Bir prosedür dışında hiçbir anlamı kalmayan ÇED süreçlerinde kopyala yapıştır yöntemiyle raporlar hazırlanıyor. Av. İpek Sarıca, Muğla’da bir şirketin ‘ÇED olumlu kararı alınır’ ilanı verdiğine dikkat çekti
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından ÇED Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikler ile odalar ve demokratik kitle örgütleri sürecin dışında bırakılmak istenirken, şirketler için avantajlı maddeler yönetmeliğe eklendi. Yine yönetmeliğe göre 25 dönümün altındaki projeler için “ÇED gerekli değil” kararı verilebilirken, birçok ÇED dosyasında proje alanı 23 dönüm üzerinden hazırlanıyor. ÇED raporlarının bir kaç firma tarafından genellikle birbirine benzer kopyala-yapıştır yöntemlerle hazırlanıyor olması dikkat çekici. 23 Nisan-23 Mayıs tarihleri arasında bin 133 ÇED raporu yayınlanırken, bunların 307’si “ÇED gerekli değil”, 55’i ise “ÇED olumlu” kararı verilirken, bir aylık süreçte hiç “ÇED olumsuz” kararı verilmiş değil.
Sonuçlar hesaplanmıyor
Ekolojist avukat İpek Sarıca, ÇED raporları hazırlanırken saha gerçekliğinden kopuk, baştan savma bir tavır alındığını ve raporların ciddiye alınmadan hazırlandığını kaydetti. Bakanlığın da bunları kabul ederek, “ÇED gerekli değil” kararları verdiğini söyleyen Sarıca, “Raporlarda bariz hatalar oluyor. İlk ÇED raporu okuduğumda Balıkesir ile ilgili bir dosyada İzmir’den haritalar koyulduğunu fark etmiştim. Bunları bile değiştirmemişler. İnsanların hayatlarıyla oynamak, eko-kırım suçu işlenmesine izin vermek bu kadar kolay olmuş. Yine Muğla’da bir şirket ‘ÇED olumlu kararı alınır’ diye ilan vermişti. Bu ilanı veren firmanın sahibi aynı zamanda maden ruhsatı alan kişiydi. Bakanlık da firmalar da dosya hazırladıkları meselelerin doğuracağı sonuçları hesaplamıyor” dedi.
Yönetmelikler şirketlerin yararına
Bu durumun doğaya bakış açısından kaynaklandığını dile getiren Sarıca, doğanın şirketlerin para kazanma aracı olarak metaya dönüştürüldüğüne dikkati çekti. Sarıca, istatiksel olarak çok fazla ‘ÇED gerekli değil’ kararı verildiğini belirterek, “25 dönümden az araziler için ‘ÇED gerekli değil’ kararı verilebiliyor. Aslında ÇED süreci işletilen dosyalarda aynı nedenleri doğuracak bir olay için süreç işletilmemiş, halka sorulmamış oluyor. Bu durum firmalara avantaj sağlıyor. Daha az başı ağrıyor ve daha kısa bir sürede rapor alabiliyor. Burada ÇED sadece bölgedeki yurttaştan kaçırılmıyor. Aynı zamanda eko-kırım suçunun sonuçlarına maruz kalacak bölge dışındaki insanlardan da kaçırılıyor. Örneğin Balıkesir Madra Dağı’nın tepesinde Tümad altın madeni var. Midilli’nin suyu Madra’dan gider. Yani orada yapılan bir faaliyet başka bir ülkede sonuç doğuruyor” diye belirtti.
Eko-kırım suçu yasalara alınmalı
Yurttaşların açtığı davalar sonucunda iptal edilen ÇED kararlarının tekrar önlerine geldiğini ifade eden Sarıca, şöyle devam etti:
“Bu durum tamamen mahkeme kararlarının arkasından dolanmak oluyor. Türkiye’deki hukuk anlayışı pozitif bir hukuk anlayışı olduğu için tek bir kişinin sözleri geçerli oluyor. Kararların hukuka ya da insan haklarına uygunluğu onlar için önemli değil. Mahkeme ‘ÇED olumlu’ veya ‘ÇED gerekli değil’ kararını iptal ediyor. Yani orada bu projenin yapılamayacağını söylüyor. Şirket mahkeme sonucunda ‘eksiklerini’ düzeltip yeniden süreç başlatıyor. Eğer eko-kırım suç olarak tanınsaydı, mahkeme yapılacak işlemlerin bu suça dahil olduğunu belirterek, yapılamayacağını söyleyebilirdi. Böylelikle yeniden bir süreç başlatılamazdı.”
Kirleten öder ilkesi iptal edilmeli
Yaşanan durumun önüne geçmek için Çevre Hukuku’nda da ciddi değişiklikler yapılması gerektiğini vurgulayan Sarıca, mevcut kanunun ‘Kirleten öder’ ilkesinin sorun çözmek yerine sorun yarattığını aktardı. Sarıca, “İliç’te 2022 yılında siyanür borusunun patlamasından sonra şirkete 116 milyon para cezası kesildi. Fakat şirketi durduran bir sonuç olmadı. Sonrasında 13 Şubat’ta ise 9 işçiyi kaybettik. İhtiyatlılık ilkesine göre bir proje sokaktaki herhangi birinin anlayabileceği bir şekilde kötü bir sonuç doğuruyorsa ve basit bir bakış açısı ile bu anlaşılıyorsa işlem yapılmamasını gerektirir. Önleme ilkesiyle de projelerin en başından bilim insanlarıyla çıkacak sonuçlarının değerlendirilmesi ve önlenmesini içerir. Kirleten öder ilkesini önümüze koydukça hiçbir süreç prosedür olmaktan öteye gidemez. Bu nedenle de ÇED süreci tamamen prosedür sürecine gelmiş durumda” diye konuştu.
Haber: Tolga Güney /MA