J. J. Rousseau’nun, 1762 yılında kaleme aldığı Toplum Sözleşmesi başlıklı eseri “İnsan özgür doğar, oysa ki her yerde zincirlere vurulmuştur” ifadesi ile başlar.
Tam da Kürt halkının kaderinin bir cümlede özeti gibi….
Bir halk düşünün ki sahip olduğu zengin kültürünü yaşayamayan, despotik yasaklarla yok edilmeye, sahip olduğu her şeyi elinden alınmaya çalışılan, maddi ve manevi varlığına kastedilen bir halk düşünün…
Yaşadığı coğrafyası “talan etme üzerine kurulu” ve bunu kendisinin varlık sebebi olarak görenlerin, fiziki olarak bağlarından koparılmaya çalışılan bir halk düşünün…
Sadece diline, kültürüne yönelik tahakkümü bir kenara bırakın, binlerce yıldır yaşadığı coğrafya ile bağları koparılmaya çalışılan, bu uğurda köyleri, kentleri, ormanları yakarak diğer tüm canlıların yaşam alanlarını bile yok etme üzerine kurulu düzenin nihai motivasyonuna maruz kalan bir coğrafyanın kadim halkını düşünün.
Ona ait her şeyi elinden almaya, kültürünü yok etmek için başka bir kültürü empoze etmeye çalışılan kadim bir halkın, maddi ve manevi varlığına, faili belli kişiler tarafından işkence edilmesini, tutuklanmasını ve katledilmesini düşünün…
Bünyene, yapına, beynine ait olmayan dili ve kültürü, ruhuna ve bedenine enjekte etmek suretiyle yaşamı bir işkence haline getirmeye çalışanın zalimliğini düşünün…
Seni “senden başka her şeye” dönüştürmeye çalışıldığını düşünün…
Coğrafyasından uzak, köklerinden, sanatından uzak, dilinden, kültüründen uzak, yaşamı boyunca kendi olan her şeyinden uzak bir halkı düşünün…
Coğrafyası yakılmış, talan edilmiş, tarımı, hayvancılığı yok edilmiş, işsiz ordularının gezdiği Kürt metropollerini düşünün, düşünün ki temel ihtiyaçlarını giderebilmek için, iş bulabilmek için göçmen kuşlar gibi bir orada bir burada yaşamaya çalışan bir halkı düşünün…
Hurri’lerden Mittani’lere, Asur’lardan Urartu’lara, oradan da Mervani’lere kadar kaç medeniyete, farklı kaç etnik kimliğe beşiklik etmiş, yaşam vermiş kutsal kitapların tamamında adı geçen Dicle ve Fırat’ın kadim halkına, coğrafyasına yapılan trajediyi düşünün…
Sapanla başka bir halka, başka bir coğrafyaya taş dahi atmamış, gelen gideni hep ağırlamış, içinde barındırmış, beslemiş Kürt halkını düşünün…
Misafir edilenin, suyundan nasiplenenin, ekmeğini yiyenlerin en ufak bir vefa göstermediği, binlerce yıl yüzlerce medeniyete beşiklik etmiş, geleni boş çevirmemiş olan bu coğrafyanın zenginliklerini sömürmek ve yok etmek için ant içenlerin, sırf bir halkı yok etmek için kullandığı türlü özel savaş politikalarına maruz kalan bir halkı düşünün…
İnsanı, insanlığı doğuran, besleyen ve büyüterek beşiklik eden bu coğrafyanın sahipleri mülteci gibi yaşamak zorunda bırakılarak adeta “kendi ülkesinde parya” haline getirilmesini düşünün…
Mahsun ve mazlum bir halkı şeytanlaştırarak, itibarsızlaştırarak, ötekileştirerek, terörize ederek, sömürerek varlığını onun üzerinde inşa edenlerin zalimliklerini düşünün….
Coğrafyasına, halkına ait, en ufak bir kırıntısına dahi tahammül edemeyen, onu yok etmek isteyen iktidarları, haydutları düşünün…
Yedisinden yetmişine hiçbir ayrım gözetmeksizin asimile etmeye, asimile olmayanı, diz çöktürmeyen, boyun eğmeyeni yok etmeye çalışan saldırganların “kendi Kürdünü yaratma” projelerini düşünün…
Savaş isteyen silah tüccarlarını, uyuşturucu baronlarını, dağı taşı delen, ormanı havayı yok eden, doğayı bir bütün olarak yok eden madem şirketlerini, tekstil, sanayi, tersane ve inşaat işçilerini ölümüne çalıştıran, çalıştırırken ölümlerine ya da bir ömür boyu engelli hale getirenlere kaza diyerek insan aklını alaya alanların mezarlığa dönüştürdüğü işyerlerini düşünün…
Varlığını, kişiliğini, onurunu ayaklar altına alanların, emeği çalanların çaldıkları sadece bir emek değildir. Khaled Hosseini’nin Uçurtma Avcısı adlı kitabında “Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar hırsızlığın çeşitlemesidir… Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Kendisine ait olmayan bir şeyi alan insan, bu ister bir can olsun isterse bir dilim nan (ekmek) adiliktir. Çalmaktan daha kötü bir suç yoktur…” söylediği gibi Kürt’ün, emekçilerin, işçilerin, yalnızca emeği değildir çalınan, gelecekleridir, çocuklarıdır, yarınlarıdır çalınan…
Ama bunlar yetmiyormuş gibi işçinin kan ter dökerek kazandığı 3 kuruş ücreti bile ödememek için türlü yalanlara başvuranların, emeğini gasp edenlerin taşeronluk sistemini, holdingleri ve bunların hamiliğini yapan iktidarı ve tüm aparatlarını düşün….
Doğa için, kadınlar için, Filistin ve Kürt halkı gibi ezilen yok sayılan halklar için, işçiler, emekçiler için, insanlık için geçen bu vahşi hayatı, çirkin savaşı, canileşerek süregelen bu kötülüklere karşı, kendini ne olarak tanımlıyorsa tanımlasın, Müslüman, sosyalist, komünist, ekolojist, sendikacı, sağcı, solcu, hayvansever, her ne olursa olsun kendine “ben insanım” diyebilen herkes vicdani görevlerini yerine getirmeyi esas almalı, savaşı körükleyen devletlere ve iktidarlara karşı duruş sergilemeli, barış için son derece duyarlı, hassas olmalı, empati kurmalı, vahşice büyüyerek gelen kapitalizme karşı birlikte mücadele ederek özgürlüğü ve eşitliği savunmalıdır.
Bu yüzden terörize etmeye çalışan, ölümü, acıyı, yoksulluğu, sefaleti, sömürüyü Kürde reva görenleri, Kürdün çığlığına sessiz kalıp Filistin’e koşa koşa gidenleri, bir tarafın mücadelesini haklı diğerini haksız görenlerin samimiyetsizliğini düşünün…
Bu emek mücadelesine yapılan saygısızlığı düşünün…
Kendi coğrafyasında, özgürce ve yasaksız yaşayabilmenin, tüm halkların birlikte dayanışarak özgür yarınlar için hayal kuranlara yapılanları düşünün…
21. yüzyılda, hala ilkel bir şekilde temel haklar konusunda yaşananlara bakıldığında utanç duyulacak bir durumdur. Bu durumu “Düşün, uzay çağında bir ayağımız, Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri …” diyerek en güzel şekilde Ahmed Arif’i yad etmiş olalım.
Son olarak belki yüzleştiğimiz her şeyi değiştirme gücümüz olmayabilir. Ama yüzleşmeden de hiçbir şeyi değiştiremeyiz.