Bugün, bir şey yapılmadığında geriye dönüşün çok daha ağır bedeller gerektireceği son derece önemli bir tarihsel dönemden geçmekteyiz. Temelde emek-sermaye çelişkisi hep var olmakla birlikte, bir avuç çetenin din kisvesi altında her şeyi talan ettiği, sosyal yaşamı altüst ettiği günlerden daha da kara ve görece ‘kalıcı’ bir Ortaçağ’a adım atmak üzereyiz. Yaşadığımız bu yakıcı gerçek, göreli olarak sınıfsal savaşın ve ulusal mücadelenin de önüne geçmiş durumdadır. Farklı farklı inanç ve uygulamaları olsa da şeriat için yola çıkanlar açısından ne sınıf ne millet vardır; sadece aynı dinin hatta sadece bir mezhebin ümmeti söz konusudur. Bir şeyler yapılmadığında, sonra çok geç olacaktır.
Elbette tarihin tekerleği hep ileriye dönüktür ve bir gün hepsi son bulacaktır, ama çok daha ağır bedeller ödeyerek… Biliyoruz ki din kisvesinin altında acımasızca sömürü vardır, ancak işin içine dini duygular sokulunca yurdum insanı için akan sular durmakta, açlığını bastırabilmekte ve hele bir de sadaka ilişkisinden de pay alıyorsa “şeriatın” kendine ne getirip götüreceğini bilmeden itaatkâr bir sürü olarak davranabilmektedir. Cahil bıraktırılmış halk için bu bir şekilde anlaşılabilir; ancak gözden kaçan büyük bir kitle vardır ki, onlar bu cahil kalabalıktan daha tehlikelidir: Sadece kendileri gibi olan yakınlarına yakınan ama başka hiçbir şey yapmayanlar, bir şey yapmaya çalışanlara da engel olanlar!
Sanki her biri diğerinden ayrıymış görünse de aslında “sessiz ve engelleyici bir görev üstlenen bir örgüt” gibi davranan bu kitlenin özellikleri olarak şunlar göze çarpmaktadır: Büyük çoğunluğu eğitimlidir; şeriatı-demokrasiyi-faşizmi şu ya da bu şekilde bilmektedirler; günlük yaşamları modern görünmektedir; her birinin şu ya da bu şekilde bir işi ve görevi vardır yani hali vakti yerindedir. Bunlar, geçmişte herhangi bir bedel de ödemediklerinden, şeriat gelse de onlara dokunulmayacağı düşüncesiyle sanal dünyaları içinde yaşarlar ki bu bir şizofrenik yanılsamadır.
Çoğunun, mutlaka solcu ve bedel ödemiş yakınları bulunmaktadır; bu yakınlarının başlarına gelenlerin travmalarına tanık olduklarından olsa gerek, kendileri yaşayarak öğrenmemiş olsalar da (belki de literatüre bir katkı olabilecek) bir “sosyal öğrenilmiş çaresizlik” içinde yaşarlar ve hatta çevrelerine yaşatırlar: “Sen çabaladın da ne oldu?”, “Sen üstüne düşenleri yaptın, otur oturduğun yerde!” Hatta daha da ileri gidip, şunları da diyebilirler: “Bak senin yüzünden bizim de başımız belaya girecek, kendini düşünmüyorsan bizi düşün!”, “Bıktık senin stresinden bak bizi de geriyorsun!” Tüm bunlar benim çevremdeki gözlemlerimdir ve bu konuda herhangi bir araştırmaya da rastlamadığımdan, kim bilir daha başka neler yaşanmaktadır!? Bu tür davranışların altında korku, sorumsuzluk, duyarsızlık, rahat düşkünlüğü, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” bencilliği vb ne olursa olsun, “bu örgütlenmemiş örgütlü kitle” görebildiğim kadarıyla bugünkü tarihsel mücadeleye en büyük zararı vermektedir: Zaten var olan karamsarlığı artırmakta, mücadele eden yakınlarının direncini kırmakta, yeri geldiğinde engellemektedirler.
“Susma, sustukça sıra sana gelecek” sloganı, tam da bu kitle ve ülkemizin bu zorlu günleri için dünyanın en harika, ancak ironik bir şekilde “yakınlarına sesliler-dışarıya sessizler” kitlesi için üretilmiş en acı çığlığıdır. Çünkü, bu sloganı atanlar zaten bedel ödemekte olanların, üstelik kendileri için değil tam da bunlar gibiler için bedel ödeyenlerin bu ‘türlere’ yönelik çığlığıdır! Bu bakımdan, şimdiki acıların ve gelecekteki karanlığın en büyük vebali, başta doğrudan bu acıları yaşatanların olmakla birlikte, sonra da bu “yakınlarına sesliler-dışarıya sessizler” kitlesinin olacak ve tarih onları asla affetmeyecektir.
Nazi Almanyası’nda Papaz Martin Niemöller’in şöyle söylediği belirtilir: “Naziler komünistleri alırken sesimi çıkarmadım, çünkü ben bir komünist değildim; sosyal demokratları hapsettiklerinde sesimi çıkarmadım, çünkü ben bir sosyal demokrat değildim; sendikacıları almaya geldiklerinde sustum, ben bir sendikacı değildim; beni aldıklarında zaten sesini çıkaracak kimse kalmamıştı!”
Güzel yarınlara ve yeni bir yaşama…