İnsan hatırlandıkça vardır. Bir insan öldüyse de onu hatırlayanların anılarında yaşamaya devam ediyordur. Bana bunu anımsatan gazeteci-yazar Hüseyin Kalkan’ın hazırladığı ‘Burhan’ın Kitabı-Ruhumu o topraklarda bıraktım’ adlı kitap oldu. Avesta Yayınları tarafından genişletilmiş ikinci baskısı yayımlanan kitap bu hafta okurla buluştu. Kitap artık hayatta olmayan Özgür Basın çalışanı Burhan Karadeniz’i anlatıyor.
Onu hatırlayanların anlatımlarından oluşan ‘Burhan’ın Kitabı’ aslında aynı zamanda bir vefa kitabı. Gittiği her yerde, temas ettiği herkeste muhakkak bir samimiyet, bir anı bırakan Burhan Karadeniz’i tanıyoruz bu kitap sayesinde. Kitapta yer alan anlatımların hepsinin ortak paydası Burhan’ın ölümüne hâlâ alışamamış olmaları, bir de bir gün çıkıp geleceğine inanmaları.
Kitapta yer alan kişiler ve anlatımları bize 90’lı yıllarda devletin Kürt halkına yaşattıklarını gazeteciliğin gözüyle aktarıyor. Bir de hafıza tazelemek için bu yönden anlamlı bir çalışma. Cahit Mervan, Günay Aslan, Faysal Dağlı, Mehmet Aktaş, Cindi Onur, Sibel Akkulak, Örfi Perwane, Mahmut Güneş ve daha birçok isim kendilerinde kalan Burhan’ı anlatıyor, bir de Burhan’ın hayatı özelinde 90’lı yılların Kürdistanı’nı.
Burhan Karadeniz’in kitapta yer alan yazıları, onunla yapılmış bir söyleşi ve çevresinin anlatımları, karakterini, ruh halini, coşkusunu ve acısıyla gözümüzde canlandırıyor. Hüseyin Kalkan’ın yazdığı gibi, ‘bir deneme ustasının gelmekte olduğunun kanıtı olan yazılar’ı da okuyoruz ve edebi dilini keşfediyoruz Karadeniz’in.
Burhan Karadeniz, çocuk yaşta Diyarbakır’da Özgür Basın’ın henüz boy verdiği 90’lı yılların başında gazeteciliğe başlar. Tabii önce ofis çalışanı oluyor, sonra da öğrendikleriyle haber koşturuyor. O dönemde yaptığı haberler gazetede manşet oluyor hatta Türkiye-Almanya arasında krize sebep verecek haberler de yapıyor. Yanında gazetecilik mesleğini öğrendiği Hafız Akdemir’in devlet tarafından katledilmesi onu çok etkilemesine rağmen geri adım atmayıp çalışmaya devam ediyor. Kısa bir süre sonra da kendi anlatımıyla; “Biri arkadan sinsice yaklaşıp vurdu. Kaçarken, ‘Seni Allah adına vurdum’ dedi. Allah’a ne kötülük ettiğimi hâlâ anlamış değilim.”
O dönem Hizbullah militanları (Halk arasında ‘Hizbulşeytan’ diye anılır) yurtsever Kürtleri katlediyordu. Özellikle Özgür Basın çalışanları hedefti. Kürt basınının halka yapılanları dünyaya duyurmaya başlaması devleti “zor durumda” bırakabiliyordu. Burhan Karadeniz’e de evden çıkarken bir katil alçakça pusu kurup arkadan tek el ateş ediyor. Şans eseri Karadeniz, kaldırıma çıkmak için adım atıyor. İşte o bir adımlık mesafe kendisini ölümden döndürüyor. Ölümden döndürüyor ama tekerlekli sandalyeye mahkum oluyor.
Burhan Karadeniz tedavi için Almanya’ya gidiyor ve sürgün başlıyor. Med TV’de program yapıyor, Özgür Politika gazetesinin kuruluşunda yer alıyor. Sonra mı? Sonrasını kendisi gibi Kürt basın çalışanı olan abisi Baki Karadeniz’in kitapta dediği gibi: “Burhan ilk vurulduğunda ölümü; yalnız yaşadığı dar soğuk odasında sandalyesinde yere düştüğünde ise yaşamı ıskalayarak aramızdan ayrıldı. Bu yüzdendir ki; küçüğümüzün bir başına günlerce yerde kalması, bizleri hep üşütür.”
Kitabı okurken bugünleri düşündüm ve ister istemez kıyasladım. Örneğin Avrupa’da Med TV veya Özgür Politika’da yani diasporadaki Özgür Basın’da çalışmış biri olarak Kürt basınında gördüğü yanlışları, eleştirilerini nasıl da bir zihin açıklığıyla dile getiriyor Karadeniz. Zaten böyle cesur olmayan biri, başına ne gelirse gelsin, “Ey hayat, başka emrin var mı?” diye sorabilir mi dünyaya? Özellikle bugünlerde bize de böyle eleştiriler ve eleştirmenler lazım diye geçirdim içimden.
Kitabı bitirirken bir de şunu düşündüm: 30 yaşına gazetecilik, gözaltı, işkence, suikast ve hastaneler, umut, öfke ve hayal, program sunuculuğu ve yazarlık sığdıran Burhan Karadeniz, kitap yazmayı çok istiyormuş. Devlet böyle birine izin vermemiş, ölüme sürüklemiş. Bir yerde okumuştum; insan ancak onu tanıyanlar ölürse unutulur, diyordu. Burhan Karadeniz’i tanıyanlar onu hiç unutmamış ve onu yazmışlar. Devlet engellediğini sansın, ‘Burhan’ın Kitabı’ var.
Son olarak, bugün yani 16 Mart’ta aramızdan ayrılan Burhan Karadeniz’i, onu tanıyan ve bu kitabı hazırlayan Hüseyin Kalkan’ın yazdığı yazıyla bitirmek istiyorum yazıyı:
Temize çekilmemiş bir şiir gibi
Sözcükler biriktirirdi. Cümleler yapardı. Sonra bunları dağıtırdı. Herkese yeni bir isim verirdi, şarkıdaki gibi. Hep giderdi ve hiç kimse onun kadar gitmemiştir. Uzakları severdi. Ama uzak trenleri hiç sevmezdi. Bazen bir kente, bazen bir ülkeye, bir kitaba, bir şaire giderdi. Dönerken birlikte getirdikleri vardı. Öyküler anlatırdı aşka dair. Diyarbakır’a dair. Yenilgiye dair ve giden arkadaşlara dair. Burhan’la konuştuysanız size de bir şey kalmıştır. Size bir şey vermiştir. Bu bir isim değilse bir cümledir. O cümleyi saklayın. Nasıl yaşamak gerektiğine dair bir ipucudur. Hiçbir şey vermemişse utangaç gülüşünü saklayın. Söylediklerimin bir yerlere varmadığını biliyorum. Çünkü sürüyor. Daha sürecek. Hayatı bir şiir gibi yaşadı. Temize çekmeyi hiç düşünmedi. Temize çekilmemiş bir şiir gibi.