Tüm dikkatler ve anlama çabası ülke gündemine ve Suriye dolayımıyla Ortadoğu’ya yoğunlaşmış durumdayken, Hindistan ve Pakistan arasında meydana gelen sıcak çatışma dikkatlerin bu bölgeye kaymasına yol açtı. Bu noktada Keşmir meselesi ve tarihsel karşıtlıklar üzerinden izah çabaları belli oranda öne çıkmış bulunuyor. Tersten yaşanmakta olanların bir bütün olarak emperyalizm meselesiyle birlikte ele alınması gerektiğini vurgulayan analizler de yapılmaya başlandı. Eşyanın tabiatı gereği bütünü anlamadan parçayı kavrama çabası her zaman eksik kalacaktır. Bu noktada küresel gelişmelerin kabaca olsa da tarif edilmesi, gerek Ortadoğu gerek Pakistan–Hindistan meselesi, gerekse Venezuela meselesini daha anlaşılır hale getirecektir. Bütünü anlama çabası kaçınılmaz olarak emperyalizm tartışması ile birlikte ele alınmak durumundadır. Bu noktada antiemperyalist mücadelenin bittiği iddialarına inat hayat, yeniden Lenin’e dönmeyi, emperyalizmin siyasal boyutlarını onda aramayı dayatmaktadır.
Lenin, emperyalist dünyayı kabaca dünyanın emperyalist ülkeler tarafından paylaşılması olarak tarif ederken, yeni güçler ortaya çıktığında dünyanın yeniden paylaşılmasının gündeme geleceğini vurgulamıştı. Eşitsiz gelişimden hareketle sonradan ortaya çıkan yeni güçlerin, eski güçler ve onların şekillendirdiği statüko ile rekabete gireceğini ve bu rekabetin kaçınılmaz olarak yeniden paylaşım mücadelelerine ve savaşlarına yol açacağını öngörmüştü. Yaşanmakta olanlar Lenin’in öngörülerinin doğrulanmasından başka bir şey değildir. Küresel coğrafyada başta Çin olmak üzere ortaya çıkan yeni güçler emperyalist dünyayı bir yeniden paylaşıma zorlarken, eski konum ve gücünü koruma derdinde olanlar statükoyu koruma çabasına girmiş bulunuyorlar. ABD ve Çin arasında yürüyen bu kavga tüm dünya ülkelerini bu iki grup başının arkasında taraf olmaya zorluyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun, artık meydana gelen tüm çatışmalar bu iki büyük güç ve onların saflaştırdığı bloklar arasındaki kavganın izdüşümü olarak cereyan ediyor ve böyle okunmadığında anlaşılamıyor. Çin, yeni sürecin yükselen ekonomisi ve gücü olarak parlarken, ABD tüm enerjisini Çin’in engellenemez büyümesini siyasal hamlelerle frenleme çabasına yöneltmiş bulunuyor. Zira ABD, Çin’in gelişme trendinde kendi yıkımını görüyor. Bu bağlamda Çin’in dünya pazarları, enerji ve hammadde kaynaklarına erişim yollarını kilitleme arayışı güncel kavganın belirginleşmiş görünümü haline geliyor. Temel kavga ülkeleri ele geçirmekten çok enerji, hammadde ve ticaret yollarının denetimini sağlama üzerinden şekilleniyor. ABD, Çin’in dünya pazarlarını açıldığı Çin Denizi’ni, büyük deniz üstünlüğünü kullanarak kilitlemeye ve kontrol altında tutmaya çalışırken, Çin bir yandan burada ABD ile yapay adalar ve askeri üsler kurarak mücadele ediyor, diğer yandan ise daha hızlı ve güvenli karayolu bağlantıları kurma çabasına girişiyor.
Kuşak ve Yol Projesi adı altında 65 ülkeyi kapsayan ve bütçesi 3 trilyon doları bulan bir çalışma ile Çin’i Orta Asya, Afrika ve Avrupa’yla birleştirmeye çalışıyor. Pakistan burada önem kazanıyor. Hâlihazırda Pakistan’da Çin destekli 200’den fazla proje yürütülüyor. Bununla beraber gündemde yer işgal eden en önemli proje Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru. Koridor, Kaşgar’dan başlıyor ve 3 bin kilometreden fazla yol kat ederek Gvadar Limanı’na ulaşıyor. Gvadar Limanı’nın stratejik önemi günlük 13 milyon varil petrol geçişi yapılan Hürmüz Boğazı’na yakınlığından geliyor. Çin, üretimi için gerekli olan enerjinin büyük bir kısmını ithal ediyor. Ülkenin ana petrol akışı Malakka Boğazı’nda yapılıyor. Malakka’da bir sorun çıkması karşısında kendini güvenceye almaya çalışan Pekin, Gvadar’la bu hedefe ulaşmayı arzuluyor.
Pekin, 62 milyar dolar ayırdığı ve her geçen gün bütçesi artan bu projeyle üç hedefi aynı potada eritiyor: Birincisi, petrole ulaşma kolaylığı. İkincisi, Gvadar Limanı’nda bir serbest ticaret bölgesi kurarak ticari kazanç. Üçüncüsü, stratejik merkezlerden sayılan Hürmüz Boğazı’na yakın bir noktaya konuşlanma ve buradan Ortadoğu ülkeleriyle safları sıklaştırma arzusu. ABD bu projeyi baltalamak istiyor. Emperyalist dünyada kartlar yeniden karılırken, bölge ülkeleri oyunculardan birisine yedeklenme baskısı ile karşı karşıya bulunuyor.
Metropol ülkeler stratejik bölgelerde savaşlar, iç savaşlar ya da darbeler marifetiyle kendileriyle uyumlu hükümetleri başa getirmek için kıyasıya bir mücadele yürütüyor. Görünüm olarak 20. yy başlangıcını andıran bir durumla karşı karşıya olunduğu söylenebilir. Bir yanda Çin ve Rusya’nın başını çektiği Şangay İşbirliği Örgütü, öte yanda tüm çelişkili yapısına rağmen ABD çatısı altında duran NATO.
Yeni ve teknolojik silahların devreye girdiği silahlanma yarışının arttığı süreç aynı zamanda yeni bir soğuk savaş görüntüsü altında yürütülüyor. Bu dönemde militarist ve otoriter eğilimler güçlenirken dünya koşar adım büyük savaşa gidiyor görüntüsü veriyor. Yine büyük fotoğrafa bakıldığında bir büyük savaşın tüm dünyayı yok etme potansiyeli nedeniyle büyük güçlerin çatışmasından çok doğrudan bölgesel devletlerin vekil konumuna düştüğü bölgesel savaşların yaşanacağı öngörülmelidir. Bu savaş coğrafyalarından birisini Hindistan- Pakistan bölgesi oluştururken diğerini Ortadoğu’nun oluşturduğu kabul edilmelidir. Antiemperyalist mücadeleyi yok saymak, emperyalist güçlerden birine eklemlenmek anlamına gelecektir.