Çatışma çözümleri konulu bir yazının ağırlığı, üzücülüğü başlığından bellidir. Lakin Habil ile Kabil’in hazin kavgasının, Haçlı Seferleri’nin kanlı serüveninin, kavimler ve dinler boğuşmasının, 100 yıllık savaşın, 30 yıllık ibretin, 1. ve 2. dünya harplerinin, Soğuk Savaş’ın ve bugün dünyada devam eden diğer bütün savaşların ve çatışmaların ortak yanı, her birinin bir çatışma olgusu özelliği taşıyor olmasıdır. Dolayısıyla bütün bunlar, yoğunluk derecesi ve şiddetle ilişkisi farklı düzeylerde olan birer çatışma örnekleridir.
Çatışma deyince akla ilk gelenler şüphesiz ki şiddet, silah ve savaştır. Oysa çatışma yönetimi ya da barış çalışmaları ile ilgilenen akademik çevrelere göre çatışma, sadece şiddet içeren herhangi bir eylem olmayıp toplumsal hayatın her safhasında ve değişik düzeylerde kendisini gösteren olayların bütünüdür. Başka bir ifade ile çatışma, günlük hayatın doğal bir parçasıdır. Her gün değişik düzey ve yoğunlukta farklı farklı çatışmalarla karşı karşıya kalmaktayız; bazılarını çözeriz, bazılarıyla da yaşamak zorunda kalırız.
Çatışmalar kapsamları itibariyle çok geniş yelpazelere yayılma özelliği taşır. Bazıları bireyler arasında olurken, diğerlerinin bir kısmı gruplar arasında, bir kısmı sosyal, bir kısmı ekonomik, bir kısmı siyasetler ve büyük bir bölümü kültürler ve dinler arasında olabilmektedir. Toplumlarda ya da toplumlar arasında var olan çatışmalar çoğu zaman değişimin, dönüşümün ve gelişimin bir aracı ve katalizörü olurken, şiddete varan çatışmalar tahribatın ve parçalanmanın da araçları olarak işlev görmüştür. Bu nedenle, çatışma haddi zatında kötü değildir; iyi yönetilirse iyi, kötü yönetilirse kötü sonuçlar verebilir. Bu nedenle, çatışma yönetimi çalışmalarının son yıllarda uluslararası ilişkiler disiplininde önemli bir yer teşkil etmeye başladığına tanıklık ediyoruz.
Teori ve pratik bağlamı açısından birtakım zorluk ve eksikliklerine rağmen, işlevsel bir içerikle ele alındığında yararlı bir alana evrilme ihtimali yüksektir. Lakin çatışmanın çözüme evrilememe halinin ortaya ne denli ibret verici tablolar çıkardığını tarih çokça bize göstermiştir.
Çatışmalı süreçlerde yitirilen maneviyat, kaybedilen canlar, temelinden sarsılan olağan yaşam, bozulan bedensel ve ruhsal bütünlük, malvarlığının uğradığı zararlar belki de meydana gelen yıkımın en görünür boyutlarıdır.
Canlı her varlık için bir yıkım olan savaş hem geçmişi hem de geleceği derinden etkiler. Nitekim savaşa dönüşen çatışmaların sonucunda kültürel, tarihi ve toplumsal miras silinirken, gelecek, çatışmaların yarattığı kin ve düşmanlık üzerinde örülmeye başlar. Böyle bir sürecin başlamasıyla birlikte toplumsal anomi baş gösterir, hakikat tamamıyla bulanır ve hakikate erişim, normal süreçlerde olmadığı kadar gri bir alana bürünür. Buradaki hakikat, başka haklara ulaşılması ve bu hakların muhafazası için varılması gereken bir nokta olmanın ötesinde, toplumsal travmaların giderilmesi için en etkin yollardan biri olarak kanıtlandığı için önemlidir.
