Dr. Hayri Hazargöl
Show TV’de program yapan Didem Arslan Yılmaz; programına telefonla katılan izleyici Kürtçe konuşunca burası Türkiye Cumhuriyeti, anladığımız dilden konuş, deyip telefonla bağlananı hattan çıkarmış. Doğal olarak bu konuşması tepki çekti. Didem Arslan özür dileyeceğine kendini savunmaya kalktı. Bu tür savunmalar genellikle “özrü kabahatinden büyük” deyimindeki duruma düşer.
Didem Arslan İstanbul’da büyüyen Sivaslı bir Alevi Kürt kızıdır. Bilindiği gibi İstanbul’da en fazla Sivaslılar bulunmaktadır. Bunun %90’ı Alevi Kürtlerdir. Bunların içinde Divriğililer başta olmak üzere Alevi Türkler de bulunmaktadır. Sivaslı Alevi Kürtler ilk başlarda İstanbul’da Okmeydanı semtinde yoğunlaşmışlardı. Sonraları başka semtlere de yerleşmişlerdir. Didem Arslan Koçgiri alanı olarak bilinen Zara, İmranlı, Divriği çevresindeki bir Kürt ailenin çocuğu olarak büyümüş.
Sivaslılar neden bu kadar topraklarını bırakıp İstanbul’a, Ankara’ya, Türkiye’nin metropollerine ve Avrupa’ya göç etmişlerdir? En fazla göç eden bir topluluk olmanın tabi ki önemli nedenleri vardır. Ekonomik neden esas olsaydı Sivas’ın, Maraş’ın, Malatya’nın Türklerinin de Kürtler kadar olmasa da yoğun göç vermeleri gerekirdi. Ne var ki dışarı göç vermede aralarında büyük bir uçurum vardır. Bu açıdan bu makalenin konusu olan Didem Arslan dahil tüm Alevi Kürtler bu durumu sorgulamalıdırlar. Alevi Kürtler kadar olmasa da topraklarından koparılmış Alevi Türkler de sorgulamalıdır.
Bilindiği gibi Koçgiri yeni Türkiye (Türkiye Cumhuriyeti) tarihi içindeki ilk Kürt katliamına uğrayan bölgedir. Kimliğine, kültürüne ve inancına müdahale edilmeden özgürce yaşamak istemelerine katliamla karşılık verilmiştir. 15 yıl sonra tarihsel olarak Koçgiri’nin parçası olduğu Dersim de ağır bir saldırı ve katliamla karşı karşya kalmıştır. Kendi kimlikleri, dilleri, kültürleri ve inançlarını korumak ve buna saygı duyulmasını istemeleri bu katliamların gerekçesi yapılmıştır. Kürtlük geriliktir, Türklük medeniyettir; medeni olmayan Dersim medenileştirilmek, yani Türkleştirilmek için katliamlara, sürgünlere ve daha sonra da beyaz soykırımlara maruz kalmıştır.
Burası Türkiye Cumhuriyeti’dir, anladığımız dilden konuş, diyen Didem Arslan’ın nineleri, dedeleri 100 yıl önce hiç Türkçe bilmezlerdi. Devletle ilişkilenenler Türkçeyi biraz bilirdi. Askere gidip gelenler de çok az öğrenirdi. Nineleri ve kadınlar ise hiç bilmezlerdi. Bugün Sivas, Maraş, Malatya ve Dersim Kürtleri dillerini nasıl unuttular, bunu anlamak gerekmiyor mu? Dünyanın en güzel dillerinden olan Kürtçenin unutturulmasına büyük öfke duymak gerekmiyor mu? Didem Arslan’ınki civciv yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmez, gibi olmuyor mu? Bir halk için, bir toplum için dünyada bundan kötü bir şey olamaz. Didem Asrlan’a dünyanın başka bir köşesindeki halk bu hale getirilmiş; ne dersin diye sorulsa herhalde halkların o duruma düşürülmesine öfke duyar. Kızılderililerin ve başka halkların bu duruma düşürülmesine haklı olarak tepki duyacaksın; sıra kendine geldiğinde ise asimile olmayı, başkalaşıma uğramayı uygarlaşma olarak göreceksin! Bu bir patolojik kişilik sorunu değil midir?
Didem Arslan Yılmaz bir katliam ve beyaz soykırım bebeğidir. Genelde Kürt, özelde Alevi Kürt soykırım bebeğidir. Kuşkusuz bu durumda olan milyonlarca Alevi Kürt var. Önemli bir kesimi bu gerçekliğin farkına varmıştır. Asimile olmuş olsa da giderek bu durumun daha fazla farkına varmaktadır. Aslında Didem Arslan gibilerin tutumları bu konuda gerçeklerin farkına varılmasında, Alevi Kürt toplumunun bilinçlenmesinde olumlu etkide bulunmaktadır. Her işte bir hayır vardır, sözü bu somut olayda da doğrulanmaktadır.
Didem Arslan savunmasında dinleyicilerimiz anlasın diye öyle söyledim, gibi şeyler de belirtmiştir. Olabilir, uygun biçimde bunu belirtebilirdi; katılımcı yine Kürtçe konuşmaya devam ederse buna saygı duyup dinleyebilirdi. Ancak Didem Arslan’ın savunması samimi ve doğru değildir. Çünkü burası Türkiye Cumhuriyeti’dir, denilmiştir. Sokakta, çarşıda, pazarda, okulda bu cümle çok kurulmuştur. Amaç Kürtçe konuşulmasın, otosansür yaratılsın ve unutulsun. 1980 askeri faşizm döneminde tutuklular ve ziyaretçilerin birbirleriyle zorla Türkçe konuşmaları dayatılmıştır. Benzer uygulamalar birçok alanda görülmektedir. Devlet yetkilileri, basını, eğitimi böyle söylemlerde bulununca bazıları da Kürtçe konuşanı ya da müzik dinleyeni sokakta öldürmektedir.
Türkiye’de şovenizm ve Kürt düşmanlığı acımasızcadır. Didem Arslan Kürtçe konuşanı susturmazsa belki de çalıştığı TV’den atılır ya da damgalanabilirdi. Beyazıt Öztürk bir kadın öğretmenin çocuklar ölmesin, demesini engelleyemediği için afaroz edilmedi mi? Ahmet Kaya’ya neler yapıldığını biliyoruz. Bilemeyiz, Didem Arslan belki de şovenist zorba kesimleri memnun etmek için de böyle bir müdahalede bulunmuş olabilir.
Didem Arslan burası Türkiye Cumhuriyeti, demeseydi, bu nedenle Türkçe konuşması gerektiğini hatırlatmasaydı böyle bir makale yazmazdık. Ancak burası Türkiye Cumhuriyeti sözü bu ülkede herkes Türktür, Türkçe konuşmalı yaklaşımında somutlaşan bir soykırımcı ifade olduğu için bu makaleyi yazma ihtiyacı duyduk. Çünkü bu konu Türkiye’nin en temel konusudur. Türkiye’de bu zihniyet ve hastalık aşılmadan ne demokratikleşme yaşanır ne de Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere farklı kimlikler dillerini, kültürlerini ve inançlarını özgürce yaşayabilirler. Didem Arslan’ın dedeleri ve nineleri ‘aslını inkar eden haramzadedir’ derlermiş.