kriz tablosu… Bunlar negatif alanlar ama bu tabloyu dengeleyici ve en azından buna karşı direnmeyi güçlendirici kuvvetli bir seçenek de oluşacak. Büyük ihtimalle merkezi temsil edecek ama solu yedeklemiş, yüzde 30’lar seviyesinde bir alana yayılma iddiasını devam ettiren bir CHP; nereden bakarsan yüzde 10-15 aralığında HDP; diğer sol ittifaklarla birlikte, koyu sağ bloğun karşısında direnme odağı olabilecek, yüzde 45’lik bir karşı merkez oluşacak. Üstelik bu yürütme erkinin de elde tutulacağı bir denge oluşacak. Bu zor ama önemlidir.
- Burada bir sandık operasyonu yapılır mı? Sandıklarla ilgili endişe var mıdır?
2017 referandumundan sonra neredeyse her seçimde sayılarla ortaya konmuş problem noktaları var. Burada hiçbir şey olmasa da olduğunu biliyoruz. Bunu yapacakları durdurmak üzerine değil, bunu yapacakları engellemek üzerine organize olunması gerekiyor. Açıkçası bu konuda birinci turda bütün iddiasına rağmen muhalefetin yeterli performansı sağlayamadığı yolunda hem göstergeler, hem de iddialar var.
- Muhalefet de farkında mı bunun?
Kısmen evet. Çok güçlü özeleştiriler yapılmamakla birlikte bazı konularda eksik kalındığı kabul ediliyor. İkinci turda sandık güvenliği için hem gönüllü sayısında hem de avukat desteği konusunda birinci tura göre iki katı talep ve katılım olması iyi bir gösterge…