‘Türkiye Ermenileri Patrikhanesi’ İstanbul’un fethinden sekiz yıl sonra, 1461’de Sultan 2. Mehmed’in (Fatih) fermanı ile kurulmuş bir Osmanlı kurumudur. İşlevi imparatorluk sınırları içinde yaşayan 2 milyonu aşkın Ermeni’nin temsilidir. Bu bağlamda da patrikler ‘Millet başı’ sıfatı ile tanımlanırlar. İlk patrik Hovagim, bu göreve sultan tarafından atanarak getirilmiştir. Daha sonra bu göreve gelenler kilise hiyerarşisi içinde, bir takım kurallar, seçimler veya kıdemler gözetilerek belirlendiler.
Halkın denetiminden bağımsız her makam gibi, patriklik müessesesi de zaman içinde yozlaşarak çeşitli güç odaklarının güdümünde kaldı. 18. yüzyılda patrikhane tümüyle tefecilerin denetimindeydi ve bu denetim, siyasi gelişmelere paralel olarak zaman zaman kesintilere uğrasa da, günümüze kadar sürmekte. ‘Tefeci’ tanımının o dönemdeki cilalı ifadesi ‘amira’ olarak şekillenmişti. Amira’lar bu sıfatı isimleri ile anar, padişahın, vezirlerin, valide sultanların kişisel servetlerini yönetirlerdi. Bu hizmetle özellikle de ölümleri durumunda, edinilmiş büyük ve kayıt dışı zenginliğin şeriatın dayattığı miras hukukunun engellerini aşarak varislere aktarımını temin ederlerdi. Edindikleri servet amiralara kendi küçük otonomileri içinde de bir iktidar alanı oluşturdu. Toplum karşısında itibarlarını ‘hayır’ işleri ile sağladılar. Osmanlı idaresi yıllarında kurulan kiliselerin banileri amira sıfatını taşıyanlardandı. Tek istisna ‘Kumkapı dışı’ olarak tanımlanan ‘Surp Harutyun’ kilisesidir. Bir diğer adı ‘balıkçılar kilisesi’ olan bu mabet, dönemin burjuvazisinin amira aristokrasisi ile giriştiği rekabeti temsil eder.
Söz konusu yoz sistem ilk kez 1863 yılında devlet tarafından onaylanarak yürürlüğe konan ve Osmanlı İmparatorluğu’nda uygulanan ilk anayasa olarak tanımlanan ‘Ermeni milleti nizamnamesi’ ile aşıldı.
Yeni anayasa patriklerin halkın oylarıyla seçilmesini temin ediyordu. Kilise tarafından kerhen benimsenen ve dünyada benzeri bulunmayan bu uygulama, devrimci bir adalet mücadelesinin sonunda sağlanmıştı. Ancak halkın oylarıyla makama getirilen patrikler, uygulamaları ile bir kez daha sermaye sahiplerine sırtlarını dayayarak, onların ‘hayır’ hizmetlerinden yararlanarak yozlaşmanın sürekliliğini sağlamayı başardılar.
Günümüzde geçmişin amiralar sınıfını bu kez ‘banker’ sıfatını taşıyanlar sürdürüyorlar. Onlar da tıpkı ataları olan amiralar gibi, günümüz sultanlarının ve onların taraf, etraflarının kayıt dışı servetlerini, kelleleri koltukta bir şekilde yürütüyorlar. Toplumun tüm gelir kaynaklarını kontrolleri altında tutarak, yaşamı kendi ‘hayırseverlik’lerine muhtaç hale getiriyorlar.
8 Aralık Pazar günü gerçekleştirilen 85. Patrik seçimine de bu yoz düzen damgasını vurdu. Bir kez daha sermaye sahipleri, devlet mekanizması içinde edindikleri güçle, seçimi en başından manipüle etmeyi başardılar.
Adalet arayışının nafile bir çaba olduğunu anlatan patriklik kaymakamı ve müteşebbis heyet, tarihe ağır bir vebal altında geçtiler.
Üstlendikleri bu vebal karşılığında edinecekleri kazanımlar ise şimdilik sadece dedikodu mevzusu olduğu için bu yazıda yer almaları söz konusu olamaz. Olsa olsa kocaman soru işaretleri halinde çengeller olarak aklımızın bir köşesine takılıverirler.
Toplumun, değişim beklentileri ile umut bağlayabileceği adayları ustaca manevralarla saf dışı bırakıldıktan sonra, patrik seçimini biri deneyimli ancak oldukça yıpranmış, diğeri genç ama güven vermeyen iki adaya indirgediler. Sonuçta Türkiye Ermenileri 8 Aralıkta ancak kötünün iyisini seçmek üzere sandık başındaydı. 12 yıl boyunca başsız bırakılan toplum bugün ehveni şer’e mecbur bırakıldığı bir seçimle 85. Patriğini seçtiği için yarın kiliselerin çanları sevinç ve kutlama tınılarıyla çalacak. Bu seçim Türkiye Ermenilerinin makus talihini değiştirmeyeceğine göre, sormak zorundayız. ‘Çanlar kimin için çalıyor’?