Toplumsal veya bireysel değerlerde, geçmiş yaşantılarda, inanışlarda ve algılarda farklılıkların doğal bir sonucu olarak anlaşmazlıklar ve uzlaşmazlıklar kaçınılmaz olgular olsa da, bu, her anlaşmazlığın bir şiddetli çatışma haline dönüşeceği anlamına gelmez. Bu tür olgusal olayların şiddetli çatışma haline veya savaşa dönüşmüş olmaları çatışmanın nasıl yönetildiğine bağlıdır. Böylece çatışmanın sonucunun olumlu ya da olumsuz olması da çatışmanın nasıl yönetildiğine bağlı olarak gelişir. Dolayısıyla bölgeden başlayıp adım adım bir vekâlet savaşına dönüşen Suriye’deki iç çatışmaların bu bağlamda yönetildiğine tanıklık ediyoruz.
Bugün orada yaşananlar bölge devletlerinin çatışma veya çatışma potansiyelini taşıyan olgularla kurduğu ilişkinin bir dışavurumudur. Bunun en çarpıcı örneklerinden birini bölge devletlerinin Kürt halkıyla geliştirdiği tarihsel ilişki biçimlerinden görmek mümkündür.
Bugün Rojava’da süren demokrasi direnişleri ve Türkiye’de yürütülen barış ve demokrasi mücadelesi esas itibariyle bu rejimlere çözüm önerilerini dayatma çabasıdır. Dolayısıyla Türkiye başta olmak üzere bölge devletlerinin, geleceğin nasıl şekilleneceği sorusunu mevcut çatışmaların nasıl yönetileceğinin bir parçası olarak görmesi gerekir. Kanımca ABD, Türkiye eski büyükelçisi James Jeffrey öncülüğünde oluşturduğu yeni ekibine mevcut çatışmaların çözümüne dair kesin icazet verdiği için üst üste kimi yeni stratejik açıklamalar yapılmaktadır. Ortadoğu’da kendi tahakkümlerini tahkim etmek için zaman zaman bölgesel güçlerin özgünlüğüne bağlı olarak olumlu yaklaşım içeren açıklamalar yapıyor olmaları farklı siyasi hesaplarının gereğidir, stratejik değildir. Onun için ABD’nin yeniden aktifleştirdiği yeni çatışma çözümlemelerinin esas hedefi mevcut şiddetin kriz halini kontrol edilebilir bir şekle büründürme çabasıdır.
Kürt meselesi başta olmak üzere bölgedeki çatışmayı şiddetten arındırma çabasının esas amacı budur. Kürt modern hareketi ile kurduğu ilişki bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Onun için ABD’nin Rojava’yı da kapsayan bir çözümde gözü olduğu muhakkaktır ama nasıl bir çözüm olacağı konusu tümüyle meşkûktir. Dolayısıyla orta vadede bu sorunların çözülemeyeceği ve hatta Ortadoğu’nun temel meselelerinden biri olarak devam edeceği düşünülmektedir. Lakin bölgedeki mevcut resim üzerinde inşa edilen bütün olası oyunlar ABD ve Rusya’nın güçler dengesinin göz önünde bulundurulmayacağı hiçbir oyunun kurulamayacağı gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu stratejik bağlam her zamankinden daha aktif bir hale gelmiştir. Zira çatışma çözümlemelerinin aktifleştiği bir süreçte bu olgusal ölçülerin dışında hareket eden her gücün boşa düşme ihtimali yüksektir.
Bir yandan bütün dünyaya nihai bir savaşı dayatan IŞİD ve onun zihniyetini temsil eden savaş havarileri, diğer yandan ise halklarının özgür ve demokratik birlikteliğini savunan barışsever bir çizginin somut varlığı bile bu gerçeği kolay kolay değiştiremeyecektir. Dolayısıyla çatışmacı bir zihniyetin karşısında çatışma çözümlemelerini önceleyen, toplumsal barışın sağlanması için tek güvencenin temel haklar ve çoğulcu demokrasi olduğunu savunan Rojava halkları uluslararası güçler dengesini iyi okuyabilirse, muzaffer olma ihtimali statükocularınkinden çok daha yüksektir.
Unutmamalıdır ki çatışma, çatışmaları temel bir varlık sebebi olarak görenler açısından da vakitle bir felaketler birikimine dönüşür.