HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, tecridi, seçimleri, kapatma davası ve adaylık tartışmalarını değerlendirdi: Onlarda oyunlar bitmez ama bizlerde de çareler tükenmez. B ve C planlarımız mevcuttur.. Aday havuzumuz çok geniş
“Demokrasinin turnusol kağıdı” olarak değerlendirilen İmralı Adası’nda mutlak iletişimsizlik halinin 23’üncü ayına girdiği bir süreçte, Türkiye seçimlere gidiyor. İmralı’yı “hukukun sıfır noktası” olarak tanımlayan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Sorunların kaynağını görmeyen bir yaklaşım, doğru çözümler üretemez. İşte seçim sürecine tam da bu tecrit ve çürüme ortamında giriyoruz ve bunun farkında olmamız gerekiyor” sözleriyle muhalefete ve Türkiye kamuoyuna tecride karşı tutum alması çağrısında bulundu. Buldan, İmralı tecrit sistemi, seçimler, kapatma davası ve adaylık tartışmalarına dair değerlendirmelerde bulundu.
- Uluslararası komplonun 24’üncü yılına giriliyor. Memleketin en önemli sorunu haline gelen İmralı tecrit sistemi derinleşerek sürüyor, 22 aydır Abdullah Öcalan’dan haber alınamıyor. Kaygılar derinleşiyor, aile ve avukatlar görüşemiyor, sizin de başvurunuz oldu ancak yanıtsız bırakılıyor. AKP iktidarının tecritteki ısrarı ve amacını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tecrit, bugün ülkenin en büyük sorunlarından bir tanesi haline geldi. Ancak tecrit bugün sadece Sayın Öcalan üzerinde ya da İmralı üzerinde değil, artık tüm Türkiye’yi kapsayan ve Türkiye’nin toplumsal kesimini de özellikle hedef alan ve bu anlayışın, bu zihniyetin gittikçe yaygınlaştığı bir sistem haline geldi. Evet, İmralı cezaevinde başladı ve yaklaşık 2 yıla yakındır Sayın Öcalan’dan hiçbir şekilde haber alınamıyor. Ne aile görüşü ne avukat görüşü yapılabiliyor. Sadece Sayın Öcalan değil, yanındaki diğer 3 hükümlü de bundan aynı şekilde mağdur durumda. Dolayısıyla tecrit sisteminin Türkiye’de yaygınlaşması, AKP’nin siyasi bir hamlesi olarak okunabilir. Ama aynı zamanda bir anlayışı, bir zihniyeti olarak da Türkiye’nin tamamına yayılan ve bunu yaygınlaştıran, daha doğrusu bunun üzerinden siyaset yapan bir zihniyet haline geldi.
- İmralı tecrit sistemi hukuki anlamda nasıl bir noktaya ulaştı?
Şimdi Sayın Öcalan’ın avukatlarıyla ve ailesiyle görüştürülmemesi tamamıyla yasalara, hukuka, Anayasa’ya aykırı bir durum teşkil ediyor. Ancak bugün Türkiye’de yasayı da Anayasa’yı da hukuku da çiğneyen bir zihniyet var, bir iktidar var karşımızda. Dolayısıyla görüşme yaptırılmama durumu meşru bir durum değil ve kendi yasasını, kendi Anayasa’sını, kendi hukukunu tanımayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bunun örneği aslında dünyada yok. Dünyanın hiçbir yerinde cezaevinde olan bir insan ya da birileri, ailesiyle, avukatlarıyla görüştürülmeme gibi bir durumla hiçbir şekilde karşı karşıya kalmadı ve bu bir ilktir. Dünya tarihinde bir ilktir. Ben AKP hükümetinin özellikle Kürt sorununu daha da derinleştirme ve bunu bir çıkmaza sürükleme, devasa bir boyuta ulaştırma gibi bir anlayışa sahip olduğunu da ifade etmek istiyorum. Ama burada asıl amaç, Sayın Öcalan’ın Türkiye toplumuna, Türkiye halklarına vereceği mesajın, işte konuşunca gerçekten Türkiye’nin yarınları için, Türkiye’nin aydınlığı için, Türkiye’nin refahı ve huzuru için söyleyeceği sözlerden büyük bir rahatsızlık duyuluyor.
- Abdullah Öcalan’ın nasıl bir etkisi var?
