Mustafa Durmuş
Ülkenin en başta gelen ekonomik sorununun resmen yıllık yüzde 54’ü, gayri resmi olarak yüzde 123’ü aşan enflasyon ve buna bağlı olarak giderek artan hayat pahalılığı olduğu çok açık.
Üstelik bu süreç daha da kötüleşerek devam edecek. Bu durumu Merkez Bankası’nın raporlarından, üstü örtük resmi açıklamalardan gördüğümüz gibi, hem her gün bir öncekinden daha yüksek olan sokaktaki, pazardaki fiyatlardan, hem de TÜİK’in resmi verilerinden anlıyoruz.
Bir kez daha yüksek gıda enflasyonu
TÜİK, 15 Mart’ta tarım ürünlerinde üretici enflasyonu verisini yayımladı. Buna göre tarım ürünlerinde endeks (üretici fiyat endeksi) bu yılın Şubat ayında, geçen yılın aynı ayına göre yıllık yüzde 68,5 arttı. Emekçileri daha yakından ilgilendiren baklagiller gibi tahıl ürünlerinde ise bu artış yüzde 92 ve sebze ve meyvede yüzde 112,5 oldu. (1) Böylece üretici fiyat endeksi tüketiciye yansıdıkça yani üreticiler maliyetlerini tüketicilere yansıttıkça gıda fiyatlarındaki artışların sürmesi kaçınılmaz olacak.
Sadece yüksek gıda enflasyonu değil, bunun yanı sıra enerji, akaryakıt, ısınma ve ulaştırma hizmetlerine üst üste yapılan zamlar da halkımızın yaşam standardını düşürüyor, belini büküyor.
“Pozitif mi ayrışıyoruz”, yoksa yaşam standardımız düşüyor, yoksullaşıyor muyuz?
Aynı zamanda ülkede yüksek düzeyde gelir elde eden ve büyük çapta serveti olan belli bir kesim dışında, toplumun çok önemli bir kısmının hızla yoksullaştığı ve giderek birçok şeyden yoksun kaldığı bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçten en fazla yoksullar zarar görüyor olsa da bu durum hepimizi etkiliyor.
Kuşkusuz büyük miktarda kâr açıklayan bankaların ve büyük sermaye şirketlerinin sahipleri, “gözleri ışıl ışıl parlayan” bakan, sermaye tarafından önerilerek atanmış olan bazı bakanlar, ikinci iş olarak iş takipçiliği yapan bazı milletvekilleri, birden fazla maaş alan bazı bürokratlar böyle bir yoksullaşma ya da yoksunlaşma yaşamıyorlar. Aksine onlar zenginleştikçe daha da zenginleşiyorlar.
“Pozitif ayrışma yaşıyoruz” derken bu mu kast ediliyor bilinmez ama azınlığın çoğunluktan yaşam standardı ve koşulları bağlamında hiç bu kadar negatif ayrışmadığı ortada.
Tasarrufu zengin, borcu yoksul yapıyor
Emekçilerin böyle günlerde kullanabilecekleri birikimleri, tasarrufları olmadığı gibi, büyük bir kısmı giderek daha fazla borçlanarak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Bankalardaki tasarrufların büyük çoğunluğunu sahibi ise sayıları 250 bin civarındaki nakit zenginleri.
Bunların bir kısmı paralarını dolarda ve avroda tutmayı yeğlerken, bir kısmı da kendilerine gümüş tepside sunulmuş olan Kamu Korumalı Mevduat (KKM) uygulamasından yararlanmak için TL cinsinden mevduata geçti. Bu kesimlere ilk kur farkı/faiz ödemesi 21 Mart’ta yapılacak ve böylece milyarlarca liralık emek ile kazanılmadığı için “hak edilmeyen” bir faiz geliri hediye edilecek.
Emekçiler ev kirasını ödeyemiyor, büyük müteahhitler ve bankalar kârlarını katlıyor
Artık resmi olarak envanterleri tutulmayan büyük çaptaki gayrimenkul zenginlerinin servetleri ise son yıllarda da ciddi biçimde artmaya devam ediyor. Öyle ki bir IMF çalışmasına göre (2), 2020 yılında Türkiye 57 ülke arasında emlak fiyatları en hızlı artan ikinci ülke oldu (Lüksemburg’un ardından). Aynı yıl Türkiye’nin reel kredi artışında ilk sırada olması büyük inşaat şirketi sahipleri ile birlikte banka sahiplerinin de servetlerini nasıl büyüttüklerinin bir göstergesi.
