Çok kısaca bu iktidar ne yapmak istiyor sorusuna benim cevabımı yazacak olursam, şunları söylemeliyim: Düşük faiz, düşük yerli para ihracatı patlatır ama normal olarak artan kurlar da ithalatı yere serer
Erol Katırcıoğlu
Etyen Mahçupyan geçenlerde, Serbestiyet’de “İktidar yeni bir ‘resmi ideoloji’ öneriyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bu yazıda, Erdoğan’ın ‘düşük faiz/yüksek kur’ politikasının, “İttihatçılık” olarak adlandırdığı yeni siyasi stratejinin bir parçası olduğunu yazarak, yeni duruma dikkat çekmek istedi.
Mahçupyan, Erdoğan’ın geçen hafta “ulusa sesleniş” programındaki konuşmasından giderek şu tespitleri yapıyor: Erdoğan diyor ki: “(1) yeni bir dünya ile karşı karşıyayız; (2) klasik iktisat anlayışı artık çare değil; (3) yeni bir yol izleyeceğiz ve ne yaptığımızı biliyoruz; (4) yeni küresel sistem arayışları (Rusya ve Çin’in ağırlığı) ve altyapımız, girdiğimiz yolda başarıyı sağlayacaktır; (5) küresel finans çevreleri bizi engellemeye çalışacaklar; (6) ancak bu bir tarihi mücadele ve ülkenin/milletin ekonomik kurtuluşu için bu mücadele şart.”
Doğrusu, Erdoğan’ın küresel değişimler konusunda altını çizdiği ve Mahçupyan’ın da 6 başlıkta özetlediği bu gelişmeler, ne yaptığını bilen, rasyonel ve toplumu ikna konusunda güçlü bir iktidarın söylemleri midir, yoksa ülkeyi yönetme iradesini kaybetmekte olan bir iktidarın bildiğimiz, klasik Güney Kore kalkınmasından bu yana az gelişmiş çoğu ülkenin rüyası olan bir kalkınma modelinin çaktırmadan yeniymiş gibi piyasaya sürülmesi midir, tartışma götürür bir konudur.
Bilindiği gibi Güney Kore’nin kalkınma serüveninde birçok iç ve dış etkenin yanı sıra en önemli etken ekonomide devletin rolünde yatar. Devlet, 1960’larda, ülkenin kalkınması için gerekli gördüğü düzenlemeler ve taleplere bağlı olarak şirketleri, bir yandan hızla ihracat pazarlarına girebilmeleri için sübvansiyon ve yatırım desteği ile ödüllendirirken, aynı zamanda da bu şirketlerin başarıları için yüksek gümrük duvarları ya da ithal miktar kısıtlamaları gibi ithal ikameci politikalar uygulayarak bu başarıyı sağlamıştır. Güney Kore mucizesi denilen bu mucizede “milliyetçi” ve “bağımsızlıkçı” bir siyasi anlayışın da katkısının olduğu açıktır.
Şimdi Türkiye konusuna gelecek olursak, Erdoğan altını çizdiği “Dünyada bir süredir yaşanan ve salgın süreciyle hızlanan gelişmeler, ekonomik işleyişin klasik iktisat teorileriyle açıklanamayacak yeni bir seviyeye evrildiğine işaret etmektedir…” sözleri doğrudur ama Erdoğan’ın bu cümleyi söyledikten sonra söyledikleri klasiğin klasiği olmuş, artık rafa kalkmış olması gereken bir “çok klasik”, “ithal ikameci” bir politikadan başka bir şey değildir.
Çok kısaca bu iktidar ne yapmak istiyor sorusuna benim cevabımı yazacak olursam, şunları söylemeliyim: Düşük faiz, düşük yerli para ihracatı patlatır ama normal olarak artan kurlar da ithalatı yere serer. İthalatın zorlaşması ve pahalılaşması da üretimin daralmasına neden olur çünkü üretimimizin yüzde 70’i ara ve yatırım malı ithalatına bağlıdır. Bu ilişki ağı zaten Türkiye ekonomisinin sık sık yaşadığı “cari açık” sorunundan başka bir şey değildir.
Peki Hükümet buna rağmen benimsediği bu yeni kulvarın “rasyonel” bir açıklaması var mıdır?
Diyorlar ki 1) Pandemi Çin’in tedarik zincirlerindeki rolünü bozdu ve Türkiye bu rolü çeşitli sebeplerle üstlenebilir, 2) İş dünyasında ara ve yatırım malı üretmek üzere büyük bir istek var, 3) Faizler düştüğünden dolayı bu istek daha da artmış durumda, 4) 30 milyar dolar reeskont kredisi enjekte edilecek.
Peki bu gelişmeler ne ima ediyor? Bu gelişmeler, Erdoğan’ın söylediği gibi, Türkiye’nin önüne küreselleşme ile ortaya çıkan ve ithalata bağımlılığımızı ortadan kaldıracak olan bir fırsat penceresi sunuyor ve hükümet de bu fırsatı kullanarak ekonomimizin ithalat bağımlısı olmaktan kaynaklanan finans ve fiyat istikrasızlıkları defterini kapayacak.
Bu yazının sınırlarını aşmak üzere olduğumdan çok kısa bir iki not ekleyeyim: 1) Toplamda 466 milyar dolar döviz cinsinden borcumuz var ve bu borcun 125 milyar doları kısa vadeli, buna KÖİ’ler, verilen garantilerin toplamı 150 milyar doları da eklersek döviz borçlarımızın iç yükü artacak. Bunların anlamının “zam” ve “enflasyon artışı” olacağını bilmem söylememe gerek var mı?
Doğrusu iktidarın sunduğu bu “resmi ideolojinin” ise “yeni” olmaktan çok bildiğimiz sıradan bir “Türk milliyetçiliği” olduğunu söylemek daha doğru olmaz mı?