Biz bunu İmralı sürecinde ya da barış ve müzakere sürecinde gördük. Buna tanık olduk. Sayın Öcalan’ın toplumlar üzerindeki etkisinin, verdiği mesajın, Türkiye halklarına yankısının nasıl olduğunu ve bunun Türkiye’nin geleceğine nasıl bir fayda sağladığını gördük ve gözlemledik. Ben AKP’nin aydınlıktan korkan, karanlığı tercih eden ama aynı zamanda barıştan korkan savaş ve çatışma süreçlerini tercih eden, yine faşizmi tercih edip demokrasiden ödün veren bir zihniyetin, bugün Sayın Öcalan’ın sesinin çıkmasından büyük bir rahatsızlık duyduğunu belirtmek istiyorum. En büyük korkuları, Türkiye’ye demokrasinin yerleşmesi, Türkiye’de bir barış havasının oluşması ve burada elbette ki Sayın Öcalan’ın rolü ve misyonu çok büyük ve çok önemli. Çünkü Kürt sorununun çözümünde önemli bir aktör ama Kürt sorununu çözmek istemeyen, dolayısıyla buna karşılık işte faşizmi büyüten, hortlayan ve demokrasinin kırıntılarının bile kalmadığı bir ülkede böyle bir anlayışın ne yazık ki hakim olduğunu görebiliyoruz. Bu çok tehlikeli bir girişim. Hem tecrit sistemi, tecrit anlayışı ve aynı zamanda onun getirdikleri, Türkiye’nin geleceği, Türkiye’nin aydınlık yarınları, Türkiye’nin refahı, huzuru, barışı, bütün bunlar birbiriyle bağlantılı konular. Ancak AKP hükümetinin ne yazık ki bu konuda vermiş olduğu çok kötü bir sınav var. Kendi yasasını, kendi Anayasa’sını tanımayan, çiğneyen, ayaklar altına alan, hukuku tanımayan bir anlayışı var. Bundan bir an önce vazgeçilmesi gerekiyor.
- Ülkenin bir diğer gündemi ise seçimler. Uzun zamandır seçim tartışmaları var, ittifaklar, adaylar konuşuluyor. Partinizin grup toplantısında da seçimlerin tarihi ve kritik önemi üzerinde durdunuz. Türkiye nasıl bir seçime gidiyor?
Bu seçim tarihi bir seçim. Çünkü Türkiye’de bir rejim sistemi var. Bu rejim sisteminin bertaraf edilmesi gerekiyor. Türkiye aslında birçok konuda karar verecek, tercih yapacak. Mesele sadece bir cumhurbaşkanı seçmek ya da parlamentoya milletvekili seçmek değil. Türkiye’nin geleceği oylanacak; karanlık ve aydınlık oylanacak; savaş ve barış oylanacak; refah, huzur ya da faşizm oylanacak. Bütün bunların tercihinin yapılacağı bir seçim olacak. Çünkü 20 yıllık AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği durum ortada. Aynı yöntemlerle ülkeyi yönetme çabası içerisinde olan bir iktidar. Yoksulluğun, açlığın, sefaletin, krizlerin, zamların, işçinin, esnafın, birçok kesimin, birçok toplumsal kesimin çok büyük mağduriyet yaşadığı bir dönemde ve insanların gerçekten artık AKP iktidarının ya da AKP’ye duydukları öfkenin son noktası, 14 Mayıs olacaktır.
- Cumhur İttifakı herkesin malumu. Altılı Masa da açıkladığı Mutabakat Metni’nde beklentileri karşılamadı, ne Kürt sorunu var ne anadilde eğitim hakkı. Siz nasıl gördünüz?
Açıklanan mutabakat ne yazık ki hiçbir çevreyi tatmin edecek bir mutabakat değil. Bugün yönetimde olan zihniyetin anlayışını badana yapmaktan öteye geçmeyen bir mutabakat olarak niteliyoruz. Yani köklü çözümlerin olmadığı, yaşanan krizlere köklü çözümlerin bulunmadığı ve bunu açıkça ifade etmeyen, dile getirmeyen bir ittifakın Türkiye’yi gerçekten nasıl yöneteceğini açıkçası çok merak ediyoruz. Biliyorsunuz 27 Eylül 2021’de, bir buçuk yıl önce açıkladığımız, Türkiye kamuoyuna duyurduğumuz 11 maddeden oluşan bir deklarasyonumuz var. Bir tarafta da Altılı Masa’nın açıkladığı bir mutabakat ya da bir tutum belgesi var. Her iki ‘Tutum Belgesi’ni karşılaştırırsa, arasında dağlar kadar fark olan ve Türkiye’nin sorunlarına kalıcı çözümleri yaratmayan, bulmayan, Türkiye’nin bugün kanayan yaralarına asla ilaç olmayacak ve asla çözümü getirmeyecek bir anlayış olduğu görülecektir.