Emlak-konut satışları ile ilgili olarak, TÜİK verileri satışların içinde bulunduğumuz yılın Ocak-Şubat aylarında yüzde 22,5 arttığını, yabancılara yapılan konut satışlarının ise bu yılın Şubat ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 55 oranında arttığını ortaya koyuyor. (3)
Kısaca emekçiler fahiş biçimde artan kiralarını ödeyemezken, binlerce konutun sahibi büyük müteahhitler ve sektörü fonlayan bankalar kârlarını artırmayı sürdürüyorlar.
Suçlu “küresel olumsuz gelişmeler mi?”…
Diğer yandan siyasal iktidarın sözcüleri bizlere sürekli olarak kendilerinin kontrolü altında olmayan küresel olumsuz gelişmelerden; salgının iktisadi etkilerinden, Ukrayna savaşı ile birlikte başta petrol, enerji ve temel gıda fiyatlarındaki hızlı artışlardan söz ediyorlar ve bu gelişmelerde kendilerinin bir kusurları olmadığını, zam yapmaktan başka seçeneklerinin de olmadığını anlatıyorlar.
Bir kez daha sabır, şükür ve tevekkül…
“Refahın kıyısında olduğumuz”, dolayısıyla da sabretmemiz gerektiği telkin ediliyor. Muhtemelen bu ikna çabası, Ramazan ayı boyunca TRT ekranlarında boy gösteren ve günlük ücreti yüzbinlerce TL’yi bulduğu öne sürülen bazı ‘din alimleri’ tarafından sürdürülecek. Yoksullara “yoksul olmanın cennette en iyi yeri garanti etmenin bir bedeli” olduğu dini referanslarla anlatılmaya devam edilecek. Yani bir kez daha halka kemer sıkmaya razı olması, sabır göstermesi, işleri olanların şükretmesi ve tevekkül içinde olması öğütlenecek.
Ancak bu sözler bizler için çok tanıdık, bildik sözler ve işin aslı nakarattan öteye gitmiyorlar. Dahası bu telkinlerin arka planında bizleri yöneten sınıfların ve onların hemhal oldukları siyasal iktidarın sınıfsal ve bir o kadar da sınıfsal tercihlerinin olduğunun farkındayız.
Kaynak kıtlığı yok, sınıfsal ve siyasal tercihler var!
Kısaca, bunlar iktidar blokunun sınıfsal ve siyasal tercihlerinin somut sonuçları. Yani iktisadi olarak, örneğin kaynak kıtlığı gibi bir sorundan dolayı bütün bunlar yaşanmıyor. Ukrayna savaşının etkileri henüz tam olarak görülmediği gibi, bu savaştan önce de yine toplumun büyük çoğunluğunun aleyhine sonuçlanan tercihlerin sonucunda (faiz politikası gibi) ülke ekonomisi ciddi bir krizin içine sokulmuştu.
Kaldı ki kamu maliyesinin, Bütçenin, Hazinenin durumunu ortaya koyan resmi raporlar düzenli olarak açıklanıyor. Bu raporlardan da en azından bu yılın ilk iki ayında devlet bütçesinin ve Hazinenin hiç de zor bir durumda olmadığı anlaşılıyor (durum muhtemelen yılın ikinci ayında kötüleşecektir).
İlk iki ayda bütçe fazlası 100 kat arttı
Öyle ki geçen yılın Ocak-Şubat aylarında 0. 984 milyar TL açık vermiş olan Merkezi Yönetim Bütçesi bu yılın aynı aylarında 99,8 milyar TL fazla verdi. Yani bütçe fazlası 100 kattan fazla arttı.
Aynı aylarda Hazinenin nakit durumuna baktığımızda ise benzer bir biçimde Hazine nakit fazlası olduğunu görüyoruz. Örneğin, Şubat ayı sonu itibarıyla Hazinede nakit fazlası olarak 17,5 milyar TL mevcut. (4)
Bu resmi veriler devletin bütçesi ya da hazinesinin (en azından şimdilik) zorda olmadığını gösteriyor. O halde neden halk, örneğin geçici de olsa akaryakıt üzerinden alınan ÖTV ve KDV gibi vergiler sıfırlanarak rahatlatılmaz, işçi ve memurlara enflasyondaki bu hızlı yükselişe karşı ek ücret zamları yapılmaz ya da küçük çiftçi ve üreticiye nakit ve diğer destekler verilmez?
