Günlük hayatta kullanılan kelimelerin, kavramların ekseri reel bir karşılığı yok ama kullanımdan da pek düşmüyorlar: Demokrasi gibi… Demokrasi Kadim Grekçe’den miras bir kavram. Demos [halk] ve kratos [iktidar] kelimelerinden oluşuyor. Halkın iktidarı demek. Başka türlü söylenirse, halkın, halk tarafından, halk için iktidarı [yönetimi]… Tabi gökten zembille inmiş bir kavram da değil… Oligarşiye karşı verilen kararlı, istikrarlı uzun soluklu mücadelenin sonucunda ulaşılmış bir yönetim tarzı… Demokrasi demek, inanların kendi yaşamlarını ilgilendiren her sorunla ilgili alınan her karara doğrudan [bizzat] katılması, müdahil olması demek… Politik özne olması demek… Şimdilerde olduğu gibi “sözde temsilciler” aracılığıyla değil… Geride kalan zamanda kavramın içeriği boşalmış, başka şeye dönüşmüş bulunuyor… Demokrasiden söz edebilmenin koşulu, yönetimin halkın iradesine göre oluşması ve işlemesidir.
Demokrasiden, halkın kendi kendini yönettiği, kendi kaderinin kendi elinde olduğu, hiçbir dış iradenin söz konusu olmadığı, insanların özgür iradeleriyle ortak yaşamlarını düzenlediği, insan onurunu yaralayan, insan özgürlüğünün gerçekleşmesini engelleyen, sömürü, bağımlılık, hakimiyet ilişkisinin söz konusu olmadığı, velhasıl insanın insana kulluğunun sona erdiği bir insan ve dünya toplumu anlaşılmalıdır. Bu yüzden demokrasi kavramı, evrenselliği içiren/kapsayan bir kavramdır. Bu güne kadar, filozoflar, sosyologlar, politologlar, iktisatçılar, siyasetçi erbabı, vb. kendilerince bir ‘demokrasi’ tanımı yapmışlar, demokrasinin ‘ne olması gerektiğine’ dair kafa yormuşlardır. Fakat, bunların ezici çoğunluğunun, soruna demokrasinin gerçekleşmesinden zarar görecek olan egemen sınıflar tarafından baktıklarını söylemekte bir sakınca yoktur… İlginç, ama rahatsız edici olan, demokrasi kavramının egemenler tarafından, demokrasiyi engelleyen bir ideolojik manipülasyon aracı olarak kullanılıyor olmasıdır…
Esasen, demokrasi sorunu sınıf mücadelesinden bağımsız değildir. Tam tersine, sınıf mücadelesinin en başat bileşenidir. Demokrasi, sürekli yenilenmesi, içeriği zenginleştirilmesi gereken bir kavramdır ve sosyal eşitlik, özgürlük, sosyalizm gibi kavramlarla da akrabalığı vardır… Bunlar birbirlerini tamamlayan, zenginleştiren kavramlardır… Aksi halde, toplumsal eşitlikten, özgürlükten söz etmeyen ve bunların anlam ve önemine gönderme yapmayan birinin, demokrasi şampiyonluğu yapmasının bir kıymet-i harbiyesi yoktur…
Eski rejimlerin [Ancién Régimes] İngiliz Sanayi Devrimi ve Büyük Fransız Devrimi sonrasında tasfiye edilmesi, kapitalizmin egemen üretim tarzı haline gelmesiyle, yeni dönemin yönetim tarzı da Temsilî Demokrasi olacaktı. Bunun anlamı, iktidarın [yönetimin] temsilciler marifetiyle tecelli edeceğiydi… Neden doğrudan halk değil de temsilciler? Çünkü halk cahildi, yönetme, sürece müdahil olabilme yeteneğinden yoksundu…
Doğrudan [gerçek] demokrasi yerine temsilî demokrasi dayatıldı. Burjuva devrimleri yönetimi [egemenlik sistemini] değil, sadece yönetenleri değiştirmişti… Yöneten-yönetilen cephesinde kayda değen bir yenilik söz konusu değildi… Araç ve istikâmeti değişmediği durumda, direksiyonda kimin olduğu sanıldığı kadar önemli değildir… Burjuva devrimlerini izleyen dönemde çok kullanılan bir kavram da yurttaştı… Fakat içi boşaltılmıştı. Zira, gerçek anlamda yurttaştan söz edebilmek için, geçerli rejimin özgür insanların özgür iradesiyle kurulmuş olması gerekirdi. Dolayısıyla, sadece retoriğin değişmesi yeterli değildir. Önceki dönemlerde Tanrı adına yapılan baskı, sömürü, zulüm, aşağılama, horlama bu sefer de, ‘ulusun, devletin yüksek çıkarları’, ‘vatanın birliği ve bölünmezliği’ ‘devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü’… türü safsatalara dayandırıldığında, toplumsal ilişkilerde kayda değer bir değişiklik olmazdı… Bir ülkenin nüfusunun %99’unun siyasal-toplumsal karar alma mekanizmalarından dışlandığı, kamusal alanın dışına atıldığı bir ülkede hala yurttaş kavramının kullanılıyor oluşu abes değil midir?
