Bir karakter romanı olarak Ortadoğu’da birini anlatmak gerekirse, yani kahraman yapmak lazımsa, hiç şüphesiz bu Cegerxwîn olurdu, olması da gerekir. Belki bu yazıyı okuyan birisi kendisi şahsında Kürtlerin özgürlük mücadelesini romanlaştırma fikrine sıcak bakar ve yazmaya başlar. Hayat belkilerle dolu olduğu için ben de gücüm yeterse belki onun kahraman, Kürdistan’ın da mekân olduğu bir romanı yazarım, kim bilebilir. Nitekim kendisi Kürdistan’ın şairi oldu. Halen de şiirleriyle hayatlarımızın orta yerinde kendini gösteriyor. Muzır gülüşü, inatçı tebessümü, gönülden gönüle geçen bir Cegerxwîn gerçeğini aslında tüm dünyanın bilmesi lazım.
Neredeyse hemen hemen her şiirinin Kürt müziğini beslediği ve beslemeye devam ettiği gerçeği hakkında kim kalkıp da onu inkâr edebilir? Kendim Kürtçe eğitim-öğretim görmemiş bir Kürt olarak, farklı bir mekânda, cezaevinde, Kürtçe kitap okunması önerisinde elime aldığım ilk Kürtçe kitap Cegerxwîn’in bir öykü kitabı olmuştu. Sonra şiirlerini okudum, şiirlerinin şarkı olduğu halini dinledim. Bir şair, bir devrimci, bir kahraman mitini tüm tılsımıyla taşıyor olduğuna ikna oldum ve halen de o iknanın tesirindeyim.
İnsan yazdıkları kadar yaşadıklarıyla da meşhur olur. Doğup büyüdüğüm memleketim Mardin’in Derik ilçesinde Cegerxwîn’in imamlık yaptığını, Derik şarabını içip dinden vazgeçtiğini ve komünist olduğunu çocukken kahkahalar eşliğinde duymuştum. Oluyor ya, insan yaşadığı yerin meşrebini de alıyor, bu şekilde oraya yerleşebiliyor. Nihayetinde Cegerxwîn çok memleket gezdi, çok da memleketli oldu.
Dünyanın orta yerinde yok oluşa mahkûm edilen Kürt halkını Cegerxwîn tek bir şiirinde ejderha yaptı. Sosyalist dünyanın ve halkların gündemine Kürtleri işçi, emekçi, savaşçı ve tarihleriyle gün yüzüne çıkardı. Bir de tabii kendine güvenini kaybetmiş, adını söylemekten korkan Kürt evlatlarına haykırdı ‘Kine em’ diye, sonra cevabını da verdi, mitolojide, tarihte, savaşta, haritada Kürdistan’ın ve evlatlarının yerini, bundan sonraki dünyaya tavrını da. Çünkü Cegerxwîn uhrevi dünyadan yeryüzüne göç eden ve burada sözünü dinleten biri oldu.
Nerede olursa olsun Kürtlerin meşru mücadelesine yaşadığı her yerde destek verdi, konforunu düşünmeden köleliğin aşağılık bir şey olduğunu, direnmenin meşru davasını ve onurunu övdü de övdü. Haksız olmadığını biliyordu, savaşın dehşetini ve onurlu barışın mümkün olduğuna inanarak yaşadı. Ardıllarına bir yük bıraktı kuşkusuz; “Bijî Kurdistan, bimre koledar” dedi her yerde.
Rüyasını yorumladığı bir gül satıcısı üzerinden tüm dünyaya romantik, aşık yönünü gösterdi bir şair gibi “Gulfiroş” ile. Evladının kaybını anlatırken sanki yokluğunu umursamadan karşısına alıp sitem edebiliyordu “Şev çû” adlı şiiriyle. Evladını arkadaş, sevdicek, şımarık bir genç kardeş, hep beklenen, zamanın hükmünün kalmadığı bir yerde görüyordu. Evladı öldüğü için ona küsen bir baba, dert yanıp sitem eden Cegerxwîn, tanıştığı herkesin dostu, Yılmaz Güneyin arkadaşı.
Haritalarda görünmeyen ülkesinin birçok yerinde yaşayan şair Cegerxwîn, diliyle enternasyonalist bir köprü kurup el verdi herkese. Haklı olduğunun bilinci ve gururuyla bambaşka bir ülkede gözlerini yumdu. Halen şarkılarda şiirinin tesiri, mücadelesinin vurgusu duruyor. Kanlı bir ciğer gibi ülkesi Kürdistan’ın her yerinde bir kancada asılı heybetiyle, şiiriyle, sözüyle, hayatı ve mücadelesi ile herkese sesleniyor: İro jî dijmin ji me ditirsin.
Bugün Kürdistan’da ve dünyanın başka yerlerinde devrimci Kürt şair Cegerxwîn her yerde kendini dinletiyor, yaşam pratiğinde ve sanat dünyasında. Dünyanın onu keşfetmesine gerek yok, hep bizimle, bizden sonra da bizim olacak olana muhtaç değil Cegerxwîn, tam tersi bir alacaklıdır yeryüzünde ve bunu her daim geçerli kılan yazıları, şiirleri, yaşamı ile dünyaya dava açmıştır. Kürt şair Cegerxwîn 1984 yılında yani 39 yıl önce aramızdan ayrıldı ama alacaklıdır, mirasçıları dört parça Kürdistan’da ve dünyanın her bir yerindedir.