Yeni Dünya Düzeni’ni kurgulayanlar, izledikleri yöntemin faydalarını tam da bugünlerde görüyorlar. ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında tek kutuplu dünyayı yönlendiren en büyük güç haline geldi. Sermayenin egemenliği karşısında ekonomik ve askeri alanların dışındaki en önemli denge unsuru ideolojik haklılıktan kaynaklanan güç ise, SSCB’nin yıkılması ile o güç de rayiç değerini yitirdi. Sonuçta burjuva ideolojisi yozlaşmış Sovyet rejimi ve sosyalizm arasında bir özdeşlik algısı yaratmayı başarmıştı nasıl olsa.
Bu önemli mevzi kaybının en somut görüldüğü alan ise örgütlü toplumun dağıtılması ile yaşandı. Toplumsal muhalefeti belirli bir program uyarınca yönlendirebilecek bir örgütlenmenin yokluğu tam da içinde yaşadığımız küresel kriz dönemlerinde kendini hissettiriyor.
Pandemik bir salgın karşısında karar mekanizmaları tümüyle iktidar odaklarının elinde. Kaynakların ne şekilde kullanılacağı konusunda tek karar vericiler onlar.
Çok açık bir ikilem ile karşı karşıyayız; insanların yaşamı ile düzenin, daha doğrusu neo liberal kapitalist düzenin bekası terazinin iki kefesinde duruyorlar. Tercih sermayeden yana kullanıldığında kitlesel ölümler kaçınılmaz olacak. Tersine, insan yaşamını öncelediğimizde ise iflaslar, en hafif haliyle kârda küçülmeler yaşanacak. Oysa sürekli büyümekten, her yıl bir önceki yıla göre daha yüksek kâr elde etmekten geriye düşmek, sermaye açısından ölüm anlamına geliyor.
Sermaye cephesinden bakıldığında, krizden çıkmanın en hayırlı yolu, kimi küçük işletmelerin öğütülmesinin ardından, çokuluslu şirketlerin süreci kârlarını artırarak atlatmaları. Ancak terazinin yanlış kefesine yapılacak katkı, bu ihtimali de zora sokabilir.
AKP’li Cumhurbaşkanı’nın korona virüsü ile ilgili açıklamasında 100 milyar TL değerindeki kaynağın nasıl bölüşüleceği konusundaki sözleri yeterince açık. Uçak biletlerinde KDV oranlarının düşürülmesinin ardından Atlas Global iflasını açıklarken, uluslararası mali derecelendirme kuruluşu Moody’s de THY’nin piyasa değerini düşürdü. Konut kredilerinde de peşinat oranının düşürülmesi, hiç şüphesiz ki Türkiye ekonomisinin motor gücü haline getirilen beton sektörüne can suyu vermek anlamına geliyor. Bu kaynak aktarımının karşı kefesine konanlar ise, asgari emekli maaşlarının yükseltilmesi, yaşlılara maske ve kolonya dağıtılması ile sınırlı kaldı.
Tüm bunlar örgütlü bir toplumsal muhalefetin yokluğunda yaşanıyor. AKP iktidarı, şu zor günlerde yıllar içinde ördüğü siyasetin nimetlerini görüyor.
Etkili tek sol muhalefet olan HDP’nin kriminalize edilmesi, yazılı ve görsel medyanın teslim alınması, sendikal hareketin ve STK’ların çökertilmesi en çok da şu günlerde iktidarın işine yarıyor.
Dinin istismarı ile üretilen sağ popülizm ortamında, çaresizliğe düşen geniş halk yığınları ise başlarına gelen felaketi Çinlilerin yarasa eti yemesine bağlama eğiliminde. Irkçılar her musibetten bir düşmanlık üretmekte hünerlidir. Kim bilir, belki de Çinli ırkçılar da Deli Dana hastalığını sığır eti yiyenlere bağlamışlardır.
Biz konuşmazsak, gündeme getirmesek de İdlib’de, Libya’da TSK’nin sınır ötesi operasyonları belli bir program çerçevesinde sürüyor, Şimuni Diril’in defalarca arandığı yerde bulunan cansız bedeni, yol açtığı soruların yanıtlarını bekliyor hâlâ.
Pandemiye bağlı olarak bir kez daha ısıtılan, gündeme getirilen ve bir oldubitti halinde meclise taşınmaya çalışılan konu ise cezaevlerindeki mahkûmlarla ilgili. Bilindiği gibi MHP bir süreden beri ülküdaşı uyuşturucu baronlarını kurtarmak için tasarılar öneriyor. Düne kadar “devlete karşı işlenen suçları affedebilir ama şahısları mağdur eden suçları edemeyiz” diyen Erdoğan şimdi tam tersi bir yol izliyor.
Korona virüsü tek tek hepimizin olduğu gibi topluca ülkenin de kimyasını bozuyor.
Sonumuz hayrola.