Bütçe fazlası kimler için ya da ne için kullanılacak?
Bu tercih “mali disipline uygun davranıyoruz” denilerek savunulamaz. Çünkü mali disiplinin emekçiler için gerçek bir kemer sıkma, buna karşılık servet zenginleri, faizciler ve genel olarak sermaye sınıfı içinse cömert bir kaynak aktarması olduğunu biliyoruz.
Böyle bir bütçe fazlasının zorlanmasının nedenleri KKM ödemeleri için para biriktirmek ve olası bir erken seçime hazırlanmak gibi nedenler olabilir. Çünkü 21 Mart’tan itibaren ilk KKM kur farkı/faiz ödemeleri yapılacak ve bunun toplamda 50 milyar TL’yi bulması bekleniyor. Yeni seçim kanunu çalışmaları ise iktidar blokunun bir erken seçimi göz ardı etmediğini gösteriyor.
Bütçenin MR’ı iktidar blokunun tercihlerinin aynası gibi
Kaldı ki iki aylık (Ocak-Şubat) olmak üzere, bütçe gerçekleşmelerinin harcamalar kısmının tabiri caiz ise MR’ını çektiğimizde, iktidar blokunun tercihlerini ve bundan böyle de ülke ekonomisini nasıl yönetmek istediğini görebilmek mümkün.
Örneğin bu ay MB politika faizi bir kez daha sabit tutulup muhafazakâr seçmene “Nas’a devam” mesajı verilirken, bu iki aylık gerçekleşme faiz ödemelerinin rekor düzeyde arttığı gerçeğini yüzümüze vuruyor. Öyle ki geçen yılın Ocak-Şubat aylarında faize ödenen miktar toplam 34,7 milyar TL iken bu yılın aynı aylarında 57,9 milyar TL’ye çıkmış. Bu yaklaşık yüzde 67’lik bir artış demek oluyor.
Sonuç: Sermayeye ve güvenliğe kaynak aktarmaya devam
Sermaye ve servet zenginlerine kaynak aktarımı bununla da sınırlı değil. Resmi verilerden hazırladığımız aşağıdaki tablo sermayeye bu iki aylık süre zarfında yapılan kaynak aktarımını gösteriyor.
Böylece; SGK 5 puan prim indirimi, ihracatçı desteği, savunma sanayi desteği, BES, KOSGEB desteği, sermayeye ucuz hammadde ve girdi temini yüzünden zarar eden KİT’lere (örneğin BOTAŞ) görev zararı adı altında verilen destekler ve sermaye desteği, iki büyük kamu bankasının yine ucuz faizle verdiği kredilerden doğan zarar için verilen destekler ve şehir hastaneleri gibi son derece maliyetli projelere yapılan aktarmaların, bu iki ay zarfında çok belirgin bir biçimde bütçeye damgasını vurduğu görülüyor.
Buna karşılık yerel yönetimlere her hangi bir Hazine yardımı yapılmazken, emeklilere, yoksullara ve küçük üretici ve çiftçilere verilen destek toplamda 8,5 milyar TL ile adeta devede kulak niteliğinde kalmış. Onlarca milyon yoksul emekçiye verilen destek, faizciye ödenenin yüzde 15’ini dahi bulmazken, patronlara 6 milyar TL’ye yakın bir indirimli prim desteği ya da savunma sanayi projelerine 5,8 milyar TL’lik bir kaynak aktarılmış.
Özcesi bu MR, iktidar blokunun bundan böyle de, sadece sermaye yanlısı sınıfsal-ekonomik tercihlerini değil, otoriter bir siyasal rejim tercihini sürdüreceğini gösteriyor.
Anahtar sözcükler: Bütçe gerçekleşmesi, Enflasyon, Hayat pahalılığı, Hazine nakit dengesi, Kemer sıkma, Mali disiplin, Sınıfsal tercih, Siyasal tercih.
Dip notlar:
- TÜİK, Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi, Şubat 2022, tüik.gov.tr (15 Mart 2022).
- https://www.imf.org/external/research/housing (15 November 2021).
- TÜİK, Konut Satış İstatistikleri, Şubat 2022, tüik.gov.tr (15 Mart 2022).
- https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri (7 Mart 2022).