Maxmûr bir çöl. Göç edilen yer mayın tarlası, su yok, ağaç yok. Doğa toprağa küsmüş… Ancak Botan’ın elinin değdiği topraklar canlanır, meyve verir, çölün ortasından bir hayat fışkırır… Bir kalem, bir silgi ve bir defterden bitmeyen bir roman, bir şiir, bir türkü yazılır…
Gülcan Dereli/Dosya-2
Maxmûr bir çöl. Göç edilen yer mayın tarlası, Saddam’ın sürgün yeri, su yok, ağaç yok, hiçbir şey yok. Doğa toprağa küsmüş… Türk devletinin baskıları sonucu, kamp kamp dolaşan Kürt köylülerinin göç yolu bu kez Maxmûr çölleridir. Botan’ın elinin değdiği topraklar canlanır, meyve verir, çölün ortasından bir hayat fışkırır. Ancak bu kolay olmaz, arkasında tarihi bir eziyetin yaraları vardır. İşte bu yaralarla cehennem çölü bir cennete çevrilir. Maxmûr yolculuğu başlıyor…
Ninova ve Nehdara yolcuları…
Halk bir kez daha Etrûş’tan Musul Şeyhan’a doğru yola çıkar. Bir akşam bin yüz nüfusluk gönüllü bir grup, akşam karanlığında çantasını sırtlanır ve yürüyüşe başlar. Akşam başlayan yürüyüş sabah Ninova’da son bulur. Ninova Musul’un eski adı. Musul’un Şeyhan ilçesine yakın olduğu için halk oraya yerleşir. Ardından da Nehdara Kapına göç edilir. Halkın yerleştiği yer bir tampon bölgesidir. Ne KDP vardır, ne de Irak askerleri. Halkın 3-4 kilometre uzağında Irak, sol taraflarında yine 3-4 kilometre ötede KDP vardır. En zorlu süreçlerden biri de Nehdara Kampı döneminde yaşanır.
6 kamp kurulur
Duhok’a yakın Sêmêlê kasabasında Girêgewrê ve Misêrikê adı altında iki kamp kurulur. Şimdi de hala bu kamplarda binlerce yurttaş var. Bir grup ise Hewlêr’e bağlı bir ilçe olan Herir’e yani Deşt Herir Ovası’na yerleşir. Yine Deşt Herir Ovası’nda iki kamp kurulur. Burada kurulan Hesenikê Kampı ve Dara Tu Kampı’nda yaklaşık üç bine yakın yurttaş vardır. Yani Duhok tarafında 2 kamp, Duhok-Hewler arası 2 kamp, bir de Herir bölgesinde Diyana tarafına doğru Hewlêr’e bağlı bir kamp bulunuyor. Diyana, Xelifan-Şeqlawa ve Akrê ilçelerinin üçgeninde yer alan Harir ilçesinde buluyor. Yaklaşık 10 bin yurttaş 6 kampa dağılırken, Etrûş kamplarında kalan 10 bine yakın Kürt ise önce Ninova Kampı’na sonrada Nehdara Kampı’na geçer. Nehdara ismini 9 ağaçtan alır, halkın kaldığı yerde sadece yan yana 9 ağaç vardır ve çoğu kesilmiştir. Çok az aile ise Türkiye tarafına dönmek zorunda kalır. Ancak bu sayı iki elin parmaklarını geçmez.
Öğretmen olan öğrenci
Nehdara Kampı sürecinde KDP ve Türkiye yine baskı yapar. Etrûş Kampları’nda olan hayvan kaçırma, insan öldürme politikası devam ettirilir. Ancak halk her gittiği yerde yaşamı yeşertir. Ninova sürecine dair bilgi veren ilk göç kafilesinde yer alan mamoste Hacı Kaçan, “8-9 kampı böyle terk etmek zorunda kaldık. Her defasında yeni bir yaşam kuruyorduk. Ninova bölgesi tampon bölge olduğu için saldırılara açıktı. Orada birkaç köy vardı. Onlarla ilişki kurduk, orada yaşamaya devam ettik. Orada da 10’a yakın insanımız katledildi. Kampa rasgele taramalar oluyordu. Tekrar çadırlarda okullar kurduk. Ben o dönem öğretmendim. Okulda iyi bir öğrenciydim. Okullarda öğretmenimiz azdı. Türkiye’den gelen ve ortaokulu bitirenler de azdı. Ben de iyi bir öğrenci olduğum için beni 97’de öğretmen olarak aldılar. Ben okumak istedim ama bir grup öğrenci dedi siz öğretmen olun ki çocukları eğitin. 17 yaşında yedek öğretmen oldum” diyor.
