AKP ve ittifak yaptığı güçler, Türkiye’yi “Türkiye” yapan zenginlikleri sorumsuzca ve nobranca harcayıp duruyorlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olduklarını söyleyerek Yeni Osmanlıcılık yapmaya soyunan bu güçler aslında Osmanlı’yı “Osmanlı” yapan zenginlikleri de anlamış değiller. Nereden mi varıyoruz bu yargıya? Çünkü bütün çabaları-kendilerinden önceki İttihatçı-Kemalistler gibi, Türkiye toplumunu tek bir kimlik olarak görmek istiyorlar da ondan.
Oysa Osmanlı’nın gücü çok-kimlikli toplumsal bir yapıya sahip olmasından geliyordu. Bilindiği gibi Osmanlı yönetim sistemi, farklı dini ve kültürel toplulukların “millet” olarak adlandırıldığı ve adına “millet sistemi” denilen bir sistem üzerine oturuyordu. Burada “millet”, “ulus”dan farklı olarak dini aidiyetler üzerinden tanımlanan bir kavramdı. Zamanla, Osmanlı genişledikçe çok sayıda etnik ve inanç gruplarını, yani farklı “milletleri” da içine alan bir toplumsal doku gelişti. Bugünün dünyasındaki millet (kimlik) ve birey ilişkilerinden farklı nitelikleri olsa da bu sistem Osmanlı toplumunun maddi ve manevi zenginliklerini yaratılmasında etkili bir sistem olarak işlev gördü. Bu kısa yazıda Osmanlı’nın kurumsal ve sosyolojik yapı özelliklerini tartışacak değilim (üstelik böyle bir çaba beni aşan bir çaba olurdu) ama İlber Ortaylı’nın İslam Ansiklopedisi’nde “Millet” kavramı üzerine yazdığı yazısındaki şu paragrafı sanırım bu yazıda murat ettiğim düşüncemi anlatmamda çok yardımcı olacak:
“Millet teşkilâtlanmasının en renkli temsil yansıması Diyarbekir Vilâyet İdare Meclisi’nde görülür. Bölgedeki bütün Hıristiyan milletlerin ve hatta Şâfiî ve Hanefî müftüsünün meclisin tabii âzaları arasında yer alarak tarihte görülmemiş bir ruhanî şûra meydana getirdikleri söylenebilir.”
Osmanlı’da, bugünün Türkiye’sinden farklı olarak, bırakın farklı milletlerden kişilerin devlet ricaline dahil olabilmeleri imkanlarını (örneğin askeriyede ya da ilmiyyede Ermeni, Rum gibi farklı milletlerden insanların varlığını), yukarıdaki alıntıda açıkça görülebileceği gibi bugünün Türkiye’sinde yanından dahi geçmemizin mümkün olmadığı “katılımcı bir demokratik” anlayışla yönetilen bir vilayet varlığı yeterince düşündürücü değil mi?
AKP ve ittifakları, “Kürt” diye, seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp kayyumlar atamak sığlığıyla toplumu tekleştirmeye çalışırken, yüzlerce yıl önce bir vilayeti, o vilayetin farklı milletlerince birlikte yönetilmesine olumlu bakabilen bir anlayışla yönetmiş olan Osmanlı’nın tırnağı olabilirler mi?
Bu yalnızca bir örnek. AKP ve ittifak yaptığı güçler, “Osmanlı!”, “Osmanlı!” deyip, çok –kimlikli bir ülkeyi “tekçi” bir yapıya zorlarken, gerçek gücün, yani farklılıklarına rağmen birlikte yaşamak çabasının ve dolayısıyla da refahın önünü tıkamaktalar.
Yaptıkları çapsızlık bununla kalsa yine de iyiydi! Bu iktidar ve ortakları “Osmanlıyı” anlamadıkları gibi İslam dinini de yoz bir biçimde yorumlayarak toplumu “manadan yoksun” bir hale getiriyorlar. (Bu konu da bir başka yazımızın konusu olsun).
Bu toplumun huzur ve refahı ancak farklılıklarla birlikte yaşama rızasını üretebilmekten geçiyor. Bunların yaptıkları ise büyük bir zenginliği çöle çevirmek.
Başka bir şey değil!