Sahilde halay çeken gençlere gözaltında bir işkence yöntemi olarak ‘Ölürüm Türkiyem’ şarkısının dinlettirilmesi akıllara tekrar sömürgecilik hukuku ve psikolojisini getirdi
Herdem Fırat
Şarkılar herkesin kendi keyfine göre çalabileceği sanat eserleri midir? Her şarkı her mekanda çalınabilecek sanat eserleri midir? Şarkılar keyfe göre değiştirilebilen bir şey midir? Şarkı kullanılıp sonradan çöpe atılacak bir şey midir? Tüm bu soruların cevabı aslında bellidir. Müziğin evrensel olma gibi bir özelliği var. Halk müzikleri, devrim marşları, etnik müzikler dilden dile çevrilip meydan meydan, sokak sokak söylenir. Müziğin birbirinden etkilenme gibi bir durumu da var. Ancak burda bahsedeceğimiz şey müziğin kendi mecrasında gelişimi değil, özel bir politika çerçevesinde orijinal müziklerin tahrip edilip tam tersine çevrilip farklı amaçlar için kullanılmasıdır.
Söz konusu sömürgecilik hukuku ve sanatı (aslında gerçekte bir sanatı var mıdır konusu da tartışılır) olduğunda her türlü sahtekarlık ve yalanı beklemek mümkündür. Sömürgeciliğin en temel özelliği orijinali kötüleyip yerine sahte olanı koymaktır. Orijinali ‘suç’ unsuru haline getirip onu içeriğinden kopartarak kendi için kullanışlı bir alan haline getirmektir. Sahilde halay çeken gençlere gözaltında bir işkence yöntemi olarak ‘Ölürüm Türkiyem’ şarkısının dinlettirilmesi akıllara tekrar sömürgecilik hukuku ve psikolojisini getirdi.
İki şarkının orijinal ve dönüştürülmüş hallerinden bahsetmek istiyorum. İkisinin de orijinal halleri Kürtçe. Biri devrimci Delil Doğan (Mazlum Doğan’ın kardeşi) tarafından yazılmış ve bestelenmiş Canê Canê şarkısı. Diğeri de Koma Dengê Qamışlo’nun seslendirdiği Dayê Dayê şarkısı. Her ikisi de sonradan tahrip edilerek Türkçeye dönüştürülmüş. Biri Caney Caney olmuş, diğeri de Ölürüm Türkiye şarkısı olmuş. Canê Canê şarkısı Türkçeye dönüştürülünce caney caney oluyor, ‘ê’ harfi Kürtçeye özgü bir ses, dolayısıyla ê harfinin kendisinin değişmesi bile şarkının kendisini de değişime uğratıyor. (Yıllardır ê, x, q, w, û harfleri Kürtçe karakterler olduğu için yasaklı durumdalar.) Canê Canê devrimci Delil Doğan’ın şarkısı iken Caney Caney İbrahim Tatlıses gibilerinin ağzından en lümpen kişiliklerin, ruhuna sömürgecilik işlemiş kişilerin ve mekanların şarkısını ifade ediyor. Caney Caney AKP’nin mitinglerinden tutalım kimi muhalefet partilerin seçim çalışmalarına kadar, gece külüplerinden tutalım cafelere kadar ne kadar şarkının anlam ve ruhuyla alakalı çatışan-zıt olan bir yer varsa orda çalınıyor. Dayê Dayê şarkısı da Ölürüm Türkiyem şarkısına dönüşünce faşistlerin milli marşı haline geliyor. Ve bir işkence aracı olarak Kürtlere karşı kullanılıyor.
Sömürgeciliğin bu kadar tahribat yapmasına yol açan şey utanma duygusunun ve vicdanın körelmesidir. Her türlü kültürel değeri çalıp içini boşaltarak piyasaya kârlı bir mal olarak sunuyor. Giyim kuşamdan tutalım mutfağa kadar her alanda böyle bir politika izliyor. Ulusal elbiseleri sanki modada yeni çıkmış gibi sergiliyor ve paraya dönüştürüyor. Binlerce yıldır var olan mutfağı sanki birileri yeni keşfetmiş gibi servis edip patentini alıyor. Aynı şey müzik için de öyle. Edebiyat eserleri için de öyle. Bugün araştırılsa birçok Türkçe edebi eserin aslında çalıntı olduğu görülecek. Başkalarının ürettiği değerleri kendisininmiş gibi göstererek üstünlük taslıyor.