- 27 Eylül’de açıkladığınız deklarasyonda yaptığınız müzakere çağrınızı, bugün de sürdürüyorsunuz. Somutlaştırmak gerekirse, parti olarak müzakere adımlarınız neler?
Biz çağrımızı bir buçuk yıl önce yaptık ve her platformda, bizim dışımızdaki toplumsal muhalefete bu çağrıyı sürekli yapan bir yerde durduk. O günden bugüne kadar bu mutabakatın üzerinde müzakere etmek, konuşmak ya da oturup bir masa etrafında bir araya gelmek gibi bir arayış olmadı. Kadın örgütlerini, meslek örgütlerini bunun dışında tutuyorum. Yine diğer siyasi partiler, Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer alan siyasi partiler, buna çok büyük bir önem verdiler. Nitekim deklarasyon açıklandıktan sonra Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kurulması yönünde bir yol belirlendi ve hayata geçti. Ancak diğer kesimler bu mutabakat metnini çok dikkate alan bir yerden yaklaşmadılar. Oysa mutabakat metni, Türkiye’nin demokratikleşmesine hizmet edecek ve bütün toplumsal kesimlerin sorunlarını çözebilecek bir mutabakattı.
Üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen çok fazla karşılıklı bir konuşma ya da bir diyalog ya da bir müzakere etme durumu yaşanmadı. Bu kadar büyük bir süreçten sonra, bu kadar seçimlere yakın bir döneme geldiğimiz bir süreçte, Emek ve Özgürlük İttifakı olarak HDP çatısı altında bileşenlerimizle, bireylerimizle birlikte kendi adayımızı çıkarma kararımız daha önce de açıklanmıştı. Ama en son Kars kongresinde ifade etmemle birlikte büyük bir yankı uyandırdı. Sadece kendi kitlemiz açısından ya da sadece bize oy veren HDP tabanı açısından ifade etmiyorum. Bu çok büyük çevreler tarafından yankı uyandırdı. ‘İşte beklediğimiz bu’ söylemi çokça ifade edildi. Türkiye toplumunda bu kadar büyük bir yankı uyandırmasının önemli bir aşama olduğunu düşünüyorum. Biz kendi adayımızı çıkaracağız. Bunu en kısa zamanda kamuoyuyla paylaşma programımızı yapmaya devam ediyoruz.
Adaylık konusunda muhtemelen soracaksınız. Ben siz sormadan söyleyeyim. Aday havuzumuz çok geniş. Biz en güçlü, Türkiye toplumunugüçlü kucaklayacak olan bir adayı çıkarmanın hazırlıklarını yapıyoruz. En kısa zamanda da kamuoyuyla paylaşacağız. HDP, Emek ve Özgürlük İttifakı ile birlikte kendi adayıyla bu seçimlerde bir yarışa girecek.
- Ne zaman açıklamayı düşünüyorsunuz?
Bir tarih söyleyemem. Şu anda hazırlıklarımız devam ediyor. Büyük bir ihtimal, Şubat’ın yarısına doğru, ikinci haftası gibi açıklama ihtimali çok yüksek.
- Seçim gündeminde tartışılan konuların başında Erdoğan’ın adaylığı geliyor. Siz de grup toplantınızda “Erdoğan üçüncü kez aday olamazsın” dediniz. Erdoğan ve küçük ortağı ısrarla adaylığın önünde bir sorun olmadığını savunuyor…
Cumhur İttifakı ya da iktidar zaten Anayasa’yı, yasayı tanımayan bir iktidar ve Anayasa’yı tanımayan bir iktidarın üçüncü kez Cumhurbaşkanı olmayacağını bile bile bu konuda ısrar etmesinin Türkiye’ye hiçbir faydası yok. O yüzden yol yakınken, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığının meşru olmayacağı biliniyor iken, böyle bir konuda ısrar etmek gerçekten her anlamda Türkiye’nin yasasına da müdahaledir, Anayasa’sına da müdahaledir, seçimlerine de müdahaledir, demokrasiye müdahaledir. O yüzden üçüncü kez cumhurbaşkanlığının yolu açık olmayan bir insanın, Cumhurbaşkanı adayı olması meşru değildir, kabul edilemez. Anayasa’yı çiğneyerek bir adaylık söz konusu olursa, halkımız sandıkta buna cevabını en net şekilde verecektir. Bundan da hiçbir kuşkumuz yoktur.
- Aynı zamanda parti ittifak olarak parlamento seçimlerini önemsiyorsunuz; parlamento seçimleri neden bu kadar önemli? Neyi hedefliyorsunuz?
