Yaşadığımız son ekonomik çalkantılar tabii ki birden ortaya çıkmış değiller. Konuyla ilgili olanlar kurlarda sıçramalar yaşanmadan çok önceleri durumu fark etmiş ve uyarılarda bulunmuşlardı. Özellikle geçen yılın yüzde 7.4 büyümesinin Türkiye’nin varolan kapasitesinin zorlanması anlamına geldiğini, kamu kaynaklarının riskler dikkate alınmadan şirketlere kredi olarak verilmesinin ya da Ötv, Kdv gibi vergi indirimlerinin bazı sektörlerde ölçüsüzce kullanılmasının belki büyümede bir yükselişe neden olabileceğini ama başka sorunlar yaratacağını söyleyenler vardı. Ama Cumhurbaşkanı’nın seçimlere odaklanmış radarları bu uyarıları duymamıştı bile. O nedenle de bütün bu başımıza gelenler tesadüfi olmadığı gibi şu ya da bu yabancı devletin bizi zor duruma düşürmek için yaptığı operasyonlar da değildi. Türkiye ekonomisinin kendi kaynaklarıyla büyüme potansiyeli yüzde 4-5’ler civarındadır. Oysa Türkiye’nin gerek geri kalmışlığının sorunlarını çözmek gerekse yüksek nüfus artışının ima ettiği büyüme gereksinimi en az yüzde 7 ve yukarısıdır. Bu nedenle de eğer bir hükümet yüzde 5’in üzerinde bir büyüme yaratmak istiyorsa bu büyüme için dış kaynak (döviz) bulabilmelidir.
Dış kaynak (döviz); ya ihracatımızın ithalatımızdan daha yüksek olması sonucu, ya yabancıların ülkemizde yapmak istedikleri yatırımlar sonucu, ya yabancıların ülkemizdeki faiz getirilerini uygun bularak hisse seneti ve tahvil almaları sonucu, ya da yabancılardan borçlanma yollarıyla elde edilir. Eğer bu yollar açıksa ve dış kaynak geliyorsa ekonomi ortalama kapasitesi üzerinde büyür; eğer bu yollar kapalıysa ülke ortalama büyüme patikasına razı olmak durumunda kalır. Bu çerçeveden bakıldığında, Cumhurbaşkanı geçen yıl ekonomide seçimler nedeniyle gaza bastıkça bastı. Dış kaynak sıkıntılıydı ama olsun o iç kaynak bulabilirdi ve Kredi Garanti Fonundan, önce 250 milyar, daha sonra da 90 milyarTL gibi kredi kullandırdı. Kime? Sözde KOBİ’lere. Öyle ya en çok finansman sorunu çeken onlardı. Tabii bu uygulama bir yandan yönetiminden memnun kitleler yaratmak için uygun bir politikaydı, diğer yandan da ekonomik büyümeye katkısı olacaktı. Öyle de yapıldı. Sonuç 7.4 civarında bir büyüme oldu
Bu zorlamayla elde edilen yüksek büyüme, bu büyümeyi sağlayan bütçe kaynaklarını ve alınan borçları karşılayacak bir büyüklükte geçekleşmeyince “çifte açık” ortaya çıktı. Yani zaten cari açık (yani yurt dışına sattığından daha çok yurt dışından aldıkları arasındaki fark) büyümekteyken, şimdi bir de bütçe açığı (yani toplanan vergilerden daha fazla harcama yapılması durumu) ortaya çıktı.
Bu gelişmeye paralel olarak hükümetin verdiği destekler toplumda iyimser bekleyişleri arttırınca toplam talep toplam arzdan daha hızla büyüdü ve sonuçta enflasyon canavarı (fiyat artışları) başını kaldırdı. Enflasyon, kurlar dahil ekonomideki diğer bütün fiyatların da bozulmasına neden olunca bu kez de varolan döviz borçlarımızın ödenmesiyle ilgili sıkıntılar olacağı -zaten bu yaygın bir kanaatti- anlaşıldı.
Bu durumda iktisat biliminin önerisi Merkez Bankasının faiz silahını kullanarak fiyat artışlarını kontrol altına almasıydı ama bu da Sayın Cumhurbaşkanı’nın faizler enflasyon yaratır diye bellediği teoriden ötürü mümkün olmadı ve MB kılını kıpırdatmadı. Bütün bunlar olunca Türkiye ekonomisi bir anda spekülasyon yapmanın, (yani TL alıp dolar almak, doların yurt içinde miktarı azaldığından dolayı değerinin yükselmesiyle aynı TL ile çok daha yüksek TL elde etmek gibi) yüksek kazançlar elde etmenin mümkün olduğu yönetilemez bir ekonomiye dönüştü.
Krizin hikayesi kısaca bu. Ama iktidar bu hikayeyi, “ekonomik savaş”, “ekonomik darbe” gibi kavramlar içinden sunarak milliyetçi hezeyanları yükseltmeyi ve böylelikle taban konsolidasyonu yapmayı tercih etti. Hükümetin son olarak BDDK’nın ve MB’nın spekülasyonları önleyici adımlarıyla döviz artışlarını yavaşlatabilmiş olması aslında bu, “ekonomik savaş”, “ekonomik darbe” muhabbetlerinin de düzmece olduğunu ortaya koydu. Peki ama bütün bunları yabancılar da görmüyor mu? Tabii ki görüyorlar ve bu nedenle de iktidarı borç vermek ya da diğer yollardan desteklemek için güvenilir bulmuyorlar.
Sonuç olarak Türkiye, döviz krizine bir çare bulabilir ama benimsediği siyasi ve iktisadi politikalarını daha güvenilir bir hatta değiştirmezse siyasetteki ve ekonomideki krizleri önleyemez. Bizden söylemesi.