Sığınağa açılan kapılar…
Zorla göç ettirilen Botan’ın direngen Kürt köylüleri, göç yollarında anadilde eğitimden de vazgeçmez. Eğitim çalışmalarını anlatan mamoste Kaçan, “KDP saldırdığında, evinde yemek yiyen, normal dolaşan, hastaneye giden birçok insan yaralanıyordu. 96’da Etrûş’ta ortokulu da kurmuştuk. Ninova’da çadırdan 4 okulumuz vardı. Çadırlarımızda sığınaklar yapmıştık öğrenciler için mecburen. Her çadıra bir sığınağın kapısı geliyordu. Mermiler çadırlara gelince biz de öğrencileri sığınağın kapısından içeri sokuyorduk öğrencilere bir şey olmasın, korkmasın diye. Böyle bir yaşam sürdük Ninova’da” diye anlatıyor.
Her kampta sistem kuruldu
Göç sonrası Ninova’da sistemlerini yeniden oturttuklarını anlatan mamoste Kaçan, “Orada kamp yönetimi, sakinleri, muhtarlar, komiteler birleşti. Meclisimiz vardı. Hatta Meclis’imiz Etrûş’ta kurulmuştu. Belediyemiz, Meclisimiz, kültür kurumu, Eğitim Komitesi, Kadın Meclisi, Gençlik Merkezi, kampın dış ilişkileri için diplomasi, dış ilişkiler kuruldu. İhtiyaçlara göre farklı farklı oluşumlar oluşturuldu. Semt yönetimleri, muhtarlar, komiteler şeklinde Semt Meclisleri kuruldu. Sağlık kurumu kuruldu. Her gittiğimiz yerde bu sistem oturuyordu. Şehit Aileler kurumu vardı. Ninova’da da bunlar devam ettirildi. Şimdi de bu kurumların hepsi Maxmûr’da da var” diyor.
Hastane katliamı
97’nin sonlarında Türkiye tekrar Federe Kürdistan’a bir operasyon gerçekleştirir. O operasyon da kamp halkına baskı olarak geri döner. Operasyon 1997’nin sonuna kadar devam eder Zap’ta düşürülen helikopterle operasyon koordine güçlerinin yaşamlarını yitirdiği için operasyon durdurulur ve geri çekilme olur. Ardından Türkiye, Ninova Kampı’nı hedef almak ister. Hewlêr’de bir katliam yapılır. Yaralı PKK gerillaları ve siviller KDP tarafından hastanelerde katledilir. Bu saldırı kamp halkını tedirgin eder. Tampon bölgede olmanın kaygısını taşıyan halk, her an uçaklar vurabilir diye halk toplantısı gerçekleştirir. Halk duyum almıştır: “Türkiye ve KDP birlikte arabalarla kampa gelecek ve zorla Türkiye’ye götürecek.” Bunun üzerine halk karar alır. Çocuklarının ve kendilerinin can güvenlikleri için bir gece vakti yeni bir göç sürecine daha adım atar.
Bütün çadırlar ateşe verilir
Ninova’dan Nehdara’ya giden süreç çok daha zorlu geçer. Devletin saldırı riski olduğu için bütün halk alelacele yemeğini yemiş, herkes sırt çantasını, bir torba, bir bohça hazırlamıştır. Birkaç hayvanı olanlar da onlara bir yük yüklemiştir. Odun ve bilyelerden yapılan kayaklara eşyalar yüklenmiştir. Her ev çadırını ateşe verir. Ve alabildikleri kadar eşyayı alıp o kayaklarla, eşeklerle ve sırtlarına yükledikleriyle bir iki battaniye ile o akşam saat 19.00-20.00’da harekete geçer. 97’nin son ayında mayınlı arazinin bulunduğu Nehdara Kampı’na yol alınır. Karanlık bir dünyaya adım atılır.
