Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, 2018 yılında Sakarya’da katıldığı bir konuşmasında, ‘Her eve buzdolabı giriyorsa refah seviyesi var demektir’ sözleriyle dikkat çekmişti. 2020 Ağustos ayı ile birlikte döviz kurlarında önemli oranda artışların yaşanmasını ‘uçuşa geçtik’ sözleriyle aktarırken, yine buzdolabı satışları gündemindeydi. Erdoğan’ın “Buzdolabı satışlarına bakıyoruz. 2002’de 1 milyon 88 bindi. 2017 itibariyle 3 milyon 107 bin, 2019’da ise 2 milyon 486 bin adede çıktı” ifadesi, aslında 2017 yılına göre 2019’da 631 binlik bir düşüş olurken, açıklamalarında bu durumu yükseliş gibi yansıtması garip.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu rakamlarla herhalde TÜSİAD patronlarının mutluluğuna işaret ediyor. Bu sözler halkın refahını değil sadece bir sermaye kazanımını anlatmaktadır. Üretilen buzdolaplarının evlere girmiş olması bir zenginlliği göstermez. 20-30 ay taksitlerle halkı tüketime yönlendirdikleri bilinen bir gerçek. ‘Eski buzdolabını getir yenisini götür’ gibi reklam kampanyalarıyla tamir ettirmek yerine halkın yeni bir buzdolabı almasını sağlamak kapitalizmin önemli tüketim modellerinden birisidir. Buzdolabı ya da diğer beyaz eşya ürünlerinin yedek parçalarını yüksek fiyatlarla servislere gönderen patronlar bu yolla halkın yeni beyaz eşya taleplerini ortaya çıkarmaktadırlar.
Kapitalizm, aşırı üretimler ve tüketimlerle beslenir. Halk ise bu tüketim mallarıyla kapitalizmin modern yoksullarıdır. Buzdolabı vb. ürünlere ulaşabilir olmak kapitalizmin evimizin mutfağına, salonuna, yatak odasına kadar giren eşkiya düzeninden başka bir şey değildir. İnsan refahı, buzdolabını alabilmekle değil toplumsal refahtan ne kadar pay aldığı ile ilgilidir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2019 Eylül açıklamasında, Türkiye’de en zengin kesimle en yoksul kesim arasındaki farkın büyüdüğü ve yüzde 70’inden fazlasının borçlu olduğu yer aldı.
Aynı açıklamada, Türkiye’de en yüksek gelir düzeyine sahip yüzde 20’lik kesimin toplam gelirden aldığı payın yüzde 47.6, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik kesimin aldığı payın ise yüzde 6.1 olduğu belirtildi. TÜİK verileri Türkiye’de en çok eleştiri alan verilerdir. Açıklanan rakamların çok üstünde bir zengin-fakir farkının olduğu ise hemen herkes tarafından gayet net görülebilmektedir.
Tüm üretim alanları halkın elinden alınıp sermayenin eline teslim edilme süreci Türkiye’de de tamamlanmıştır. Dünyada ve Türkiye’de halkın mesken edinme hakkının anayasalarla korunduğu iddia edilmektedir. Oysa durum hiç de böyle değil. Halkın kendi evini inşa etme hakkı yoktur. Önce arazi arsa özelliğine sahip olmalıdır. Sonra bir mimari proje çizdirmek zorundadır. ‘Ne var bunda herkes kafasına göre ev mi yapsın?’ diyenler olacaktır.
Sorun herkesin kafasına göre ev yapıp yapmaması değil, tüm süreçlerin sermaye eline teslimiyle ilgilidir. Bir belediye yaptığı kentsel planlarda konut alanlarını belirler. Ancak bu belirleme yine inşaat şirketlerinin çıkarına göre hazırlanır. Oysa belediye halk için arsa üretmek ve hazırladığı projeleri halka verip aracısız bir süreci işletebilmelidir. Ancak bu kapitalizm koşullarında mümkün değildir.
Benzer o kadar çok sorun var ki tüm sorunlar kapitalizmde düğümlenmektedir. Kapitalist dünyada birçok tüketim endeksi açıklanır. Bu endekslerin tek ölçütünde örneğin, tüketilen yiyeceğin nüfusa göre orantısı veya o ülkede kişi başına düşen ‘milli’ gelir belirtilir. Erdoğan’ın refah ölçütü de bu oransallıktan beslenmektedir. Kaç kişinin evine ekmek götürüp götüremediği belirsizdir. Satılan milyonlarca buzdolabının içindeki yiyecekler kaç buzdolabında yeterli miktardadır? Bu bilgilere ulaşmak olanaksızdır. İstatiksel bilgiler sadece sermaye hareketleri üzerinden açıklanır.
Doğada yaşananlar da benzer istatistiklerle ortaya konmaktadır. Örneğin, Türkiye’de milyonlarca ağaç için dikme törenleri düzenlenirken bu ağaçlar ormanın bir parçası olarak istatiklere eklenir. Dikilen ağaçların büyük çoğunluğunun tutmadığı ve öldüğü istatistiklere yansımaz. Rant amaçlı yakılıp-kesilip katledilen, madenlerle, yollarla, oteller ve enerji santralleriyle, askeri operasyonlarla katliama uğrayan ağaçlar istatiklerde yer almaz. Her yıl yayınlanan veriler ise bir yalan dizisine dayanır ve orman varlığının arttığı açıklanır.
Kapitalizmde insan dahil tüm canlılar sadece birer sayıdan ibarettir. Koronavirüs nedeniyle ölen insanlar bir sayı olarak aktarılır, savaşta ölenler, yanan ağaçlar, katledilen hayvanlar her şey ama her şey kapitalizm için sadece bir sayıdır. Dolayısıyla tartışmalarımızın odağında mutlaka kapitalizm yer almak zorundadır.