“Kapitalizm yasal mafya, mafya da yasal olmayan kapitalizmdir.”
Dorio Bötancourt-Maria Garcia
Kapitalist dünya sistemi 1970’li yılların ortasında krize girdi. Söz konusu olan yapısal krizdi. Yapısal krizden verili paradigma dahilinde çıkmak mümkün değildir. 1940’lı yıllardan beri mayalandırılan piyasacı neoliberal reçete imdada yetişti. Neoliberal reçetenin üç sloganından biri özelleştirmeydi (privatisation). Diğer ikisi serbestleşme (liberalisation) ve kuralsızlaştırmaydı (déregulation).
Neoliberal saldırı 1979’da İngiltere’de Margaret Tchacher, 1980’de ABD’de Ronald Reagan, bizde de 1980’de ünlü 24 Ocak Kararları’yla Süleyman Demirel-Turgut Özal marifetiyle arz-ı endam etti… Fakat halkın kazanımlarına savaş ilan etmek demek olan gerici ekonomik ve sosyal politikaları NATO’cu-Amerikancı ordunun müdahalesi olmadan hayata geçirilmesi pek mümkün değildi… Elbette 12 Eylül askeri darbesi sadece ekonominin rotasını değiştirmek için gündeme gelmedi… Emperyalist çıkarların da bir gereğiydi… Devlet aygıtı tepeden tırnağa dizayn edildi… Çocuk Esirgeme Kurumu da dahil hiçbir şeyi esirgemediler…
Özelleştirmeler, değerlenme sıkıntısı çeken sermayeye yeni alanlar açmak demeye geliyor… Gerçek durum öyledir ama burjuva iktisatçıları ve burjuva politikacıları, yaptıklarının iktisadi etkinliğin bir gereği olduğunu, verimlilik artışının herkesin yararına olduğunu söylediler. Tabii kimin için “verimlilik sorusu” gündeme gelmemek kaydıyla… Medya devreye sokuldu. Medyatik ‘uzmanlar’ özelleştirmenin ne kadar harika bir şey olduğunu döne döne anlattılar… Sendikacılar da koroya dahil olmuştu ki, bu bizdeki sendikacıların çapı hakkında bir fikir verecektir… Esasen sınırlı istisnalar dışında sendikacılar işçilerden çok devlete ve sermayeye daha yakındır… Bürokratik yozlaşmayla malûldürler… O hale geldi ki, ‘insanlar’ şu iş bitse de rahata ersek der hale geldiler…
Dönemin bir sloganı da ‘devleti küçültmekti’… Aslında asıl amaç sermayeyi büyütmekti. Bizde özelleştirmelere önce Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) denilen, mal ve hizmet üreten kamu işletmelerinden başlandı… İkinci aşamada sıra kamu hizmetlerine, üçüncü olarak da Müşterekler’e geldi… Müşterekler, herkesin kullanımıma açık, ortak kullanım alanları ve kaynaklarıdır. Bu üçüncü aşama da pupa-yelken yol alıyor ve hiçbir şeyi ıskalamıyorlar… İnsan ve toplum yaşamı için vazgeçilmez olan ne varsa gasp edip, birer kâr aracına dönüştürüyorlar… Yıkım o kadar hızlı ve kapsamlı ki, vakitlice bu sefil süreç durdurulamaz ise geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir…
Artık insan ve toplum yaşamının tüm veçheleri özelleştirilmiş, bir kâr aracına dönüştürülmüş durumda… Müşterekler dahil, her şeyin özelleştirilip, kâr aracına dönüştürüldüğü bir toplumsal yaşam sürdürülebilir değildir… Zira, müşterekler insanları bir arada tutan tutkaldır… Bu yurttaş kavramının da içinin boşalmasıdır…
Çayırhan Termik Santrali ve Maden Ocağı işçileri başlarına neyin geleceğini biliyorlar. Varlık nedenlerine açık bir saldırı demek olan özelleştirmeye karşı etkin bir direniş ortaya koyuyorlar.