Yorulan arkaya geçiyordu
Kayaklar caddeden geçerken toplu hareket edildiği için bir uçağın çıkardığına benzer bir ses çıkarır. Asfaltta herkes aynı anda yüzlerce kayakla yürüyüşe geçer. Yakın köylerdekiler korkmuş, savaş uçaklarının sesi sanmıştır. O geceyi Hacı Kaçan, şu sözlerle özetliyor: “O geceyi hatırlıyorum. Radyolar vardı, televizyon fazla yoktu. Her evin televizyonu yoktu çünkü elektrik yoktu, o yüzden her semtte bir televizyon ve bir jeneretör vardı. Herkes gidip akşamları haberleri ya da ne varsa onu izliyorlardı. Halkın toplu izlediği bir salondu. Amerika’nın Sesi o gece bir haber geçmişti: Ninova Kampı’nda yaşayan Kürt mülteciler bütün evlerini yakarak Irak’a doğru yol aldırlar. Böyle bir haber yapmışlardı. Biz o akşam harekete geçtik. Irak askerleri de ne olduğunu anlamadılar. 10-15 asker vardı. Şimdi biz bu tampon bölgesi aşmak, Irak sınırlarını geçmek istiyoruz. Sabaha kadar yürüdük, sabah saat 11’de Iraklı askerlerin bulunduğu yere geldik. Onlara takviye gelene kadar biz oraya yaklaşmak istiyorduk. Sabaha kadar silah patlatıyorlardı, Arapça gelmeyin diyorlardı. Gidin, geri çekilin diyorlardı. Biz onlarla büyük bir mücadele verdik. Yorulan arkaya geçiyordu, öne geçen konvoyu sürüklüyordu. Sabaha kadar böyle sürdü ve biz bir kilometre yer açtık kendimize ve orada yerleştik.”
Sürgün yeridir Maxmûr!
Herkes çadırını yakmıştır, sabah kar yağışı başlar. Bir taraflarında İran-Irak savaşından kalma mayın tarlası, diğer tarafta Irak vardır ama geçişe izin verilmez, halk Ninova’ya da dönemez çünkü çadırları yaktıkları yere KDP yerleşmiştir. Halk, kuzey, güney ve batıya hareket edemez, sadece bir tek doğu tarafları açıktır. Artık seçenekleri yoktur, orada kalırlar. Kar, kış, kıyamet… Burada üç kişi mayına bastıkları için ayağını kaybeder. Nehdera Kampı (Dokuz Ağaç) 5 ağacın kesilmiş 4 ağacı ayakta kaldığı bir yerdir ve adını bu 9 ağaçtan alır.
Nehdara döneminde 4×4 bir naylonun altında onlarca insan kalır. Odun toplamaya araziye giden iki yaşlı kardeş 60-65 yaşlarında kafaları KDP tarafından kesilerek katledilir. Yine orada fazla kalmazlar, 98’in başlarında BM tekrar halkı ziyaret eder. Eğer YNK bölgesi Süleymaniye tarafı size yer verirlerse biz sizi oraya götüreceğiz der. Yeter ki Irak bize yol versin. O dönem Talabani bunu kabul eder. İlk önce Süleymaniye’nin Çemçemal ilçesine yerleşmelerini kabul etmiştir. Tam arabalara binilir yola çıkılırken Talabani, KDP ve Türkiye’nin baskısıyla vazgeçer. Böylece Kürt köylüleri, Kürt katili Saddam’a mecbur edilir.
Halkın temsilcileri Saddam Hüseyin’in temsilcileri ile yer vermesi için görüşür. Saddam kabul eder, suyu ve yeşilliğin olduğu bir bölgeyi söyler, temsilciler gidip kontrol eder ve gösterilen yerde kalmayı kabul eder. Ancak burada da bir oyun döner. Halk, gösterilen yere değil, Irak’ta o dönemler sürgünlerin yapıldığı çöl araziyle meşhur Maxmûr’a götürülür. Göçe zorlanan Kürt köylülerine sürgün yeri reva görülür. Halk itiraz etse de sonuç alamaz ve orada bırakılır.