Siyasi partiler ve seçimler demokrasinin değil, burjuva egemenliğinin araçlarıdır. Misyonları ve varlık nedenleri de kitleleri aldatmak, oyalamaktır. Hiçbir zaman yapamayacakları, verili sistem dahilinde gerçekleşmesi asla mümkün olmayan vâdlerle “iktidar” olurlar ama asıl iktidar her zaman mülk sahibi sınıflardır, oligarşilerdir. Seçim sonucunda iktidar partisi değiştiğinde, şeylerin seyrinde kayda değer bir değişiklik, anlamlı bir yenilik olmaz, ama mülk sahibi sınıflar 4-5 yıl zaman kazanmış olurlar… Partiler arasındaki fark, esasa ait değil, retorikle ilgilidir sadece… Mesela ABD, demokrasinin timsali sayılır ve orada iki parti, Cumhuriyetçi ve Demokrat parti arasında bir fark yoktur. Madalyanın iki yüzüdürler sadece. Zira, retoriğe rağmen her ikisi de Amerikan oligarşisinin partisidir… Rotasyon esasına göre biri iner, diğeri çıkar ve bu öylece sürüp gider… İnsanlar birinin yerine diğeri geldiğinde bir şeylerin, şeylerin seyrinin değişebileceğini umarlar… Oysa süreç kaldığı yerden yol almaya devam eder… İnsanlar oy kullanarak, sergilenen sahte oyunu meşrulaştırıyorlar, oyuna geliyorlar…
Her siyasi parti, işsizliği, yoksulluğu önlemeyi, demokratik standartları iyileştirmeyi vadederek iktidar oluyor. Lâkin, 4-5 yılın sonunda kayda değer bir değişiklik olmaz… Zira, burjuva partileri o sözü kapitalist bir sistem dahilinde veriyorlar. Oysa, kapitalizm işsizlik ve yoksulluk üretmeden, gelir dağılımı dengesizliğini derinleştirmeden, toplumsal dokuyu aşındırmadan yol alamaz. Kapitalizm başka türlü yapamaz… Aslında siyasi partiler halkın oyunu alıyorlar ama oligarşiye hizmet ediyorlar… Tabii ‘bal tutanın parmağını yalaması’ da işin ‘doğası gereğidir’. Profesyonel politikacılar, mülk sahibi sınıfların servetini büyütürken, kendilerini zenginleştirmeyi de amaçlarlar. Elbette her siyasi partide gerçekten, samimiyetle kamu yararını gözetenler de vardır ama onlar istisnadır ve şeylerin seyri üzerinde etkili olmaları mümkün değildir. Burjuva siyasi partileri sömürünün, yağma ve talanın hizmetindedirler ve fakat retorik farklıdır… Şimdilerde sahte temsilî demokrasi oyunu artık kitleleri aldatmakta zorlanıyor… İnsanlar, ‘müesses nizamın’ geleneksel partilerinden uzaklaşıyor. Fakat alternatif zaafı onları ekseri yanlış istikâmete sevk ediyor…
Dünyanın her yerinde burjuva partileri inandırıcılıklarını kaybetti, daha doğrusu kitleleri aldatma, oyalama ‘yetenekleri’ aşındı. Onların yeri de, ‘popülist’ olarak adlandırılan sağcı partiler tarafından doldurulmak isteniyor. Aslında bu: “Temsili demokrasi oyunu paydos” demeye geliyor. Esasen faşizm ve türevleriyle işlerin daha da sarpa sarması kaçınılmazdır… Aslında iflas eden sadece müesses nizamın geleneksel partileri değil. Asıl iflas eden kapitalizm. Artık, gelinen aşamada kapitalizm dahilinde sorunlar çözülebilir olmaktan çıktı… Sistem ‘nihai sınırına’ dayandı. Bundan sonra çözdüğünden daha çok sorun yaratması, her türden kötülükleri azdırması kaçınılmaz. Fakat yeryüzünün egemenleri, küresel oligarşi, küresel plütokrasi de, hiçbir zaman bu iş burada bitti demeyecek, varlığını sürdürmek için savaşlar da dahil, her türlü vahşeti dayatmaktan vazgeçmeyecek… O zaman, kapitalizmden çıkma perspektifine sahip yeni bir paradigma gerekiyor. Bunun için de insanların bilinçli politik özneler olmaları gerekiyor. Ancak o zaman şeylerin seyrini değiştirebilecek bir rotaya girilebilir. Başka türlü söylersek, geçerli politika yapma tarzının dışına çıkmak gerekiyor… İnsanlık ve uygarlık tehlikeli bir eşiğe dayanmışken, artık şeylerin seyri, Büyük İnsanlığın, Yeryüzünün Lânetlileri’nin basiretine bağlı olacak…