M. Ender Öndeş
Ankara’da tuhaf işler dönüyor. Habire Erdoğan’la Bahçeli görüşüyor, arada iki partide de komisyonlar çalışıp seçim yasalarıyla ve siyasi partiler yasasıyla nasıl oynayabiliriz diye kafa patlatıyor. ‘Sinekten yağ çıkarmak’ diye bir laf vardı eskiden, tam öyle! Yıllardır ‘istikrar önlemi’ olarak sundukları barajı düşürmekten söz ediyorlar örneğin. Böylece MHP’yi kurtarmak istedikleri söyleniyorsa da aslında HDP ve genel siyasi ortamla ilgili hesaplar yapılıyor. Bir yandan, soldaki insanların HDP’yi ‘barajı geçsin’ diye oy verdiklerini düşünerek ‘baraj düşerse oy alamazlar’ diye kurgu yapılıyor, bir yandan da muhalefetteki bazı partilerin düşük baraja bakarak ittifaksız seçime girme hevesine kapılacağı varsayımı yapılıyor, vs…
Her ne olursa olsun, hedef belli: HDP! Erdoğan’a hizmeti kafaya koymuş bazı muhalefet yöneticilerinin aksine AKP, iktidarda kalmanın yolunun HDP’nin zayıflamasından, hatta yok olmasından geçtiğini gayet iyi biliyor. Tablo çok açık: HDP’nin hesaplanmadığı bir durumda iktidar ve muhalefet kafa kafaya kalıyor. Ancak HDP’nin muhalefet ittifakında olduğu koşullarda Erdoğan’ın gönderilmesi mümkün oluyor. İyi Parti ve Babacan/Davutoğlu ikilisini şişirerek insanları ‘HDP’siz de seçim kazanılır’ fikrine ısındırmaya çalışan bazı anketçiler ne yaparsa yapsın bu gerçek değişmiyor. Her kim bu gerçeği yok sayıyorsa, aslında bal gibi Erdoğan iktidarının devam etmesine hizmet ediyor. Üstelik bu çevrelerin çoğu, geçmişte her seçimde HDP için ‘AKP ile anlaştılar, şöyle şöyle yapacaklar’ yalanlarını uyduran çevrelerdir, onu da unutmuş değiliz!
Ancak, HDP’siz hayat düşü, yalnızca bir taktik yanlışı, siyaset öngörüsüzlüğü filan değil; sadece kör milliyetçilikten beslenen duygusal bir beklenti de değil; bir sistem ve devlet refleksi. Gayet iyi biliyoruz ki, mesele şununla bununla mesafe koyma filan meselesi de değil. HDP’nin silahlı Kürt hareketi ile evet, bir ‘mesafe’si var ve bu ‘mesafe’ çok açık ve berrak. Biri, elinde silahla yürüyor, bu yoldan bir çıkış bulduğuna inanıyor ama bir yandan da şu şu koşullar altında bundan vazgeçebileceğini de deklare ediyor; yapar ya da yapmaz, ben bilmem. Diğeri ise silahlı mücadeleye yol açan sorunun barışçıl/demokratik yoldan çözülmesinin mümkün ve zorunlu olduğunu savunuyor, bunun için çaba gösteriyor. İlkiyle sorunu olan, sorununu onunla çözebilir ve bunun iki yolu var: Biri bugüne kadar uygulanan ve sonuç alınamayan ‘son ferdine kadar bitirme’ yolu, diğeri de müzakere ve çözüm yolu. Siz, ikincisini değil birincisini tercih ederek cenazelerle yürüyorsanız, bunun sorumlusu elinde silah olmayan HDP değil. O, sana baştan beri bu yolun yanlış olduğunu söylüyor zaten. Dolayısıyla HDP’nin ‘ben silahı tasvip etmiyorum’ demesinin de anlamı yok, çünkü zaten etmiyor, etmediği için bu yoldan yürüyor, il ilçe örgütleriyle, tabelaları ve üyeleriyle sabah akşam darbe yediği halde ortalık yerde durmaktan vazgeçmiyor. Adeta bir Rocky Balboa gibi mütemadiyen yumruk yiyor, yüzü gözü kan içinde kalıyor ama yere de düşmüyor. Daha ne yapsın?
Ama mesele bu da değil. HDP şimdi, şu anda, şununla şu kadar bununla bu kadar mesafe koyuyorum dese, ertesi gün gelecek olan, ‘tek ayak üstünde dur’, “horoz gibi öt’ istekleridir. Çünkü asıl istenen, HDP’nin mevcut düzenin bir parçası olması, sadece Erdoğan’a değil, bir bütün olarak sisteme biat ederek el pençe durmasıdır. Çünkü asıl istenen HDP’nin savaş bütçelerine el kaldırması, ‘milli’ bildirilere imza atması, kısacası HDP olmaktan çıkarak politik anlamda yok olmasıdır. Mekanizma, ancak bu olduğunda, yani HDP artık HDP olmaktan çıkarak herhangi bir ‘şey’ olduğunda duracaktır.
O iş o kadar basit değil işte. O kadar kolay değil. Bu partinin tarihi ilk bakışta 6-7 yıllık gibi görünebilir ama arkasında bir dizi deneme var. Uzun bir süredir ‘çatı’ gibi yöntemlerle birçok kez yapılan denemelerin verimli olmayışına karşın HDP’nin kazandığı başarı, siyaset biliminin ciddi şekilde incelemesi gereken bir konudur. Bu anlamda, aslında 1 Kasım seçimleri, belki de 7 Haziran’dan daha önemlidir. Çünkü 1 Kasım, 7 Haziran’ın bir ‘acemi şansı’, bir ‘konjonktürel sapma’ olmadığını göstermiştir ve bu anlamda HDP’yi gerçek anlamda ‘parti’ yapan tarihtir. 5 ay boyunca yaratılan ve yüzlerce ölüme neden olan cehennem ortamına karşın HDP, 1 Kasım’da ayakta durmuşsa, bu, arkasındaki siyasi irade, yöneticilerin dirayetinin yanında, bu partiye duyulan ihtiyacın ne kadar büyük olduğunu göstermiştir. Bu anlamda o, aritmetik toplamları değil, o toplamın tümünden çıkan enerjiyi ifade eder.
Dolayısıyla, her akşam televizyonlarda yapılan boş beleş konuşmaların da, maaşlı trollerin müthiş analizlerinin de üç kuruşluk değeri yoktur. Bu toprakların, bu partiye olan ihtiyacı da, o siyasi irade ve dirayet de yerli yerinde durmaktadır. Bu ihtiyacı karşılamak tabii ki yönetsel bir sorundur, o konuda bin tane yanlış da yapılabilir ama irade dimdik ayaktadır.
Plan ve gerçeklik… Yaşayıp göreceğiz.