7’den 70’e herkes çalıştı
Maxmûr sürecini mamoste Hacı Kaçan’dan dinliyoruz: “Maxmûr’a ilk gelişimiz 98’di. Baharın sonunda tam yaz geliyor, şimdi bütün dünyayı dolaşsanız en sıcak yeri ararsanız Maxmûr bölgesidir. Çok kuraktır, bir dağ var, ne yeşillik var, ne bir ağaç. Yani ilçeler, köyler var hiçbiri bir ağaç dikmemiş. Biz buraya geldik e Botan halkıyız. Botan’ı biliyorsunuz yaylarını, dağlarını, sularını… Biz buraya geldik 98’de, şimdi 2022, 24 yıldır biz Maxmûr Kampı’ndayız. Geldiğimizde Saddam dönemiydi 98’den 2003’e kadar Amerika’nın müdahalesine kadar Saddam döneminde kaldık. BM de tekrar bizi kabul etti. Burada sistemimizi kurduk. İlk başta bütün halk, toprak kerpiçlerden, piriketlerden okullar yaptı. Seferberlik vardı. 3 ilkokul, bir ortaokul, her biri 7 sınıftan oluşan sadece kerpiçlerden yaptığımız bir okul, üzerine odun, naylon, çamur koyduk. Sıra masalarını da aynı şekilde kerpiç ve topraktan yaptık, üzerine bir battaniye çektik. Kırtasiyemiz yoktu. Bir defter vardı, her bir öğrenciye bir yaprak veriyorduk. Bir kalemi de bazen 4 parçaya ayırıyorduk, bir silgiyi 2-3 parçaya ayırıyorduk. Halkımız böyle bir ayda bize 4 okul yaptı. 7’den 70’e herkes çalıştı.”
Cehennemden cennete
Kurumlarını kurdular, yavaş yavaş evlerini inşa ettiler. Kaçan, “Zaten sıcaktı, halk fakirdi, suyu yoktu, buz yoktu biz böyle başladık. 98’den bugüne baksanız yani geldiğimizde tam anlamıyla burası bir cehennemdi ama şimdi bu bölgede dolaşsanız burayı bölgeye göre cennet sayarsınız. Şimdi burada bağlar kurulmuş, halk üzümlerini satıyor, peynirlerini satıyor, bahçeler kurulmuş, domates, salatalık var. Yani şimdi her şey var burada. Böyle başladı, 24 yıldır Maxmûr’dayız. 2014’te bu kez DAİŞ belası çıktı. Biz de onların saldırısından nasibimizi aldık. Hatta bize yapılan saldırı planlıydı. Çünkü DAİŞ kampa saldırdığında, Musul ve yakın ilçeleri aldıklarında kampa yaklaştıklarında bütün bölge boşaltıldı. Sadece Maxmûr Kampı kalmıştı. Son anda bizim Meclis bir karar aldı. Çocukları çıkaralım Şengal gibi bir katliam olacak. Ona göre biz çocukları çıkaralım Hewler’e doğru gidelim denildi. Aynı akşam biz göç ettiğimizde dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, televizyonlar üzerinden dedi Maxmûr halkına kapımız açıktır, gelebilirler. Oradan anlaşılıyor ki bu saldırı planlı yapılmış. Yani 20 yıldır oradan sizin politikalarınızdan dolayı gelmişler şimdi gelin size kapımız açıktır demeleri farklı amaçlaydı” diyor.