Kapitalistler işçiyi bir insan olarak görmez ve öyle muamele etmez… İşçinin (proleterin) âkibetine külliyen yabancılaşmış durumdadırlar… Onlar için işçi, hammadde, ara-malı, enerji gibi… üretim sürecine dahil olan girdilerden sadece biridir… İhtiyacı olduğunda işe alır, istihdam eder, ihtiyacı kalmadığında da kapı dışarı eder… Bu bakımdan, kapitalist toplumun üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan yoksun işçisi (proleteri) köle ve serfin (Osmanlı’da reaya) durumundan farklıdır. İşçi bir efendiye tabi değildir ama emeğini satmadığı zaman açtır… Aslında bu durum işçilerin tüm kapitalistlerin ortak kölesi olduğu anlamına gelir…
Kapitalistin çalışma süresini uzatmakta ve çalışma yoğunluğunu artırmakta çıkarı vardır… Kapitalistin (sermaye sahibinin) kârı işçinin ödenmemiş emeğinin karşılığıdır… İşçiye ödenen ücret harcadığı emeğin bir bölümünün karşılığıdır. Üretim sürecine dahil olan şeylerden sadece işçi değer yaratır… Ücret ne kadar düşük, çalışma süresi ne kadar uzun, çalışma yoğunluğu (cadence) ne kadar derinse, iş güvenliği, işçi sağlığı harcamaları ne kadar küçükse, kâr da o kadar büyüktür… Ne demek istediğimi anlamak için Soma maden katliamını hatırlamak yeter… Orada tarihin en büyük işçi katliamlarından biri neden gerçekleşti? Gözü doymaz kapitalist daha çok kâr etsin diye… Yeterli iş güvenliği tedbirleri alınmadığı için… İş güvenliği için gerekli harcama yapılmadığı için…
Eğer, Çayırhan Termik Santrali özelleştirilir, sermayeye peşkeş çekilirse, işçilerin bir kısmı işten atılır, geri kalanların çalışma süreleri ve çalışma yoğunluğu artırılır, işçi sağlığı ve iş güvencesi savsaklanır, sınırlı kazanımlar da budanır. Oysa termik santral insanların ödediği vergilerle yapılmıştır. Topluma, kamuya ait olanın bir kapitaliste hediye edilmesinin hiçbir mantığı ve tutarlılığı yoktur…
Soma 301 Madenci Aileleri Derneği başkanı İsmail Çolak, Çayırhan’da Termik Santral ve madenin özelleştirmesine direnen işçilere destek mesajında şöyle diyor: “301 madenci adına yeraltında direnen işçileri selamlıyorum. Özelleştirmelerin önünün açılması demek katliamların önünün açılması demektir. Çünkü biz bunu geçmişte yaşadık. 13 Mayıs 2014’te Soma maden katliamında 301 insanı kaybettik. Ermenek’te 18 madencimizi kaybettik. Şirvan’da 16 madencimizi kaybettik. En son Amasra’da 40 madencimizi kaybettik. Özelleştirme demek katliam demektir. Biz Türkiye’nin tüm yeraltı maden ocaklarının özelleştirilmesini değil, kamulaştırılmasından yanayız. Onun için işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket edilmesine karşıyız. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alınan kurumlar devletin çalıştırdığı kamu iş yerleridir. Sermayenin en çok istediği çok çalıştırıp az ücret ödemek, insanlara ‘hadi hadi’ diyerek köleleştirmektir. Biz buna karışıyız. Buradan Soma’dan tüm madenci arkadaşlarıma, direnen kardeşlerime kolaylıklar diliyorum”.
Aslında neoliberal küreselleşme çağında her şey özelleştirilip, metalaştırılıp bir kâr aracına dönüştürülmüşken, artık devlet de “özelleştirilmiş” sayılır… Nitekim Amasra’daki maden ocağı, Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) dahilide bir devlet işletmesi… Eğer kamusal kaygılar olsaydı, 40 madenci ekmek parası kazanırken hayatlarından olur muydu?
Velhasıl, kapitalizm dahilinde asla bir gelecek olmadığının bilinmesi ve dağa-taşa yazılması gerekiyor… Kapitalizmden vakitlice çıkmanın gerekli olduğu bir zamandayız. Yıkımın hızı ve yoğunluğu artmış bulunuyor… Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve olmayacak…