Ayaz ve Nupelda… İki çocuk. Yaşları sekiz ve dört olan iki kardeş. Dersim Ovacık’ta, Bilge köyünde, aileleri ile yaylada oyun oynarken, buldukları cismin patlaması sonucunda yaşamını kaybetti.
Tıpkı 5 Temmuz 2019 günü 13 yaşındaki İsmet Kılıç gibi. İsmet de SiirtEruh’ta arazide bulduğu ve eline aldığı cismin patlaması sonucunda yaşamını kaybetmişti. Aslında 2018 yılında 10 yaşındaki Berat’ın Hakkari Yüksekova’da, 11 yaşındaki Hogir Kayran’ın Nusaybin’de, 13 yaşındaki Diyar’ın Şırnak’ta yaşamını kaybettiği gibi…
Ya da sadece 2015-2017 yılları arasında benzer şekilde yaşamını kaybeden en az 22 çocuk gibi…
Türkiye uzun süredir çatışma atıkları sebebiyle yaşam hak ihlallerinin yaşandığı bir ülke. “Çatışma atıkları” patlamamış el bombalarından, havan toplarından, roket mermilerinden, mermilerden, kurşunlardan oluşuyor ve en çok çocukları öldürüyor.
En çok çocukları öldürüyor çünkü; doğası ve gelişimsel özellikleri gereği meraklı olan, oyun kuran çocuk; parlak renkli, farklı büyüklükte ve biçimlerde, daha önce hiç görmediği, bilmediği, hiç dokunmadığı ama merakla dokunmak istediği bu malzemeleri eline alıyor, oyununun bir parçası, oyuncağı haline getiriyor.
Sadece çocuklara da değil. Hayvanlara ve doğaya da zarar veren bu cisimler en ufak bir dokunuşla, çarpmayla, taş atmakla bile patlayabiliyor.
Ayaz ve Nupelda’nın ölümünden sonra pek çok kişi bu patlayıcıları kimin kullandığıyla, kimin orada bıraktığıyla çok ilgilendi. Kimi PKK dedi, kimi “Bakın askeri mühimmatmış” diyerek yanıt verdi.
Bu sorunun gerçek yanıtı elbette soruşturma sonucunda ortaya çıkacaktır. Ama uluslararası insan hakları sözleşmelerine göre sorumlulukları bir kere daha hatırlatmakta fayda var: Uluslararası sözleşmelere göre, çatışma bölgelerinde herhangi bir çatışma atığı bırakmamak, temizlemek sorumluluğu çatışmanın taraflarına ait. Taraflar bu konuda çatışma bölgesinde yaşayanların yaşam hakkını dikkate almalı, herhangi bir çatışma atığı bırakmamalı.
Devletlerin yükümlülüğü ise; çatışmanın tarafları bıraksa bile buraları başta çocuklar olmak üzere, tüm yaşayanlar ve canlılar için acilen güvenli hale getirmek…
Türkiye de Ottawa Sözleşmesi olarak bilinen, “Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme”sine 2003 yılında taraf oldu. Sözleşmeye göre, 2008 yılına kadar mayınları imha etmeli, mayınlı alanları temizlemeli, insanları mayınlardan ve atıklarından korumak için bilinçlendirme çalışmaları yapmalı, gerekirse bu alanları çitleyerek güvenli yaşam alanları oluşturmalıydı. Ancak yapamadı ve 2013 yılında 8 yıllık ek bir süre istedi. Şimdi bu ek süre içindeyiz ancak özellikle Suriye ile sınır bölgesinde yaşananlardan sonra konu gündemden tamamen düşmüş görünüyor.
Çok açık değil mi? Türkiye’de hiç kimse yıllardır çatışma atıklarıyla ilgili yükümlülüğünü yerine getirmiyor ve başta çocuklar olmak üzere Mayınsız Bir Türkiye Girişimi’nin belirttiği gibi her yıl ortalama 180 kişi ya yaşamını yitiriyor ya da sakatlanıyor.
O halde “Patlayıcıyı kim bıraktı?”, “Buna kim ses çıkardı?” sorusundan daha gerçek bir soruyu burada tekrar edelim:
Çatışma atıkları çocukları öldürmeye devam ederken, bir başka çocuğun daha ölmemesi için alınması gereken önlemler bu kadar açıkken kim, neyi bekliyor?