KDP, AKP ve IŞİD…
2014 sürecinden sonra IŞİD’e karşı hem can kayıpları hem de maddi kayıplar yaşandığını anlatan Kaçan, sözlerine şöyle devam ediyor: “2014’te PKK gerillaları, Irak hükümeti ve Barzani’nin çağrısıyla hem Şengal’de, hem Şengal Musul arasında, hem Maxmûr’da, hem de Kerkük, Xaneqîn’de DAİŞ ile mücadele ettiler. Xaneqîn İran sınırına sıfır noktasında büyük bir Kürt ilçesi. Gerillalar Şengal Rojava sınırından Xaneqîn İran sınırına kadar uzun bir hatta yerleşti ve DAİŞ’e karşı halkları korudu. Artık tüm insanlar silahlanmıştı. Mecburen hayatlarını kurtarmak için, çocuklarını korumak için. 2014’ten sonraki süreçte 2015’te de DAİŞ saldırısı oldu. 2 DAİŞ’li kampa girdi. Halktan iki kişiyi şehit ettiler. Kampı koruyan gerillalar onları da öldürdü. 2017’den bu yana en son 2021’e kadar kamp Türkiye’nin savaş uçakları ve SİHA’ları tarafından 6 kere saldırı yapıldı. Bu saldırılarda 2018’de, 2020’de kayıplarımız oldu. Sivil kayıplar verdik. Koyunları otlatmaya ya da sağmaya giden kadınlar katledildi. Yaralananlar oldu, maddi kayıplar oldu, son iki saldırı da tam kampın merkezine oldu. Şimdi KDP’nin 2019’dan bu yana başlattığı bir ambargo var. 2019’dan bu yana özellikle Duhok ve Hewlêr’e gidemiyoruz. İzin vermiyorlar. Hayatını kaybeden çocuklar var. Doğum için Hewlêr’e gitmek isteyen ama nizamiyeler izin vermediği için hayatını kaybeden bebekler var. Birçok şeyle karşılaştık hem KDP’nin ambargosu, hem Türkiye’nin hava saldırıları, hem de DAİŞ’in saldırısı oldu.”
Dört parça bir kalemden yüzlerce mezuna…
Eğitim çalışmalarını da aktaran mamoste Hacı Kaçan, “Kampta 10 binden fazla insanız, 3 bin 500 öğrencimiz var. Ana okuldan liseye kadar. 2004’ten 2019’a kadar resmi yazılı üniversite sınavlarına katılan, üniversiteye geçiş yapan Hewlêr’de Selahhaddin Üniversitesi’nde, Süleymaniye’de, Duhok’ta okuyan yüzlerce öğrencimiz var. Mezun olan yüzlerce öğrencimiz var. Tabi bizim için büyük başarıdır. Mülteci olarak. Bir kalemi 4 parçaya ayıran, kerpiçten okullar yapan bir halkın şimdi doktorları var, mühendisleri var, avukatları var, arkeologları var, her şeyi var. Yani mültecilik döneminde olmayan şeylerdir bunlar, BM de bunu kabul ediyor. BM’nin mühürlediği diplomalarımız var. Bu sistemimiz yürüyor. Belediyemiz şimdi resmidir, hastanelerimizin kabul edildiği, yani halkın kendini yönettiği bir sistem var burada. Herkes saygı duyuyordu, BM de saygı duyuyordu. Halkımız her şeye rağmen yaşamını devam ettiriyor. Sistemimiz devam ediyor, geçenlerde halk kongresi vardı biz de kongremizi gerçekleştirdik. Her kurum kendi konferansını yaptı. Hayat böyle devam ediyor. 2022 yılına girmişiz, bizim siyasi mülteci kimliğimiz Irak ve BM tarafından verilmiş, şimdi cebimizdedir. Bu yürüyüş böyle başladı. Devlet Kürt sorununu çözüme kavuştursa, dilimiz kabul edilirse, biz de tüm dünyadaki halklar gibi yaşasak biz geri döneriz” diyor.
Maxmûr’un hikayesi budur
Bir kalemin 4 parçaya, bir silgilinin 3 parçaya bir defterin yapraklarının dağıtıldığı zamanlar geride kaldı. Şimdi Maxmûr Kampı’nda 13 okul var. Bunların içinde 5 anaokul, 4 ilkokul, 2 orta ve 2 lisede toplam 3 bin 500 öğrenci bulunuyor. İlkokul 4. sınıftan itibaren İngilizce dersi veriliyor. Ayrıca yeni program ile Arapça dersi ilave edilmiş. Diğer tüm kitaplar Kürtçe’dir. Aynı zamanda Down Sendromu Okulu var. Orada öğrencilerle, engelli öğrenciler birlikte okuyor. Son olarak ise bu mücadele meyvelerini vermiş, bine yakın öğrenci üniversite mezunu olmuş ve aralarında, doktor, mühendis, öğretmen vs. var. İşte KDP’nin ambargo uyguladığı, Ankara’nın SİHA ile saldırdığı Maxmur’un hikayesi budur.
VE… Yazmakla bitmez Maxmûr halkının onurlu yaşam mücadelesi…