Çocuklukta yıkıcı bir an vardır, anlamanın onu kocaman bir insana dönüştürdüğü uğursuz bir an. Vakitsiz büyüdüğü o anda, büyüklerin nasıl da apansız küçülüverdiklerini görür. Engin genişliğiyle gökyüzünün, sonsuz büyüklüğüyle dünyanın büzüşüp ufacık bir şeye dönüştüğüne tanıklık etmek ya acılarını, ya kayıtsızlığını, ya öfkesini, ya da kibrini artırır. Yürek paralayıcı bir deneyimdir; dünyaya kafa tutacağını sandığı kişinin aciz yakarışlarını işittiğinde hiçbir çocuk, çocuk olarak kalmayı göze alamaz artık. Sesin kaynağını araştıran şaşkın bakışları oralarda bir yerlerde kendi korkuları, yalanları ve günahlarının devasa kalıpları içinde kıpırdayan bir şey görür. Ölçüsü alınamayacak kadar küçücük ve şekilsiz bir şey.
Büyümek, ağır bedel ister; neşe ve büyünün yok oluşunu talep eder. Bir anda büyüyüp serpilen için, hiç bir şey eski gizemini ve büyüklüğünü koruyamaz. Kendisi de o küçücük şekilsiz şeye dönüşmeden hemen önce, o ana kadar yıkılmaz olduğuna inandığı ne varsa çatırdayıp üstüne doğru çökmeye başlar. Ama olur da içinde, kendinden daha büyük bir kuvvet ile ilinti kurar, o zaman da yavaşça doğrulur ve az önce ters yüz olan her şey ne eksik ne de fazla, kendisine olduğu gibi görünmeyi başarır. İyilik ve kötülük, değerli ve değersiz, güzel ve çirkin, yalan ve gerçek hak ettiği mertebeye kaygısızca kurulur.
Bir zamanlar görkemiyle büyülendiği şey karşısında önce tiksinti, sonrasında ise gelen acıma duygusu, mesafenin aşılmasıyla ilgili. Alınan yol, duyuları da aşındırır. Ayaklarının altında toprağı inleten cesur şövalyenin, aslında zırhları içinde zırlayan bir zavallı olduğunu, ancak kendi korkularının ve hayranlığının üstüne çıkıp ona yaklaşabildiğinde fark eder. Minik bir şeyken uçsuz bucaksız hayalleriyle uyumlu dizelerini kendinden geçerek yineleyen, zaman içinde aslında o anlamsız yinelemelerin şiire kabiliyetsiz bir ağızdan dökülen perişan sayıklamalar olduğunu kavrar.
Çok uzaktan, her şeyi değiştirmeye kudretli bir büyük politikacının ismini işittiğinde heyecanlanan, onu yanı başında gördüğünde o güzel ve şanlı hayalin içinde yıpranmış bir ruhun, çelimsiz ve çirkin bir yaratığın oturmakta olduğunu görüp korkuyla geriye sıçrar. Büyüdüğünde, büyük olan her şeyin küçüldüğünü izlemekten yorgun düşer çocuk. Ya küçücük bir ahmağa, ya kibirli bir şeytana, ya da her şeye gerçek değeri veren bir bilgeye dönüşür. Suçsuzluğuna yoksun kalmış bir çocuğa benzer toplum. Kültürel açıdan ham, kişilik düzeyinde sakar, karakter ölçeğinde ukala, düşünsel yönden maddeci, tarih bakımından ise miyoptur bu ürkütücü yapı. Sömürge böyle bir topluluğun, erken doğan ve böyle çabucak büyüyenlerin ülkesidir. Gerçek olmayan hiçbir büyüklük uzun süre tutunamaz burada. Ancak hayallerinin kendisine oynadığı kötü oyunların uzun erimli etkileri de yadsınamaz. Hızla doğması, çabucak büyümesi ve aynı canhıraş telaş içinde yaşlanıvermesi en fazla birkaç yılını alabilir. Ağır unvanlar içindeki döküntülere şövalye diye tutuluvermesi, belki de bu umutsuz hayallerin etkisiyle açıklanabilir. Şimdi herkes güçsüzlükte, yalanda ve umutsuzlukta birleştiğine göre, unvanlarını ve ismini, keskin bir kılıç ve geniş bir cesaret gibi ardından sürükleyerek gelen o zavallı varlıkları alaylarla karşılaması, evet, bir parça bu topluluğun acımasızlığı ve hainliğiyle, fakat öte yandan yıkımda ve yalanda aldığı mesafeyle de ilgili.
Arınma, risk ve cesaret anları kişinin kendine özgü ve özeldir. Aydınlanma da öyle; sessiz ve gözlerden ıraktır. Üstelik ilkel ve hayvansal korku ve hazların işe büyük lezzet kattığı o çarpılma anındaki oyunculuğu da içermez. Şimdiye kadar insanların göründüklerinden daha büyük olduklarını düşünen, çocukluktan kurtulduğu o ilk tuhaf aydınlanma anında, gerçeği olduğu gibi kavrar. Uzaktan muhteşem görünen insanlara yakından baktığında sandığı kadar kusursuz ve büyük olmadıklarını, yanlarına yaklaştıkça boylarının kısaldığını, çaplarının azaldığını ve kötülükle yoğrulmuş olduklarını şaşkınlıkla izler. Kendisi de bir yalana dönüşünceye, başını dik tutar ve onlara çok yüksekten bakar. Ta ki, o da yalanlardan bir yalana dönüşünceye kadar.