“Erkekliğin inşası toplumsal ve kültürel olan her şeyden etkileniyor. Halihazırda inşa edilmiş erkeklik hali; hegemonik tutumlara, tahakküme, eşitsizliğe ve tabii ki şiddete yol açıyor. Bu şiddet sadece kadınları değil çocukları ve LGBTİ+’leri da öldürebiliyor”.
İşte şimdi de Pınar Gültekin… Bu şiddete maruz kalan bir başka kadın. Ölümü hepimizi bir kere daha öfkelendiren, bir kere daha derinden üzen bir başka kadın…
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na göre sadece geçtiğimiz ay, erkekler tarafından en az 27 kadın öldürüldü, 23 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu. Cinsel şiddet ve çocuk istismarı devam eti. Bu kadınlar öldürülürken, kadınları yaşatabilecek İstanbul Sözleşmesi’nin iptali telaffuz dahi edilebildi.
Platformun düzenli yayımladığı verilere göre kadınlar ve kız çocukları evli oldukları, tanıdıkları, akrabaları, birlikte oldukları, ayrıldıkları, babaları, boşandıkları, kardeşleri, ya da oğulları olan erkekler tarafından öldürülüyor. Bu verilere göre failler hep erkek…
Türkiye’nin en acıklı taraflarından biri belki de… Toplumda “infial yaratan” her kadın ya da çocuk cinayeti sonrasında; harekete, örgütlenmeye dönüşemeyen öfke ile binlerce sosyal medya paylaşımı yapılıyor, önerilerde bulunuyor. Sonra… Sonra bu öfke yavaş yavaş sönüyor. Öldürülen kadın ya da çocuk bir süre sonra unutuluyor. Ta ki yeni bir “hunharca” bulunan bir diğer şiddet olayına kadar… Sadece kadın hareketi ile öldürülen kadınların yakınları hariç… Kadın hareketi de yakınları da öldürülen her kadından sonra bıkmadan usanmadan, her türlü baskıya karşın kadına yönelik şiddet ortadan kalksın, öldürülenler için en azından adalet yerini bulsun diye, mücadeleye devem ediyor.
Pınar Gültekin’in öldürülmesinin ortaya çıkmasının ardından oluşan öfke ile birlikte bu kez de başta “anneler” olmak üzere ebeveynlere yönelik pek çok öneri paylaşıldı sosyal medyada. Bu paylaşımlar arasında çokça “erkek” çocukların nasıl eğitilmesi, yetiştirilmesi gerektiğiyle ilgili görüşler yer aldı.
Bu görüşler gösteriyor ki; şiddetin temel nedeninin “elinde gücü bulunduranın bu gücü kötüye kullanması” olduğu hala bilinmiyor. Hala toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde “erkek” değil “oğlan çocuğu” kavramının kullanımının önemine dikkat edilmiyor.
Hala oğlan çocuklarına “kadınları incitmemesi” gerektiğinin öğretilmesi salıkveriliyor. O çocuğun büyüdüğünde bir an gelip de buna gerek olduğunu düşünebileceği göz ardı ediliyor. Üstelik de bunu hep annelerin yapması bekleniyor.
Oysa yüzlerce defa söyledik. Şiddet gücün kötüye kullanımıdır. Kadına yönelik şiddetin temeli de; eşit, özgür ve haklarına erişimi engellenen kız çocuklarına ve kadınlara karşı hiyerarşik toplumsal kurgudan kaynaklı erkeklerin ellerinde bulundukları gücü kötüye kullanımına dayanır.
Bu şiddet ilişkisinin kırılması öncelikle hali hazırdaki sistemde koruyucu, önleyici mekanizmaları, yasaları işletmekle ve failleri cezasız bırakmamakla mümkündür.
Elbette kadınlara, çocuklara, LGBTİ’lere tahakküm kuran, şiddet uygulayan ve sonunda öldürebilen toplumsal erkekliğin inşasından çocukları, özellikle de oğlan çocukları uzak tutmanın yolları vardır. Ancak bu; ne sadece kadın ebeveynlerin işidir ne de oğlan çocuklarının kadınları incitmek değil onları korumak gerektiğini söylemekle mümkündür. Hatta “prensiniz kimsenin canını yakmasın, çünkü başka annelerin prenseslerinin canı yanıyor” şeklinde öneri vermek kadına yönelik şiddetin değil ortadan kalkmasına, bu şiddeti yeniden ve başka şekillerde üretilmesine yol açar…
Kadına yönelik şiddeti önlemek öncelikle devletin yükümlülüğüdür. Dedik ya bunu yasalarıyla, önleme mekanizmalarıyla, cezasızlığı bir rejim olarak kabul etmeyişiyle, toplumsal cinsiyet ve eşitlik algısının tüm toplumda benimsenmesini sağlamakla yapabilir. Hak ve özgürlüklere dayalı bir idare ile hiyerarşik olmayan bir toplumsal yapıyla…
Ebeveynlere elbette öneri verilmelidir. Bu öneriler ancak tüm çocuklara eşitlik, özgürlük, bir arada yaşam, toplumsal cinsiyet gibi evrensel ilkeleri benimsetmek yönünde ise bir işe yarar… Eğer gerçekten kadına yönelik şiddet ortadan kalksın istiyorsak; kimsenin canını yakmayan bir “prensin” hiç mümkün olamayacağını -dilde bile olsa – böyle bir hiyerarşik kurgunun “prensesi” değilse de “prenses” görülmeyen ya da olmak istemeyen bir başkasına yönelik şiddete yol açacağını unutmamak yani eşitliğe dayalı bir yaşamı kurmak zorundayız.
Hemen, bugün, şimdi yapacağımız şey ise yine çok açık: kadına yönelik şiddeti önlemekle devleti yükümlü kılan mekanizmalar öngören, uygulansa ve benimsense tüm kadınların yaşamasını sağlayabilecek İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak, iptalini önlemek….