Parlamento seçimleri cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çok çok önemli. Bu dönem Halkların Demokratik Partisi parlamentoya büyük bir çoğunlukla girerek, büyük bir güç haline gelmek durumundadır. Çünkü şu an bakıyoruz bütün yasalar AKP ve MHP’nin oy çokluğuyla karar altına alınıyor ve yasalar çıkıyor. Bizim içerisinde olmadığımız, müdahil olmadığımız, itiraz ettiğimiz bu yasaların, Türkiye toplumunun yaşadığı krizlere ne yazık ki çare olmuyor. Ancak güçlü bir HDP’nin, her kesimden temsil edilen bir HDP’nin parlamentoda çoğunluk sağlaması, işte bu yasaların çıkmasında önemli bir etki yaratacak ve aynı zamanda da bu çoğunluk Türkiye’nin geleceğine de karar verecek bir çoğunluk olacaktır. Çünkü her çıkan yasa, AKP’nin isteği doğrultusunda çıkıyor. Ama bundan sonraki seçimlerde, HDP’nin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın çoğunluk sağladığı bir parlamentoda istedikleri gibi yasaları çıkaramayacaklar.
Dolayısıyla HDP gücünü, misyonunu, parlamentoda da en etkin şekilde kullanmak için parlamentoya güçlü girmek durumundadır. Bunun için de hazırlıklarımız elbette ki var, parlamento seçimlerine de ayrı bir hazırlık yapıyoruz. Çok önemsiyoruz. Gerçekten büyük bir temsiliyet, Alevinin, kadının, Ermeni’nin, Süryanilerin, belki bu dönem çok farklı kesimlerin de Laz’ın, Çerkezlerin, Pomak’ın, Roman’ın neden olmasın? HDP çatısı altında bütün bu ötekileştirilen kesimlerin birlikte parlamentoda olmasının çok büyük bir önemi olacağına inanıyoruz ve hazırlıklarımızı da buna göre yapıyoruz.
- Partinize açılan kapatma davası sürüyor. Son olarak Hazine yardımı yapılan hesaplarınız bloke edildi. Sözlü savunma tarihi 14 Mart; kritik bir zaman dilimi. Bir günde yüzlerce sayfalık belgeleri okuyup bloke kararı alan ve kapatma davasının seçim sonrasına bırakılma talebinizi reddeden AYM, bu tarihle partinize ne mesaj veriyor? Bu riski göze alıp HDP ile mi seçime gireceksiniz, yoksa alternatifleriniz var mı?
Anayasa Mahkemesi bugün siyasi kararlar veriyor, hukuki kararlar vermiyor. Son verdiği bütün kararlarda, Anayasa Mahkemesi’nin sarayın talimatlarına uyan kararlar verdiğini görüyoruz. Hem partimizin Hazine hesabına bloke kararının verilmesi ama aynı zamanda HDP’yi kapatma davasının seçimlerden sonra karara bağlanması için verdiğimiz dilekçelerin reddedilmesiyle çok açık ve net olarak ortaya konuldu. Anayasa Mahkemesi, kendi içtihatlarını uygulayan bir durumdan çokça uzakta ve bunun dışına çıkmış bir durumda. Biz partimizi kapatmanın da hukukla hiçbir alakası olmayacağını şimdiden belirtmek isteriz ki umut ediyor ve diliyoruz ki Anayasa Mahkemesi, bu konuda hukuki bir karar verir ve HDP’yi kapatmaz.
Ancak biz her şeye en kötüsünden, en zorundan bakmak durumundayız. Seçmenimizi, halkımızı, tabanımızı asla alternatifsiz bırakacak bir durumda ve konumda değiliz. Bu konuda halkımız rahat olsun. HDP, kapatılsa da kapatılması da; önümüze engeller çıksa da çıkmasa da; önümüze barajlar konulsa da konulmasa da; en güçlü şekilde parlamentoya girmenin yollarını mutlaka bulacaktır. Bu konuda hiçbir eksik bırakmadan, halkımızın kafasında herhangi bir soru işareti bırakmadan hazırlıklarımızı yapmaya devam ediyoruz. Onlarda oyunlar bitmez ama bizlerde de çareler tükenmez. Onların oyunlarına karşı bizim çokça çarelerimiz var. B ve C planlarımız mevcuttur. O yüzden seçimlere en güçlü şekilde hazırlığımızın devam ettiğini de belirtmek istiyorum. Hem teknik anlamda hem örgütsel anlamda hem siyasi anlamda, her anlamda hazırız ve bu hazırlıklarımız da seçim gününe kadar da devam ettireceğiz. Seçimlerde de HDP kendi gücüyle mutlaka bu Türkiye siyasetinde, Türkiye siyasi arenasında yerini alacaktır.
Haber: Özgür Paksoy/Ankara-MA