1 FİLM 1 YÖNETMEN
Usta yönetmen Béla Tarr’ın Karanlık Armoniler filminde kozmos ve kaos, eylem ve tepki, umut ve çaresizlik ile aşk ve öfke her bir insan deneyiminin çarpıştığı düzenin bir parçası olarak dans ediyor.
Taşra kentinde bir bardayız. Tuhaf bir dans vuku buluyor. Üç müşteri ayı, güneşi ve dünyayı oynuyor, dönüyor ve tutulmayı canlandırıyor. Dansın koreografisi ise Valushka adında, ‘masum’ ve ütopyacı bir adama ait. Dışarıdaysa kasaba soğuktan donuyor. Yakın bir zamanda yüzlerce insan, kasabaya getirilen balina ile gizemli Prens’i görmeyi beklerken meydanı işgal edecek. Kasabanın ‘düzeni’ bozulacak, kaos yayılacak, herkes bundan nasibini alacak. Söz konusu film “Karanlık Armoniler”, yönetmeniyse usta isim Béla Tarr. Hikayeyi önceden öğrenseniz dahi sizi hazırlıksız yakalayacak olan bu film, birçok anlam ve yoruma gebe. Burada kozmos ve kaos, eylem ve tepki, umut ve çaresizlik ile aşk ve öfke her bir insan deneyiminin çarpıştığı düzenin bir parçası olarak dans ediyor. Film grotesk, tiksindirici veya olağan deneyimlerin çevrelendiği yaratıcı ve ilahi düzeni de dışa vuruyor. Yönetmen Tarr’ın “Karanlık Armoniler” adlı filmi, izleyiciye 145 dakikalık harika bir deneyim sunuyor. Aşağıdaki söyleşide ise yönetmen Béla Tarr, sinemaya başladığında başına gelenleri, filmin yapım aşamasını ve sinemadaki felsefeyi değerlendiriyor.
Sıkça felsefeci olmak istediğinizi dile getirdiniz. Felsefeyi sinematik olarak yaptığınızı düşünüyor musunuz?
Hayır. Felsefeci olmak istediğimde 16 yaşımdaydım ve üniversiteye gitmek istediğimde 20 yaşımdaydım. Ve beni siyasi bir sebeple durdurdular, çünkü komünist partinin patronuna “Lütfen, ülkeden yardım istiyoruz. Avusturya’ya gitmek istiyoruz, çünkü burada daha fazla yaşayamayız.İşimiz yok, yemeğimiz yok, hiçbir şeyimiz yok” diye bir mektup yollayan Macaristan’daki bir çingene işçi grubu hakkında 8 mm ile film çektik. Ve bu mektup, Rus bir köylüden Çar’a yollanan bir mektuba benziyordu. Ve ben de 16 yaşındayken onlar hakkında bir film çektim ve onunla başvurdum.
Film okuluna mı?
Hayır, üniversiteye. Ben bir felsefeci olmak istedim ve bana hemen “Hayır, çünkü yaptığın şey harika” dediler. Bu, gerçekten tamamıyla siyasi bir nedendi. Ve ardından işgal evindeki bir işçi ailesi hakkında kısa filme başladım. Polis, aileyi oradan aldı, acımasız ve agresiflerdi ve 8 mm ile çekim yapmak istedim ama yapamadım çünkü polis beni cezaevine götürdü. Ardından Macaristan’da bağımsız küçük bir film stüdyosu olan Béla Balász Studio’ya biraz para için başvurdum. Genç sinemacılardan oluşan bir gruptular ve o dönem deneysel şeyler için biraz paraları vardı. Ve onlara, bir aile hakkında, bir evi işgal eden işçi ailesi hakkında bir film yapmak istediğimi anlattım ve sonunda şöyle dediler: “Tamam, sana az para vereceğiz ve sen iki gün çekim yapabilirsin. Sonrasında yaptığını izleyeceğiz ve beğenirsek filmin tamamını bitirmen için daha fazla para vereceğiz.” Benim ilk filmim buydu. Sonrasında üniversiteye geri gitmedim ve daha fazla başvuru yapmadım, felsefe hakkında endişelenmedim. Ben felsefeci değilim ve filmlerde felsefeci olmak istemiyorum.
