Haydi diyelim ki emekli ve dar gelirli vatandaş “doların inip çıkmasına” hipnotize olmuş gibi bakıyor. Üç kuruşluk maaşını dolar alarak mı, lira alarak mı koruyacağının hesabını kara kara yapıyor. Dolar fırlayınca elindekini avucundakini dolara, lira fırlayınca TL’ye yatırmak için döviz bürolarının önünde nöbete duruyor. İyi de medyaya ne oluyor? Maaşlarını dolarla alan bunca “ekonomi uzmanı ve azmanı” bunlara “krizin biricik göstergesi kur değil, enflasyona da bakınız, faizleri de takip ediniz, alınan önlemlerle doları aşağı çekme işi ekonomik mekanizmalarla sağlanmıyor, yasaklarla sağlanıyor, bankaların dolar-TL takas işlemlerine müthiş bir yasak geldi, bir banka sermayesinin ancak yüzde ellisi oranında alım-satım yapacaktı, sonra bu yüzde 25’e indirildi. Yani yasak geldi. Bu da sökmezse Erdoğan’ın B-C gizli planları devreye girecek, kur sabitlenecek” demiyor mu? Medya futbol maçını canlı yayında izleyen “hastaya” döndü. Dolar fırlıyor, bunlar saçlarını başlarını yoluyor, TL fırlıyor “gooool” diye havalara sıçrıyor. Vatandaşı da alıklaştırıyor. Millet “dizi” seyretmek yerine döviz bürolarının kur tabelalarını izliyor. Kurnaz Saray, durumu gördü.
Kur dalgalanmalarını “milli ve yerli bir savaş” olarak ilan etti. Bilerek yaptı. Amigolar “sahte dolar” yakıyor, berberler “Amerikan tıraşı yapmıyoruz” diye ilanlar veriyor. Çakma iPhoneler parçalanıyor v.s. v.s. Bu arada zamlar birbirini kovalıyor. Enflasyon tırmanıyor, faizler artıyor. Elinde ister dolar olsun, ister TL, “kur hepten sabit” olsa bile herkesin gelirleri eriyor.
Sağına sarımsak, soluna soğan
Belki açıklamak gereksiz ama, bu boykot kampanyası tam da dijital ekonomiden hiçbir şey anlamamanın açık bir göstergesi. Akıllı telefonlara bir otomobil muamelesi yapıp, sadece donanımı boykot etmenin çarpıcı sonuçlar üretmesini beklemek abesle iştigal Bu bir “tahteravallı” durumudur. Diyelim ki 6 metre uzunlukta bir kalas var. Bir ucuna dolar, öteki ucuna TL oturmuş. Kalas “kambura yatan” vatandaşın tam orta yerinden emekçinin, dar gelirlinin, hatta malı yağmalanan sermayenin sırtına yerleştirilmiş. Kalasın “0” noktasında Tek Adam “dimdik” ayakta duruyor; yanında yerli-yabancı banka sermayesi. Dolar ayağını yere vurup fırlıyor, TL kıçüstü yere çarpıyor. Çarpar çarpmaz bu defa TL ayaklarını yere vuruyor.
Hooop, dolar kıç üstü. Ama fizik kuralı hükmünü sürdürüyor. Kalasın hangi ucu havaya fırlarsa fırlasın, hangi ucu yere vurursa vursun, “0” noktasındaki Tek Adam’a ve yerli-yabancı Banka sermayesine hiçbir şey olmuyor. O nokta hareketsiz çünkü. Tam tersine onlar daha da “şişmanlıyor”, ağırlaşıyor. Ve kalasın üstündeki bütün ağırlıklar halkın sırtını perişan ediyor. Boş verin şu “kur maçını” seyretmeye. Siz Suriye’ye bakın. Reis ricat hesapları yapıyor. Dersim’e bakın. Yanıyor. Kur yerine pazardaki soğana, sarımsağa bakın. Bakmakla kalmayın, sağ elinize sarımsağı, sol elinize soğanı alın. Fiyatına bakın. Yönünüzü şaşırmazsınız. Neden? Çünkü dolar ve TL değil, krizin derinliğini soğan/sarımsak size anlatır.
Sigara içen adam nasıl PKK’li oldu?
Vatandaş dertli. Duvarın dibine çömelmiş, gözü Döviz Bürosunun tabelasında. Kahrından bir sigara tellendirmiş. Bir elinde de çay bardağı, dalgın dalgın çayını yudumluyor, dumanı burnundain, kızgın boğa gibi püskürtüyor. Sigarası kaçak sigara, çayı kaçak çay. Tasarruf yapmış. Kaçak olmayanı alsa cebi hepten delinecek. O böyle dalgın ve öfkeli çökmüşken, bir de ne olsun; Kendini havata buluyor.
Kolları arkasına bükülüyor. Bileklerine kelepçe geçiriliyor. Zavallı “yandım Allah” diye bağırsa da aldıran yok. Gözaltında falakaya yatırılmışken, ona şu haberi okuyorlar: “İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotim Temel Eğitim Sertifika Töreni’ne katıldı. Bakan Soylu, ‘Alınan tek bir dal kaçak sigara bile terör örgütünün değirmenine su taşımaktadır. Kimse kusura bakmasın’ dedi.” Acıdan inleyen adamcağız, son bir gayretle polislere yalvardı: “Gidin bu adama deyin ki, emekli memur kulunuz şerefsizim sizin kusurunuza bakmıyor, yakamı bıraksın, bundan böyle kaçak sigaraya, çaya tövbe, onun sigaralarını tüttüreceğim, onun çayını içeceğim, dinime imanıma bundan böyle bu adamın değirmenine su taşıyacağım”. Bir millet işte böyle “tedip” ediliyor, yani “edepli” hale getirilyor. Atatürk yaşasaydı ne derdi? “Türk milleti edeplidir.”
Tarihi bir hela yazısı ‘Mazlumun Allahı’
Eski Sultanahmet Cezaevi’nin büyük tuvaletinin giriş duvarında “Adem Babalar”, yani geleni gideni olmayan, üzerine çuvalın ortasında ve iki yanında delikler olan çuvaldan giysilerle hayalet gibi dolaşan mapusanenin en altındakiler, yağlı boya ile şöyle bir şey yazmışlardı: “Zalimin zulmü varsa mazlumun Allahı var”. Bugün olsaydı ne yazarlardı? “Zalimin doları varsa mazlumun Allah’ı var”. Doğru da, o sıralar her hafta bir Adem Baba’nın cenazesini uğurlardık. Gardiyan her gün onlara “Allah kurtarsın” derdi ve Adem Babalar da işte böyle kurtulurdu. Şimdi millet her gün devletin başından aynı “temenniyi” işitiyor.“ Allah kurtarsın” Kurtarıyor; ülke “Baş Gardiyanlık” rejimiyle yönetiliyor.