Mesela neden bu şarkılara saldırıyor? Çünkü bu şarkılar orijinal halleriyle oldukları müddetçe ne kadar marş ve şarkı bestelense de yine de değeri direniş merkezi olacak. Onun için bir taşla iki kuş vurmak istiyorlar. Birini diğerinin yokluğu üzerine inşa ediyor. Şimdi bu şarkıların orjinal hallerinden birkaç söze bakalım. Canê Canê şarkısının orijinal sözlerinde devrimci mücadeleye çağrı vardır:
Canê canê canê, were meydanê
(Canê Canê canê gel meydana)
Dilê min pir xweş e bi vî dîlanê bi vî dîlanê
(Gönlüm hoştur bu halaya gönlüm hoştur bu halaya)
Dîlan e şoreş e, herkes pê serxweş e
(Dilan devrimdir, herkes bu devrimle sarhoştur)
Erd û ezman şên bûn bi vê dîlanê bi vî dîlanê
(yer ve gök şen oldular bu halayla bu halayla)
Ancak şarkı İbrahim Tatlıses’in ağzında bambaşka bir şeye dönüşür. O artık sadece eğlenme amaçlı bir şarkıdır ve çalınacak zamanı ve mekanı da sömürgeciliğin zaman ve mekanlarıdır. Çünkü biri devrimi överken, biri ağalığı över.
“Caney, caney, caney
İşte meydaney
İyi günün dostu
Nerdesin hani? Nerdesin hani?
Bendim buraların sahi ağası
Viran olmuş gitmiş Harran ovası
İyi günün dostu sürmüş sefası, sürmüş sefası
İyi günün dostu dar günde hani?
Kötü günde hani?”
Aynı şey ‘Ölürüm Türkiyem’ şarkısı için de geçerlidir. Koma Dengê Qamışlo Dayê Dayê şarkısı ile mücadele ve davaya bağlılığı dile getiriyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesinde çektiği acıları ve bunun karşısında nasıl hareket edilmesi gerektiğini dile getiren bir şarkı. Ama Ölürüm Türkiyem’de tam tersi bir duruma geliyor. Halkların karşısında yer alanların, halka kan kusan faşistlerin marşına dönüşüyor. Şarkının sözleri de şöyle başlıyor: “Kahraman ırkıma sızmış ihanet/Bütün yüreklerde acı ve nefret/Düşmanların mert değil, hepsi de namert/Türk’e Türk’ten başka yoktur dost nimet.”
Çok ironik değil mi? Türk’ün düşmanlarını namert olarak ifade ediyor ama düşman dediklerinin de müziğini çalıyor. Irkçılık işte böyle bir şeydir. Bir şey üretmezken başkalarının üretimlerini alıp kahramanlık taslar.
Sömürge mantığının kendisi, başkasına ait olanı gasp etme üzerine kurulmuş. Yani kendinde olmayan bir şeyi almak üzerine inşa edilmiş. Madeni yoksa maden sahibi olmak için toprak gasp eder, kültürü yoksa kültür sahibi olmak için kültürü gasp eder. Dili yoksa dil sahibi olmak için dili gasp eder. Bu sömürgeciliğin psikolojisidir. Eksikliğini kabullenmek yerine kendinin eksik olmadığını ispat etmek için gözünü dışarıya diker. Sömürgeciliğin temel güdüsü hırsızlıktır. Ama bu hırsızlığı binbir kılıfa sokar. Bir ekmek çalanı hapse atar, küçük bir evi soyanı hapse atar, cezalandırır. Ancak kendi hırsızlığına bilimsel ve hukuksal bir kılıf bulur. Oysa en büyük hırsız ve soyguncu sömürgecinin kendisidir.
Mersin’de halay çeken gençlere Ölürüm Türkiyem şarkısını bir işkence aracı olarak kullanıp dinletmek sömürge zihniyetinin gerçekliğini gösteriyor. Ortada hiçbir büyüklük falan yok. Gerçekte olan bu sistemin kendisinin sömürgeci olduğunu ve işleyen hukukun da sömürgeci hukuku olduğunu göstermektir. Nasıl ki her yere bayrak dikmek oranın işgal edildiğinin göstergesi anlamına geliyorsa, Kürtçeden Türkçeye çevrilen bir şarkıyı da cezalandırma yöntemi olarak kullanmak kendini sömürgeci olarak kabul etmektir.