Eleştirmenler sizi metafiziksel olarak tasvir ediyor. Bu size uyuyor mu?
Hayır, hayır, hayır. Çalışırken teorik şeyler hakkında asla düşünmem.
Fakat filmlerinizde kozmik temalar bulunuyor ve daha önce “şeylere kozmik boyuttan bakmaya çalıştığınıza” ilişkin açıklamanız var.
Nasıl olduğunu bilirsiniz, biz başladığımızda büyük bir sosyal sorumluluğumuz vardı ki bence şimdi de var. O zamanlar şöyle düşünürdüm: “Tamam, bu siyasi sistemimizde bazı sosyal problemlerimiz var; belki de yalnızca sosyal sorularla ilgileniriz.” Ardından ikinci filmi ve üçüncüsünü yap- tık. Artık daha iyi bir şekilde biliyorduk; yalnızca sosyal problemler yoktu. Bazı ontolojik problemlerimiz var ve artık bence, kozmostan gelen bir pislik yığını var. Ve sebep de işte burada. Adım adım, filmden filme serpiliyoruz. Metafiziksel olanla ve diğerleri hakkında konuşmak çok güç. Hayır. Bu sadece yaşamı devamlı dinlemek hakkında. Ve biz, etrafımızda olan biteni düşünüyoruz.
Temel anlatı aracı olarak neden uzun çekimleri kullandığınızı anlatır mısınız?
Sürekliliği sevdiğimi bilirsiniz, çünkü o zaman özel bir gerilim olur. Kısa çekimlere göre herkes daha çok konsantre olur. Ve bir şeyleri inşa etmekten, sahneler ortaya çıkarmaktan, insanları döndürmekten ve çekimlerde uygulanan tüm bu hareketlerden çok hoşlanırım. Sanki bir oyundur ve nasıl bir şey söylediğimiz, hayat hakkında ne dediğimiz hakkındadır. Çünkü filmi, gerçekten psikolojik bir süreç olarak yapmak çok önemlidir.
Filmdeki her şeyin önceden çalışıldığını düşünüyorum. Hiçbir karedeki hareket kazara olmuyor.
Evet, kesinlikle, aksi takdirde imkansız. Gökten yere kadar her şey kontrol ediliyor. Her sahne dikkatle kurgulanıyor. Böyle yapmalıyız, çünkü uzun sahnelerde bir şey yanlış olursa, en başından yeniden başlamanız gerekir. Ve bu birçok kez yaşandı.
Film, László Krasznahorkai’nin kitabından uyarlandı.
Yazar bizim arkadaşımız, beraber başka üç film yaptık. Birbirimizi çok iyi tanıyoruz, her şeyi biliyoruz ve beraber çalışmak çok kolay. O iyi bir yazar, fakat onun dili, filmde doğrudan kullanılamazdı, o yüzden birçok sahneyi değiştirdik. Edebiyat ile sinemayı kıyaslayamazsınız, ikisi farklı diller.
Neden özellikle bu kitabı uyarladınız? Hikayeyle nasıl bir bağ kurdunuz?
Her şey şöyle başladı… Romanı okuduk ve iyi olduğunu düşündük, ancak onun hakkında bir film yapmak istemedik. Ve beş yıl kadar önce Berlin’de, Valushka’yı oynayan aktör Lars Rudolph ile buluştuk. Derhal Valushkamızı bulduğumuzu düşündük ve artık kitabı tekrar okumak için nedenimiz vardı. Filmi yapmaya karar vermemizin arkasında gerçek neden, Valushka’yı oynayabilecek kişiyi bulmuş olmamızdı. Onun kişiliğinden etkilendik ve ardından senaryo üzerine çalışmaya başladık.
Çeviri: Tolga Er